I.1) TRUMP’IN TETİKLEDİKLERİ
II) KUDÜS’ÜN TARİHİ
II.1) OSMANLILAR DÖNEMİ
II.2) OSMANLILAR SONRASI
III) KUDÜS’ÜN ÖNEMİ
III.1) POLİTİK ANLAMI
III.2) KUDÜS KİMİNDİR? (ŞÖVENİZMİ!)
IV) TAVIR(LAR)
IV.1) SİYONİST POLİTİKA
IV.2) OSLO’NUN “SONU” VE FİLİSTİN CEPHESİ
IV.3) MÜSLÜMAN “DÜNYA”
KUDÜS ORTADOĞU HALKLARININDIR![*]
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Eser kalmadı çölde bizden,
çölün kendine sakladığından gayri.”[1]
Taşların yerinden oynadığı; bol aktörlü Ortadoğu; hâlâ ve yine karmakarışık.
Bilindiği üzere: Donald Trump yönetimi, Tel Aviv’deki büyükelçiliğini, 15 Mayıs 2018’de, İsrail’in “Bağımsızlık” ilanının 70. yıldönümünde Kudüs’e taşıyacağını açıkladı. Böylece, ABD Filistin halkının taleplerini, haklarını yok saymış oluyordu.
Bu kapsamda “Ortadoğu’da gittikçe yayılma eğilimi gösteren dağılma süreci korkuları arttırıyor”ken;[2] Ortadoğu yangınına petrol döken dökene; başta Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıklayan ABD Başkanı Donald Trump olmak üzere!
Oslo Barışı süreci çöktüğünden bu yana, İsrail - Filistin - Hizbullah üçgeninde süregelen yangın, Irak’ın işgaliyle ve bu işgalin tetiklediği Şiî-Sünnî çatışmasıyla şiddetlendi, Arap İsyanları, Suriye iç savaşı, IŞİD olayı ile genişledi.
Suriye iç savaşı sonuna yaklaşır, Rusya’nın katkısıyla İran önemli kazanımlar elde ederken paniğe kapılan Suudi rejiminin her biri bir fiyasko olarak nitelenebilecek adımlarının yangını körüklediğini gördük. Suudi rejimi, önce Yemen’de bir iç savaşa battı, şimdi çıkamıyor. Katar’ı bir ambargoyla hizaya getirmeyi denedi ama sonuç alamadı. Lübnan’daki adamı Hariri’yi istifaya zorladı ama Hariri eve döner dönmez geri adım atınca, küçük düşmekten korunamadı. Bu üç fiyasko, bölgede İran’ın etkisini daha da artırdı. Yemen’de Salih’in öldürülmesi, Trump’ın açıklaması karşısında çeşitli aktörlerin tepkileri, yangının yayılma eğilimini güçlendirecek gibi görünüyor.
Filistin halkından başlarsak; iradesindeki bölünmüşlük, radikal grupların ortaya çıkmaya başlamasıyla daha da derinleşmiş durumda. Bugüne kadar sonuç vermeyen kitlesel tepkiler bir yana, tek umudu, Müslüman dünyadan, Arap rejimlerinden alabileceği destek. Ne yazık ki bu olasılık (kuru gürültünün dışında) zayıf.
Suudi rejimi, İran’a karşı Arap cephesi inşa etmeye çalışırken, İsrail ile ilişkilerini çeşitli düzeylerde geliştiriyordu. Şimdi, Suudi rejiminin kurmaya çalıştığı Sünnî cephesindekilerin İsrail ile, İran’a karşı geliştirmeye çalıştıkları ilişkileri tehlikeye atmadan bir tavır almaları olanaksız. Ek olarak, Mısır’ın başında IŞİD belası var, Hamas’la ilişkiler iyi değil.
Trump’ın açıklaması Suudi rejiminin hesaplarını altüst ederken, İran için, İran basınındaki yorumlardan da gördüğümüz gibi, yeni olanaklar yaratıyor. İran, tüm Arap ve Müslüman dünyayı Filistin direnişine destek olmaya çağırabiliyor.[3]
Evet, 15 Mayıs 2018’e doğru her şey çok daha karmaşık!
I.) TRUMP’IN ABD’Sİ İLE KUDÜS
Trump’ın ABD’si Kudüs kararı ile belasını arıyor; buna şüphe yok.
Bu kararın faturası bölge açısından emperyalistlerin zannettiğinden ağırken; sonuçları da yeni bir karmaşa ve kapsamlı yıkım özelliği taşıyor.
“Kudüs bombasının pimini Trump çekmiş”ken;[4] ABD Başkanı teslim etmeli ki, Amerikan diplomasisi açısından çok “cesur”, çılgınca bir karara imza attı. Aslında ABD Kongresi’nin 1995’te aldığı, kampanya vaatlerinde kullansalar bile hiçbir başkanın uygulamaya cesaret edemediği bir karardı bu![5] Dünya çapında üç dinin takipçileri için de kutsallık içeren Kudüs’ü (Yaruşalayim/ Jerusalem) resmen İsrail’in başkenti olarak tanıdıklarını ve elçiliklerini taşıyacaklarını duyurdu!
