Anılar/ Saadet Erdoğan
Önceleri bir tek ebesi olan bir sağlık evi varmış buranın. Genelde biz sağlıkçılar yalnız başına çalışırız. Bundan dolayıdır ki gittiğimiz yerde birçok olaya maruz kalırız. Bu anlatacağım onlardan sadece bir tanesi.
Önceleri bir tek ebesi olan bir sağlık evi varmış buranın. Genelde biz sağlıkçılar yalnız başına çalışırız. Bundan dolayıdır ki gittiğimiz yerde birçok olaya maruz kalırız. Bu anlatacağım onlardan sadece bir tanesi.
Öyle olmasa bu kadar ince eleyip sık dokumaya lüzum görmez; vakit gece yarısını geçmişti, derdim.
Zaman zaman acilde nöbete kaldıkları için orada çalışan hemşirelerin nasıl çalıştıkları hakkında az çok bilgi sahibiydiler. Bir doktor kendi servisine istedi beni. “ Neymiş efendim? Güzel hemşerileri kendi servisine alıyormuş.” Ama ben babacan ve iyi anlaşabileceğim bir doktorla çalışmayı seçtim. Doğum servisinde çalışacağımı ümit ederken, kendimi Üroloji servisinde buldum. İlk bir hafta alışayıp derken zaman hızla akıp gidiyordu.
Ailemin de onayını alınca başladım işe. Yazmaya yazdım ya, ilk baştaki yazılarım genel olduğu için problem çıkmadı. Kendimi anlatmaya başlayınca “Şimdi ne gereği var bunların" demeye başladılar. Üzüldüm, moralim bozuldu. “Peki, dedim “sileyim öyleyse…“ Aslında dilim öyle dese de elim silmeye varmıyordu. Yüzümde okunuyordu mutsuzluğum. Anlatmaya çalıştım, “Bakın bunu yapmak istiyorum, hem kendimi buna alıştırmışken nasıl vazgeçerim“ dedimse de memnuniyetsiz yüzleri ikna edemedim.
Yıllar nasıl da su gibi akmıştı. Neden ah çekilir bilinmez. Hâlbuki hayatımızın en uzun dönemi, öğrenim sonrası, savaşa gider gibi uygulama zırhına büründüğümüz o sancılı süreçtir.
Bu anı yazısının, şimdiye dek yazdığım en “politik” yazılardan biri olduğunu, öncelikle kulağınıza fısıldamak isterim.
8 yaşında en derin politik dersimi aldığımı (abartılı demezseniz) size söyleyebilirim.
“Saf Türk varlığının” inkârı gibi olan kozmopolit soy ağacımın yanı sıra, aile geçmişimdeki olaylar zinciri, bu anlama gelmek üzere “özel tarihim” aslında benim ilk siyasi okulum olmuştur.
Şimdi size bunlardan,” herkes için de ders” niteliği taşıyan bir bölüm aktarmak istiyorum.
Ben, Peralı'yım aslen.
Kıta Avrupa’sı ve İngiltere arasındaki gelişim zıtlıkları, Balkanlar ve Anadolu’daki gelişim zıtlıklarına benzer.
Avrupa’da kapitalizm ya da burjuvazi, önce Hıristiyanlık içinde, Püriten/Protestan mezhepler biçiminde eğilim ve çıkarlarını yansıttı.
İhtiyaçlarımızı gördükten sonra tekrar yola koyulduk. Yol boyunca Aşık Mahsuni Şerif‘i dinledik. Elbistan’a yolculuk yapılır da Mahsuni dinlenilmez mi? Yolculuğumuz rahattı, Elbistan’ın girişinde telefon çaldı; arayan kaynımdı. “Kahvaltı hazır, sizi bekliyoruz” dedi. Birkaç kez aramış, ulaşamamış, merak etmiş işte. “Yakınız” dedik. Doğruca çarşıya gittik. Alış veriş yaptık, bazı siparişler verip ayrıldık.
Varter Tumacanyan, 1915’in savurduğu hayatlardan biri. 1900’lerin başında Dersim’de başlayan bu hayat, 1982 yılında Kayseri’nin Sarız köyünde sonlandı. Sürgün başladığında genç kızlığa adım atmak üzere bir çocuk olan Varter Tumacanyan, hayatta kalmayı başaranlardan biriydi. Sürgünden hemen sonra bir Alevi gençle evlenen ve hayatı ailesine hizmet etmekle geçen 11 çocuk annesi Varter, hikâyesini anlatamadan gitti öte dünyaya. Kara kefenle gömülen, derdi kendinden büyük bu Ermeni kadının yaşamından kesitler, şimdi en küçük kızı Şirin Tan’ın anlatımlarıyla yaşıyor.
YEZİDİLİĞİN TARİHİ