
Bu mekânlarda şimdiye kadar kimlerin yaşadığını; bu evlerin kim bilir hangi acılara, üzüntülere, sevinç ve mutluluklara tanıklık yaptığını düşündürür. “Ah! Dile gelseler de bir konuşsalar,” dedirtir.
Ahşap oymaların süslediği bir balkonlara gider sonra gözleriniz. Rengârenk çiçeklerin, ev sahibesinin ilgisinden ve sevgisinden adeta şımararak saksılarından taştığını; sağlıklı, diri dallarının, ahşap oymaların boşluklarını kapattığını görürsünüz. Petunyalar, sardunyalar, ıtırlar kol kola girmiştir. Aynı saksıda kardeşçe paylaşmaktadırlar suyu ve toprağı. Ve sonra bir kısmını çiçeklerin örttüğü ipe dizilmiş biberler balkonlardan gülümser size. Bazıları henüz yeşil, bazıları kırmızı. Anadolu’ nun hangi toprağında yetişmiş, hangi eller tarafından emek verilmiş olduğunu bilmediğiniz biberler. İpe dizilerek balkona asılmış ve yazın sıcağıyla kızarmış bu sivri biberler, dolma biberleri ayrı bir güzellik verir evlere. Bir gerdanlık gibi balkonları süsleyen kurumaya hazır veya kurumuş biberler; bir ailenin zevkini, hatta umudunu ve acılarını fısıldar size.
Biberleri ipe dizen hamarat, özverili, bereketli bir kadın elidir. Anadolu’ ya ismini veren ananın eli... Ve onun sevgi dolu yüreğini, nasıl sürmekte olduğunu bilmediğiniz yaşamını; çok bilinmeyenli bir denklem gibi yazgısını aklınıza getirir. Kim bilir belki suya düşen umutları, belki gelecekten beklentisi, özlemleri, belki de uğradığı hayal kırıklıkları. İşte bunların hepsi, balkonları süsleyen o biberlerde gizlidir.
Kimi el, tatlı bir hayale dalıp giderek, gülümseyerek dizmiştir o biberleri ipe. Kışın, kendisini ziyarete gelmesini beklediği gurbetteki çocukları için. Yıllardır birlikte aşmaya çalıştıkları hayatın zorluklarında, kendisine omuz veren Anadolu erkeği için. Çocuklarının babası ve yıllardır aynı yastığa baş koyduğu eşi için. Dudaklarında belki neşeli bir türkü, belki bir ağıt, belki bir uzun hava, belki bir bozlakla ipe dizilen biberler.
“ İki keklik bir kayada ötüyor
Ötme de keklik, derdim bana yetiyor.”
Kısacası; Anadolu’ nun havasını, suyunu, güneşini özümsemiş ve hamarat bir kadın eliyle balkonlarda yerini almış kırmızı biberler, Mudurnu evlerinin güzelliğini tamamlar.
Yaz çoktan bitti. Önce sonbahar, sonra kış mevsimi aldı sırasını. Şimdi ise karlı, soğuk bir kış günü. Kış, sever Mudurnu’yu; geldi mi, aylarca gitmek bilmez. Balkonları, pencereleri süsleyen kuru biberler yok artık. Aylar önce indirildiler balkonlardan, yerlerine çoktan konuldular. Mudurnu gibi küçük kasabalarda, köylerde; o güzel, sevimli ahşap evlerin balkonlarını süsleyen kuru biberler n’oldu dersiniz? Biberleri ipe dizip balkona asan o kadın eli, şimdi hangi uğraşlarda veya hangi yorgunluklarda? O eller, akan gözyaşlarını mı silmekte, yoksa ağlayan bir çocuğun başını mı okşamakta? Yüreği hangi yangınlarda ve özlemlerde? Kim bilir!
Kurutulmuş biberlerin bir kısmı belki çoktan tüketildi veya tüketilmek üzere. Bazıları ise, bir evin çatı katından zemin katına uzanan ahşap merdivenin tırabzanında asılı duruyor. Şıkır şıkır kurumuş. Renkleri altın sarısı, bazısı ise bayrak kırmızısına kesmiş. Hüzünle salınıyorlar merdiven boşluğunda.
Biberleri ipe dizen kadın, merdivenden her iniş çıkışında; biberlerde donduruyor bakışlarını. Kuru biberi çok seven ama şimdi hayatta olmayan eşine sunamayacağı bu biberlere hiç elini sürmüyor. Onlar, kurtlanıp ipten düşünceye kadar asılı kalacak orada. İşte o güne kadar, merdiven boşluğunda hüzünle salınmaya devam edecekler.
Yaşamın aydınlık ve karanlık yüzü, Anadolu kadınının iç dünyası, yürek yangınları; balkonlara asılmış biberlerde yansımakta. Yüreklerin sessiz çığlığı da.