Söz konusu karar dünyanın en etkili devletinin; insanlığa büyük yıkım getirmiş iki dünya savaşının ardından şekillenmiş ve Ortadoğu’da sömürgecilik döneminden çıkıştan kalma en çetrefilli mesele olan İsrail-Filistin anlaşmazlığında açıkça İsrail’den yana tavır alması demektir…
Yolsuzluk ithamlarından bunalmış İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya “ilaç gibi” gelen bu karar, ortada zaten barış süreci de yokken, ABD ve İsrail cephesinin hep savunageldiği “iki devletli çözüm” formülüne sıkılmış bir kurşundur. Öyleyse asıl soru niye sıkıldığı ve niye şimdi sıkıldığındadır?
İsrail; BM taksimini Arapların reddetmesi sonucu, 1948’de kurulması sonrasında salt Batı Kudüs’ü elinde tutuyordu. Ortadoğu’nun Süveyş krizi ile sarsıldığı yılların ardından 1967 savaşıyla o vakitler Ürdün’ün kontrolündeki Doğu Kudüs’ü de ele geçirdiler. İsrail’in Kudüs’ün bir bütün olarak başkent ilanı 1980’deki ilhakla geldi. Uluslararası toplum bu ilhakı tanımadı. Filistinliler Doğu Kudüs’ü gelecekteki devletlerinin başkenti görse de İsrail’in yerleşim birimleriyle genişleme politikalarına mani olamadılar. Yine de Kudüs’ün statüsü 1993’teki Oslo sürecinden beri müzakere masasının unsuru olageldi. Bugün Kudüs’te 850 bin kişi yaşıyor. Nüfusun yüzde 37’sini Araplar, yüzde 61’ini de Yahudiler oluşturuyor.
Hâl böyleyken Hamas “cehennemin kapılarının açılacağı” söylemine sarılıp, tüm Arap ve İslâm ülkelerine ABD ile ilişkilerini kesip elçilerini yollama çağrısı yaptı.
Peki Trump niçin böyle bir adım attı? Obama yönetimi Ortadoğu’ya ‘İhvan’ üzerinden dizayn vermeye çalışıp başarısızlığa uğramışken; Trump ise, Vahhabî/ Selefî Suudi Arabistan’da genç kral üzerinden modernleşme hamlesiyle yürümek istiyor.[6]
Özetle Suriye’de arzu ettiği sonucu elde edemeyen ABD, çok yönlü çatışmaları kışkırtarak ilerlemek yanlısı ve Kudüs kararı üzerinden bunu yapmaya, devreye sokmayı deniyor; tüm tehlikeli sonuçlarına rağmen!
Yani “Kudüs hamlesiyle… ABD yeni savaş alanları arıyor”![7]
I.1) TRUMP’IN TETİKLEDİKLERİ
Trump, 6 Aralık 2017 tarihli konuşmasında, Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak tanıdıklarını ve Tel Aviv’deki Büyükelçiliği buraya taşıyacaklarını açıkladı. Beyaz Saray’daki basın toplantısında konuşan Trump, tüm dünyanın karşı çıktığı adımı “Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak tanımanın zamanı geldi” ifadesiyle duyurup ekledi:
“Kudüs yalnızca üç büyük dinin kalbi değildir. Aynı zamanda dünyanın en başarılı demokrasilerinden birisinin de merkezidir. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanların birlikte barış içinde yaşayıp özgürce ibadet ettiği bir yerdir. Knesset (İsrail Parlamentosu) bu şehirdedir, Yüksek Mahkeme bu kenttedir. Aynı şekilde Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın resmi konutları bu kenttedir.”[8]
Trump’ın, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğuna ilişkin yasayı onaylaması çeşitli tartışma ve protestolara yol açarken; Hamas lideri İsmail Haniye, İsrail’e yeni bir İntifada çağrısında bulundu. AFP ise İsrail ordusunun Batı Şeria’ya asker sevkiyatında bulunduğunu duyurdu.[9]
Ayrıca Reuters, ABD Başkanı’nın Kudüs kararına ilişkin açıklamada Irak’taki etkili Şiî milis gruplardan el Nucaba örgütünün, “Bu, ABD askerlerine yapılan saldırıları meşrulaştırmıştır,” ifadesini kullandığını duyurdu.[10]
Açıklama itibariyle Ortadoğu alev alevdi; İsrail askerleri ve göstericiler arasındaki çıkan çatışmada çok sayıda kişi yaralandı. Hamas da, İsrail’e karşı yeni İntifada çağrısı yaptı!
Gelişmeler dakikası dakikasına şöyleydi:[11]
07.10
Daha Trump kararı açıklamadan kutlamalara başlayan İsrail’de, Başbakan Netanyahu “Tarihi bir an” ifadesini kullandı, ABD Başkanı’na derin bir minnettarlık duyduğunu söyledi. Kutsal kenti çevreleyen tarihi duvarlara ise ABD ve İsrail bayrakları yansıtıldı.
