
Hoş; otuz beş yıl sonra şimdilerde bile, onca yeni ulaşım alternatifine rağmen süre halâ aynı ya, hadi neyse!
Binersin kırmızı belediye otobüsüne, ayakta itiş kakış, kıçına el atacaklar için yakada hazır bekleyen toplu iğneyle aşk yaşayarak, ter kokuları arasında varırsın okula.
Biz yine iyiymişiz aslında. Sadece kıçımıza el atardı it kopuk takımı. Onun da bir toplu iğneyle icabına bakardık.
Şimdilerde kıçının ellenmesine razı olacak nerdeyse kızlar. Tecavüzler, boğazını kesip canına kast etmeler!
Her neyse derin mevzular bunlar!
Sınıfa girmeden önce bodrum katındaki kantin ziyaret edilir.
O upuzun güzelim saçlarımı şöyle bir geriye atarım. Salına salına süzülürüm kalabalığın arasından. Okulun erkeklerinde kafa, pergel pozisyonunu alır o esnada.
Eğitim yılının ilk dönemi böyle heyecanlarla geçip giderken sömestr tatili geldi. Biz o zamanlar okul tatil olunca üzülürdük. Neden mi? Yapacak hiçbir şey yoktu. Bırakın cep telefonunu, ev telefonu bile yoktu evlerde.
Tarihi hiç unutmuyorum, 6 Şubat 1982. Taksim Atatürk Kültür Merkezi'nde bir seminer var. Hocalarımız izlememizi önermişti tatil öncesi. Evden çıkmak için çok geçerli bir neden işte! Arkadaşlarımızla iletişim sıfıra yakın olsa da bulduk bir yolunu nasılsa. Nerdeyse güvercin uçuracağız haberleşmek için. Buluştuk Taksim AKM'nin önünde...
Nefti yeşil, kaşe kumaştan yeni dikilmiş bir eteğim vardı, çok severdim. Komşumuz Meral Teyze dikmişti. Önde bir yırtmacı vardı ki öf öf o biçim! Eteğimin boyu dizimin hemen üstünde olsa da, belini biraz daha kıvırırdım iyice kısaltmak için. Eve girerken düzeltirdim tabi ki...
Bu eteğin üzerine, annemin nefti yeşil ve vişne çürüğü rengindeki ipliklerle, kanaviçe deseninde ördüğü bir de kazağım vardı.
Bu ikisini giydim o gün. Saçlarım efil efil uçuşuyordu. Hava buz gibiydi ama içimiz kaynıyor, soğuk bize ne yapsın!
Yabancı konuklar da vardı seminerde. Tercüme için kulaklık dağıtılıyordu, aldık birer tane. Salon ağzına kadar dolu. Oturduk arkalarda kaçması kolay olacak bir yerlere.
Allah için, izledik semineri bir süre ama hiçbirimiz bir şey anlamadık! Daha İktisat Bölümü' ne başlayalı üç ay olmuş, "İktisat" kelimesi sadece bir sınav sorusu bizim için. Ne anlarız,
"Çağdaş Anayasalarda Ekonomik, Sosyal Haklar ve Ödevler" konulu Uluslararası Seminer' den (Seminerin konusunu hatırlamadım tabi ki. İnternetten araştırdım ki konu buymuş o gün.) Gerçi aynı konulu seminer bugün de olsa aynı sorunlar tartışılır eminim.
Seminere katıldık mı? Evet katıldık.
Ne kadar süreyle katıldığımız ise sadece ufak bir detay! Yemin etsek başımız ağrımaz, seminerdeydik.
İstikâmet; Beyoğlu'nda bir meyhane. Yedi-sekiz kişiydik. Serhat'tan başka kimler vardı hatırlamıyorum. Serhat bizden iki sınıf üstteydi. Antalyalıydı. Çok yakışıklıydı. Bayılırdım ona ama şimdiki tabirle "Kanki" idik. Ağzım açık, aval aval izlerdim onu. Okulda hangi kıza asılacağını falan anlatırdı bana salak!
Hayatımda ilk kez o gün şarap içtim. Gittiğimiz yerin ismi neydi hatırlamıyorum ama biz oradayken Esin Engin gelmişti aynı mekâna.
Serhat bana hesap ödetmemişti. Hemen kendi kendime gelin güvey olmuştum. Sarılırdı bana yürürken ama kardeşçe! Kalbim duracak gibi olurdu ama o geri zekâlı, başka kızlardan bahsederdi.
Sonuç olarak, tamamen saf ve temiz bir arkadaşlık ortamından çıksam da, gizli bir şey yapmış olmanın verdiği adrenalin fırlamasıyla eve döndüm akşam saatlerinde.
Kapıyı çaldım. Anneannem bize gelmiş, o açtı kapıyı.
Fısıldayarak: "Baban seni takip etmiş, hiç sesini çıkarmadan doğru odana git" dedi.
'Amanın! Nasıl olur?'
Yürek Selanik! Altıma yapacağım korkudan.
O güzelim etek, zil çalıyor şimdi telaştan!
Ne gördü? Ne kadarını gördü? So-ra-mam.
Hemen eteğimi çıkarıp, pijamalarımı giydim. "Karnım ağrıyor" diye bahane uydurarak yattım hızla.
Babam, anneannemden çekinirdi. Onun yanında bize sesini yükseltmezdi hiç. Yeni emekli olmuştu. Evde boş boş oturuyor, işi gücü yok, takılmış peşime. AKM' ye gitmiş beni aramış, görememiş. Eve dönünce de köpürmüş tabi. İyi ki de görememiş aslında. Ya meyhanede görseydi! Ya yolda yürürken Serhat kolunu omzuma attığında görseydi!
Bir şey olsa içim yanmaz. Yok da üstelik! Keşke olsa!
Annem bakmış evde olay çıkacak. Anneannemi arayıp çağırmış. O da bir Hızır misali yetişmiş, canım benim...
Ah anneannem ah! Kalk gel yetiş, yine kurtar beni o zamanlardaki gibi. Çok özledim. Sana çok ihtiyacım var...
Huri'm, Huriş' im benim. Saçımı okşa eskisi gibi, bitsin bu kâbus tam şu anda.
Senin Adın Ne?
Sen bir İstanbul güzeli
Üzerindeki kara yorgan
Ruhunu örtmeye yetmedi
Ve içimden hiç yok olmadı.
Masal tadında bir kadın
Masal ama gerçek
Gerçek ötesi bir kadın.
Hayallerin var mıydı bilinmez,
Arzuların ise seninle birlikte
Yorgan altında...
Huri'm, Huriş'im...
Cennet senin olduğun yerde mi?
Yoksa cennet senin adın mı?
31 Ocak 2016, Fethiye
Yorumlar
Hoş bir anlatım, samimi,
Hoş bir anlatım, samimi, güzel bir öykü, emeğinize sağlık.
Teşekkür ederim...
Teşekkür ederim...