07.15
Arap coğrafyasında protestocular sokaktaydı. Ürdün’ün birçok kentinde sokağa çıkan göstericiler, Filistin ve Kudüs lehine sloganlar attı. Ülkede Cuma günü büyük bir gösteri yapılması bekleniyor.
07.25
Filistin lideri Mahmud Abbas, Trump’ın basın toplantısının hemen ardından kararı kınadı. Abbas “Trump’ın kararı, Washington’ın barış sürecinden çekilme ilanıdır” dedi, ABD’nin uluslararası anlaşmaları ihlâl ettiğini bildirdi. Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da da gösteriler vardı. Filistinliler, Trump’ın posterlerini ve ABD bayraklarını yaktı. Gazze’deki gösteriye Hamas lideri İsmail Heniyye de katıldı. ‘Euronews’ televizyonuna konuşan bir gösterici, Mahmud Abbas’tan tüm barış görüşmelerini hemen durdurmasını istedi.
07.30
İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallström, şu açıklamayı yaptı: “İsveç hükümeti ABD’nin Kudüs kararından derin endişe duymaktadır. Uluslararası hukuk ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına aykırı bir durum söz konusu. Karar uzun süredir problemli olan bir bölgede barış görüşmelerini sekteye uğratıp istikrarsızlık getirecek. ABD’nin aldığı karar, AB ve İsveç’in Kudüs’e bakış açısını etkilemiyor.”
07.40
İran Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, Trump’ın hamlesinin BM kararlarını çiğnediğini belirterek, “Kışkırtıcı karar yeni bir İntifadaya, şiddet ve radikalliğe yol açacaktır,” denildi.
07.45
Almanya’dan da saatler içinde açıklama geldi. Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, “Büyükelçiliğimiz diğer Avrupa büyükelçiliklerinin de yer aldığı Tel Aviv’de bulunuyor. Bunun nedeni sadece tek taraflı adım atmamak değil, aynı zamanda eşlik ettiğimiz müzakere sürecinin bir gereği. Bu karar nihai olarak İsrail ve Filistin halkları arasında alınacak,” ifadesini kullandı.
07.50
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “Başkan Trump’ın sadece ABD’yi işin içine katan tek taraflı kararını onaylamadığıma dair pozisyonumu koruyorum. Üzüntü verici karar hem uluslararası hukukla, hem de BM kararlarıyla çelişiyor,” diyerek karara karşı çıktı.
07.55
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “İki devletli çözümün hiçbir alternatifi yoktur. Bir B Planı yok,” diyerek Trump’ı hedef aldı. Kutsal kentin hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin başkenti olması gerektiğini vurgulayan Guterres, tarafların müzakere masasına dönmesi için her şeyi yapacağını söyledi.
08.00
ABD New York’taki Manhattan’da toplanan Filistin ve Müslüman ülkelerden öğrenciler, kararı protesto etti. ‘Özgür Kudüs, Özgür Filistin’ yazılı pankartlar taşıyan göstericiler, ‘Hey Trump, Gazze kuşatması kalkmak zorunda, bunun farkında değil misin?’, ‘Kudüs ağlama, Filistin hiçbir zaman ölmeyecek’, ‘Kudüs hiçbir zaman İsrail’e ait olmadı’ sloganları attı. Kararın açıklandığı Beyaz Saray önünde de gösteri vardı. Aralarında bazı Yahudi dernekleri, Amerikan Müslüman toplu temsilcileri ve Ulusal Kiliseler Konseyi üyelerinin bulunduğu grup, dayanışma içinde Trump’a karşı çıktı.
08.15
Endonezya Başkanı Joko Widodo, tanımayı güçlü bir şekilde kınadığını belirterek Trump’tan kararını geri çekmesini istedi.
08.35
Singapur Dışişleri Bakanlığı, “Kudüs geçmişi uzun olan hassas bir mesele. Kudüs hakkında alınacak kararların İsrail ve Filistin’in katıldığı doğrudan müzakerelerle alınması gerekir. Tek taraflı alınan kararlar Ortadoğu ve Filistin sorununun barışçıl yollarla çözülmesini engeller” açıklamasını yaptı.
08.40
Malezya Başbakanı Necip Rezak, “Malezya ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararını hiçbir zaman kabul etmeyecek,” dedi.
09.45
BM Güvenlik Konseyi (BMGK), acil olarak Kudüs gündemiyle toplantıya çağrıldı. Toplantı çağrısı Fransa, Bolivya, Mısır, İtalya, Senegal, İsveç, İngiltere ve Uruguay’dan geldi.
10.30
Filistin’de derin bir hayal kırıklığı ve öfke hâkim. Gazze Şeridi’nde göstericiler sabah erkenden sokağa çıktı, İsrail polisi biber gazı ve tazyikli su kullanıyor. Batı Şeria’da ise genel greve gidiliyor. Kudüs’ün doğusunda ve Ramallah’ta dükkânlar kapalı.
10.40
Körfez ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri, bu sabah Kudüs’ün başkent olarak tanınmasını kınadı.
10.50
CNN International’a konuşan Beyaz Saray’dan bazı yetkililer, Trump’ın kararının Ortadoğu’daki barış sürecine zarar vereceğini kabul etti. İsmi açıklanmayan yetkililer, “Sürecin, umuyoruz ki geçici bir süre, raydan çıkmasına hazırlıklıyız. Eminim bu, geçici bir süre olacaktır,” dedi. CNN haberi “Beyaz Saray: Barış süreci hasar gördü” manşetiyle sundu.
11.20
İsrail Başbakanı Netanyahu, ABD’yi takip ederek büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıyacak birçok ülkeyle temas hâlinde olduklarını savundu.
11.25
Hamas lideri İsmail Heniyye, İsrail’e karşı yeni İntifada çağrısı yaptı. “Siyonist düşmana karşı İntifada çağrısı yapmalı ve bunun için çalışmalıyız,” dedi.
11.35
Azerbaycan, yazılı açıklamayla tepkisini gösterdi. Dışişleri Bakanlığı’ndan yayınlanan metinde, “Azerbaycan, İsrail-Filistin çatışmasının barış yoluyla çözülmesini destekliyor. Sorunun Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olacak şekilde çözülmesinden yanayız. Tüm taraflara, BMGK’nın kararlarına uyma çağrısında bulunuyoruz,” denildi.
11.50
İran destekli Irak milisleri, ülkedeki ABD güçlerini hedef alma sinyali verdi. Hizbullah bağlantılı Irak Hareketi, “Trump’ın kararı aptalca. İsrail’i İslâm ulusu bünyesinden çıkarmak büyük bir kıvılcımı ateşleyecek ve ABD güçlerini hedef almak için meşru bir neden olacak” açıklamasını yaptı.
11.55
Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, net biçimde Trump’ın karşısında durdu. Büyükelçiliği Kudüs’e taşımayacaklarını ilan eden Ardern, “Karar bizi daha ileriye götürmeyecek. Bunun bazı şeyleri zorlaştıracağından şüphem yok. Her zaman iki devletli bir çözümü destekledik. Kudüs ve dini mekânlardaki sorunlar, iki devletli çözümün süreci bağlamında çözülmelidir,” dedi.
12.40
İngiltere Başbakanı Theresa May, Trump’ın kararına katılmadıklarını resmen duyurup şunları dedi: “ABD’nin, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma ve bir nihai statü anlaşmasına varılmadan önce Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararına katılmıyoruz. Böyle bir adımın bölgedeki barış beklentilerine yardımcı olmayacağına inanıyoruz. Birleşik Krallık’ın İsrail’deki büyükelçiliği Tel Aviv’dedir ve büyükelçiliğimizi taşımak gibi bir planımız bulunmamaktadır. Kudüs’ün statüsüne ilişkin görüşümüz açıktır ve uzun zamandır benimsemiş olduğumuz bir görüştür: Kudüs’ün statüsü, İsrailliler ve Filistinliler arasında müzakere edilmiş bir anlaşma ile belirlenmelidir ve bunun sonucunda Kudüs; İsrail ve Filistin devletlerinin ortak başkenti olmalıdır. Konuya ilişkin BM Güvenlik Konseyi Kararları doğrultusunda, biz Doğu Kudüs’ü, İşgal Altındaki Filistin Topraklarının bir parçası olarak görüyoruz.”
13.10
Belçika Dışişleri Bakanı Didier Reynders, AB’nin Ortadoğu Barış Süreci için daha fazla devreye girmesini istedi ve “Artık barış sürecinde AB’nin daha etkin rol üstlenmesi gerekiyor. İsrail’in en büyük ticaret ortağı ve Filistin hükümetinin temel destekçilerinden biri olarak önemli bir konumumuz var. Belçikalı diplomatlar, bunun çok kötü bir karar olduğunu Amerikalı muhataplarına açık şekilde belirtti. ABD’de dış politika kararları alınırken artık müttefiklerin dahil edilmediğini görüyoruz. ABD yönetimi tek taraflı olarak kendi karar veriyor,” dedi.
13.20
Irak, Bağdat’taki ABD Büyükelçisi’ni Dışişleri Bakanlığı’na çağırdı. Irak Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ahmed Mahcub, yaptığı yazılı açıklamada, Trump’ın Kudüs kararından dolayı Bağdat Büyükelçisi Douglas Silliman’a nota verdiklerini ifade etti.
14.25
Rusya Dışişleri Bakanlığı, Trump’ın Kudüs konusundaki yaklaşımından dolayı ciddi endişe içerisinde olduklarını belirtti. Moskova, bütün taraflara tehlikeli ve kontrol dışı sonuçlara yol açabilecek adımlardan kaçınma çağrısında da bulundu.
14.40
Pakistan’ın Peşaver kentinde düzenlenen gösteride ABD ve İsrail bayrakları, Trump posterleriyle birlikte yakıldı.
14.45
İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının çok faydalı olmadığını ve kendi planlarına bağlı kalacaklarını söyledi.
14.55
‘Haaretz’ gazetesi, İsrail askerleri ile Filistinli göstericilerin Batı Şeria ve Gazze’de çatıştığını bildiriyor. Çok sayıda göstericinin yaralandığı olayların fotoğraflarını uluslararası haber ajansı Reuters dünyaya servis ediyor. Haaretz Batı Şeria’da 14 protestocunun biber gazından, iki Filistinlinin de plastik mermi nedeniyle yaralandığını aktarıyor. İsrail askerleri Gazze sınırını toplananları dağıtıyordu, çatışmada yaralılar vardı. Ayrıca İsrail ordusu, Batı Şeria’ya asker yığma kararı aldığını duyururken; Ramallah, Tulkarm ve Nablus’ta yüzlerce gösterici sokağa çıkmış durumda. İsrail ve ABD bayraklarını yakan eylemcilerin öfkesinden Trump’ın posterleri de nasibini alıyordu.
15.40
Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov, Trump’ın Kudüs hamlesinin uluslararası toplumu ikiye böldüğünü açıkladı.
15.50
Türkiye’deki gösterilerin adresi, Ankara’daki ABD Büyükelçiliği önü. Reuters haber ajansı, ellerinde Filistin ve Türkiye bayraklarıyla slogan atan protestocuların fotoğraflarını dünyaya servis ediyor.
16.35
Çin Dışişleri Bakanlığı, ABD’ye, İsrail ile Filistin arasında Kudüs’ün statüsüne ilişkin yaşanan ihtilafta “tarafsız ve adil olması” çağrısı yaptı.
17.40
Filistin’deki Fetih Hareketi, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının ardından barış sürecindeki rolünü sona erdirdiğini açıkladı.
18.00
Reuters, protesto gösterilerinde en az 31 Filistinli göstericinin yaralandığını duyurdu.
Washington yönetiminin aldığı karara tepkiler bunlarla sınırlı değildi. Uluslararası toplum Müslüman dünyasında büyük öfkeye neden olan kararın ardından hemen devreye girdi.
II) KUDÜS’ÜN TARİHİ
Tek tanrılı dinlerin en “kutsal şehirlerinden” biri. Öyle ki Yahudilere göre yeryüzünün en kutsal şehri. Yine onun içerisinde yer alan Mescid-i Aksa yaratılan en kutsal alan; Tanrı, insan ile burada buluşacak, dolayısıyla Mescid-i Aksa yüzleşmenin gerçekleşeceği en güzel yer; böyle inanıyor Museviler. Dahası bir Yahudi’nin ebedi kıblesi, hac edebileceği tek yer Mescid-i Aksa.
Nereden mi bahsediyoruz? Kudüs’ten… Bu şehir Yahudiler için o kadar kutsal ki, inanç mensupları ancak Kudüs’e dönerek dua edebilir. Onlara göre Mehdi’nin geleceği şehir de Kudüs’tür. Tevrat’ta, söz konusu şehir Davut Peygamber’in dilinden şöyle anlatılır: “Seni unutursam ey Kudüs, sağ elim hünerini unutsun. Eğer seni anmazsam, eğer Kudüs’ü baş sevincimden üstün tutmazsam, dilim damağıma yapışsın!” Yine aynı kitapta geçen şu ifadeler de hayli düşündürücü ve çarpıcıdır: “İbrahim Peygamber’e yönelik olarak: Bu toprağı (Nablus/ Filistin) senin sülbüne vereceğim”
Her ne kadar Yahudiler için vazgeçilmez bir şehir olsa da, ifade ettiğimiz gibi diğer tek tanrılı dinler de “Kudüs”e kutsal şehir diye bakarlar. Zira o dinlerin tarihinde de “unutulmayacak” bir yer edinir Kudüs. Örneğin Hıristiyanlar da Kudüs’ü yeryüzünün en kutsal şehri olarak kabul ederler. İsa’nın doğumu ve yaşamıyla ilgili tüm yerler Kudüs ve onun çevresinde geçer; örneğin İsa Kudüs’te çarmıha gerilmiştir. 40 kadar Hıristiyan tapınağı bu şehirde bulunmaktadır.[12] Meryem orada büyümüş, Zekeriya Peygamber ve eşi orada yaşamıştır. Benzer biçimde onlar da Mehdi’nin geleceği şehri Kudüs olarak kabul ederler. Luka İncil’inde Kudüs’le ilgili şu ifadeler geçer; “Onu Tanrı’nın şehri Kudüs’te ölüm beklemektedir. Çünkü bir peygamber Kudüs’ten başka bir yerde ölemez.”
Nihai olarak Müslümanlar da “Kudüs”ü büyük bir maneviyatla sahiplenir. Zira Müslümanlar için Kudüs, ilk kıblenin, ikinci mescidin adı olmuştur. Hâlihazırda Müslümanların ziyaret edebileceği üçüncü mescid yeri de Mescid-i Aksa’dır. İslâm Peygamberi’nin göklere Kudüs’ten gittiğine inanılmaktadır. Peygamberler şehridir Kudüs. İbrahim, İshak, Davud, Süleyman bu bölgede yaşamıştır. Yine inanca göre hem şehir hem de mescid Adem Peygamber tarafından imar edilmiştir. Bunun dışında Kur’an ve hadislerde Kudüs ile ilgili yer alan anlatımlar, şehrin kutsallığına işaret etmektedir. Nihai olarak yaklaşık 1400 yıl boyunca Müslümanların hâkimiyetinde kalan bir şehirdir Kudüs; bu anlamda Müslümanlar tarihinde önemli bir yere sahiptir.[13]
Özetle üç büyük din için “mana” değeri yüksek bir yerdir anılan şehir. Özellikle Yahudi inancı açısından taşıdığı “kutsallık” ortadadır. Tam da bu sebepten olsa gerek oldukça istismara açık bir konudur Kudüs. Örneğin İsrail, BM’nin 1967’den beri ifade ettiği üzere Kudüs üzerinde açıkça “provokasyon” denilebilecek eylemliliklerde bulunmuştur. Bugün geldiğimiz noktada Kudüs’ün başkent ilan edilmesi de bu zihniyetin bir sonucu olarak vuku bulmuştur. Zira kitleler için yaşam ve sonrası ile kurulan bir bağ; kendini tanımlamanın güçlü bir ifadesi ve varlığa yüklenen bir “değer” olarak ifade edebileceğimiz din/inanç olgusu, iktidarlar için oldukça işlevsel, tahrik gücü yüksek politik araçlardır.[14]
Ortadoğu gibi yangın yerine dönmüş bir coğrafyada açıkça “işgallerle” adım adım sınırlarını yükselten ve bunda hiçbir beis görmeyen İsrail’in gelinen noktada Kudüs’ü başkent ilan etmesi tesadüfî değildir. Nitekim şu sözler İsrailli General Moşe Dayan tarafından 1967 yılında Kudüs’te ifade edilmiştir: “Kudüs’ü kurtardık; İsrail’in başkenti olan parçalanmış kenti birleştirdik. Bu kutsal anıta, bir daha ayrılmamak üzere döndük.”[15]
Biraz daha gerilere gidersek: Kadim bir geçmişe sahip Kudüs için verilen kavgalar ve yapılan savaşlar milattan önce VI. yüzyılda Pers İmparatorluğu dönemine kadar gider. İlk çatışma, M.Ö. 586’da gerçekleşmiştir ve dinler tarihinde birinci sürgün diye geçer ki; Yahudilerin Kenan’dan sürülüp Babil’e esir götürülmeleri hadisesidir. Hz. Süleyman tapınağı da bu dönemde yine Yahudileri sürgüne götüren Babil Kıralı II. Buhtunnasr (Nebukadnezar) tarafından yıkılmıştır. İlk beş kitabı hariç, bugünkü bildiğimiz hâliyle Tevrat’ın Babil Sürgünü döneminde yazıldığı Yahudiler tarafından iddia edilir.
Roma dönemi Yahudiler için nispeten sakin de olsa tarihlerinin ikinci büyük yıkımını yine bu devirde yaşamışlardır. (M.S. 70) Hz. Süleyman ve Hz. Davut’tan (İslâm’a göre peygamberdirler, fakat Yahudilere göre kraldırlar) miras kalan kutsal tapınakları (Yudea kralı Herod’un yaptırdığı tapınak) bu dönemde Roma tarafından yıkılmıştır. Günümüzdeki Ağlama Duvarı ise bu tapınağın küçük bir kalıntısıdır.
Hıristiyanlar için ise Hz. İsa’nın M.S. 30 yılında, burada verdiği vaazlar ve Roma İmparatorluğu tarafından Golgota tepesinde çarmıha gerilmesi bakımından Kudüs çok önemlidir. Bu olayı simgelemesi için IV. yüzyılda, aynı tepede Roma İmparatoru I. Konstantin tarafından Kutsal Kabir Kilisesi inşa edilmiştir. Hıristiyanlar Hz. İsa’nın bu topraklarda dünyaya döneceğine (Hıristiyanlığa özgü bir mehdi inancı) inanırlar. Hatta XI. ve XIII yüzyıllardaki Haçlı Seferleri bu inanç doğrultusunda, Kudüs’e giden hac yollarının yeniden açılması için yapılmıştır.
Hz. Muhammed’in, birkaç yıl olsa da Kudüs’e yönelerek namaz kılması; yine Peygamber’in Mescidi Haram’dan Mescidi Aksa’ya bir gece götürülmesi şeklinde gerçekleşen İsra ve miraç hadisesi; Hz. İbrahim’den itibaren pek çok peygamberin bu beldede yaşamış olması, Hz. Süleyman’ın inşa ettiği Beytül Makdis’i de içinde barındırması Müslümanların bu şehre bakışını belirler. Kudüs, Hz. Ömer tarafından 638’de fethedilmiştir. Günümüzdeki Kubbetü’s-Sahra (Taş Kubbe) Emevilerce 691 yılında yapılmıştır. 715 yılında yapılan El-Aksa Cami, Hz. Muhammed’in Kadir Gecesinde ”en uzağa” yaptığı manevi yolculuğu simgeler.
Tarih boyunca Kudüs’e, Pers İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Emeviler, Abbasiler, Fatımiler, Eyyubiler, Memlukler ve Osmanlılar hamilik etmiştir. Kudüs’ün, Osmanlıların elinden çıkışı, 1917’de I. Dünya Savaşı sırasındadır. 1917 ile 1948 arasında İngiliz himayesinde kalan Kudüs, 1948’de İsrail’in resmen kurulmasıyla, oldukça tartışmalı bir şekilde İsrail topraklarına dâhil edilmiştir.[16]
II.1) OSMANLILAR DÖNEMİ
Kudüs, Osmanlı egemenliğine Yavuz Selim’in Mısır seferi (1517) ile geçmişti ve bu egemenlik tam dört yüz yıl sürdü. Ne var ki bu kadim şehrin tarihi kavgalarla doludur ve bu kavgalar Osmanlı döneminde de devam etti. Bölge tarihçisi E. H. Cline’a göre Kudüs, binlerce yıllık tarihinde iki kez tahrip edilmiş, 23 kez kuşatılmış, 52 kez saldırıya uğramış ve 44 kez de zapt edilmişti.
Yavuz, Mısır seferinde Halife Mütevekkil’den çok Mekke Şerifi’ne önem vermiş ve ondan “İki Kutsal Şehrin Hizmetkârı / Hadim-ül Haremeyn el-Muhteremeyn” sıfatını almıştı. Aslında daha 1492’den itibaren İspanya ve Portekiz’den kaçmak zorunda kalan Yahudiler Osmanlı Devleti’nde çeşitli bölgelere ve büyük şehirlere yerleşmişlerdi. Özellikle İstanbul 44 Sinagogu ve 30.000’i bulan Yahudi nüfusu ile Avrupa’nın en kalabalık Musevi nüfusu olan şehri hâline gelmişti. Kudüs’te 1488’de 70 Yahudi ailesi varken XVI. yüzyıl başlarında 1500 kadar aileden oluşan bir cemaat ortaya çıktı. Kudüs ve Mescidi Aksa, İslâm dünyasında kutsallık açısından (Mekke’deki Mescidi Haram ve Medine’deki Mescidi Nebevi’den sonra) üçüncü sırayı işgal ediyordu. Yavuz Selim ve Kanuni Süleyman döneminde şehir barış ve huzur içinde yaşadı. Kanuni şehri bir surla koruma altına aldırmış; su kanallarını yenilemiş; çeşmeler yaptırmıştı. Eşi Hürrem Sultan da bir külliye ile şehrin canlılığına katkıda bulundu.
Kanuni devrinde banker Yasef Nassi, IV. Mehmet zamanında da Sabetay Sevi Yahudi gücünün simgeleri oldular. Osmanlı Yahudilerinin tarihini yazan Moise Franco, eserinde, “Türkiye’de Yahudiler bu dönemde o kadar özgür oldular ki, diyordu, saf, fakat uğradıkları bunca zulümden sonra doğal bir hayalcilik kendilerini yakında bir peygamberin geleceğine inandırdı”.
Bilindiği gibi XVII. yüzyılın ortalarında, Sabetay Sevi’nin şahsında, bu peygamberin geldiğine de inandılar. Oysa tımar sisteminin giderek bozulması ve merkeziyetçiliğin zayıflaması ile Kudüs tarihinde yeni bir dönem başlıyordu. Bu dönemde Kudüs’te merkezi iktidara karşı önce yerel beyler, sonra da Ortodoks ve Katolik Hıristiyanlar güç kazandılar. Ayanlık sistemi Kudüs sancağının güçlü yerel ailelerin (Tûkan, Halidî, Hüseynî) eline geçmesine yol açmıştı.
XVII. yüzyılda Osmanlı Hıristiyanları arasında Ortodokslar çoğunlukta olsalar da Latin Kilisesi’nin himayesi Katoliklere bir üstünlük sağlıyordu. Özellikle Fransa 1659 kapitülasyonları ile Osmanlı Devleti’nde ayrıcalıklar elde etmişti. 1740 kapitülasyonları bunları daha da pekiştirdi. 100 yıl kadar sonra ise, Rusya, Mısır valisi karşısında acze düşmüş bir sultana karşı harekete geçiyor, Kutsal yerlerin himayesini sağlamak üzere Dersaadet’e tam yetkili Mençikof’u elçi olarak gönderiyordu. Oysa bu tablo sadece Fransızları değil, Protestan İngilizleri de korkuttu ve hep birlikte Sultan’ın yardımına koştular. Kutsal topraklar Rus çarının keyfine terk edilemezdi. Kırım Savaşı bu koşullarda başladı.
1848 devriminden sonra Avrupa’da özgürlüklerine kavuşan ve büyük bir finans gücü oluşturan Yahudiler de Kırım Savaşı’ndan sonra Kudüs’e farklı gözlerle bakmaya başlamışlardı. Savaşı finanse edenler arasında ünlü Yahudi ailesi Kamondo’lar da vardı. Savaştan sonra Yahudilerin en büyük dost ve koruyucuları da III. Napolyon oldu. 1860’da Fransa’da kurulan Evrensel Yahudi Birliği (Alliance Israelite Universelle) kısa zamanda bütün ülkelerde şubeler açmış ve 1867 yılından itibaren de Osmanlı Devleti’nde okullar kurmaya başlamıştı. Birliğin Osmanlı şubesini Kamondo’lar yönetiyordu ve aile üyeleri, sarrafı oldukları Fuat Paşa’dan da Mecidiye nişanı almışlardı.[17]
Aynı yıl Birlik kurucularından Charles Netter, örgüte, Doğu ülkelerinden Yahudi kutsal topraklarına (Erez Israel) bir göç sağlamak ve bu topraklarda tarımsal yerleşme birimleri kurmayı önermişti. Netter bu amaçla Erez Israel’e yollandı ve bu girişimlerin sonucu olarak da, iki yıl sonra, Yafa civarında 2600 dönümlük bir arazi üzerinde bir okul kuruldu. Yine 1869 yılında, Birlik’in kuruluşunda en çok yardımda bulunanlardan M. Hirsch, İstanbul’u Avrupa’ya bağlayacak demiryolu hattının imtiyazını alıyor ve işe başlıyordu. Yine de Yahudilerin Erez Israel’e yerleşme konusunda en büyük girişimleri, Theodore Herzl sayesinde Abdülhamit döneminde gerçekleşecektir.
Bir Avusturyalı Yahudi olan Theodore Herzl, 1896’da yayınladığı ‘Der Judenstaat/ Yahudi Devleti’ başlıklı yapıtla Siyonizm’in temellerini atmıştı, aynı yıl İstanbul’u ziyaret etti. Bu ziyaretinde bazı Osmanlı yöneticileri ile görüşme imkânı bulmuş, fakat bir şey elde edememişti. Yılmadı, ertesi yıl Basel’de toplanan Siyonist Kongre’de iskân planlarını açıkladı. Kongre, Herzl’in önerisi ile Abdülhamit’e de “Yahudilere karşı iyi tutumundan ötürü” bir teşekkür telgrafı yollamayı ihmal etmemişti. Ne var ki bir yıl sonra Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Kudüs’e yaptığı ziyaret oyunu bozuyor, sahneye yeni ve güçlü bir aktör çıkarıyordu. Herzl yine yılmadı; onunla da görüşme olanağı buldu ve İmparator’a Yahudi iskânının bölgeyi nasıl refaha kavuşturacağını anlattı. Oysa Wilhelm’in Yahudilere hiç de sempatisi yoktu ve bölgenin daha çok Almanlar tarafından iskânını tasarlıyordu.
1901’de Herzl bu kez de Abdülhamit’in huzuruna çıktı. Görüşmeyi Sultan’ın güvenine sahip olan şarkiyatçı A. Vambery sağlamıştı. Sultan’a heyecanla Yahudilerin sadakatini anlatıyor, Osmanlı Devleti’ne Yahudi bankerlerden sağlayacağı kredileri dile getiriyordu. Görüşme dostça geçti; Sultan kendisinden bir plan yapmasını istedi ve Herzl de umutla Paris ve Londra’nın yolunu tuttu. Ne var ki orada beklediğini bulamamış; görüştüğü bankerler “tarihi yardım” kredisine sağır kalmışlardı. Kaldı ki ertesi yıl Herzl tekrar Dersaadet’in yolunu tuttuğu zaman Osmanlı ricalinin de çok farklı planlar içinde olduklarını görmüştü. Abdülhamit, bu konuda eser veren tarihçilerden Walter Laqueur ve Simon Doubnov’a göre, çıkarcı ve rüşvetçi bir çete tarafından kuşatılmıştı. Sadece İzzet Paşa, Herzl’den bir milyon sterlin rüşvet istemişti. Onlara göre Yahudiler Kutsal topraklarda toplu şekilde değil, ancak gruplar hâlinde eyaletlere dağılmış olarak iskân edilebilirdi.
Durum Jön Türk Devrimi ve İttihatçı yönetim zamanında da değişmedi. Aralarında güçlü Yahudiler, Yahudi sempatizanları ve dönmeler olmasına rağmen bu dönemde Türkçülük, İslâmcılığın yerini almış, Siyonist planlara set çekmeye başlamıştı. Kaldı ki kısa süre sonra ülke kendisini savaş içinde buldu. 1917’de de General E. Allenby Kudüs’ü teslim alıyor, Filistin’de otuz yıl sürecek olan İngiliz mandası fiilen başlıyordu. Kudüs’te 1882’de 24 bin olan Yahudi nüfusu 1914’te 85 bine çıkmıştı. Bu tablo gösteriyor ki Herzl’in özlediği “Yahudi Devleti”nin temelleri aslında Osmanlı döneminde atılmış,[18] proje İngiliz mandası sırasında hayat bulmuştu.
II.2) OSMANLILAR SONRASI
Filistin’in bugününde emperyalist İngiltere’nin rolü (ve tercihleri) belirleyicidir; şöyle ki: 11 Aralık 1917’de İngiliz General Allenby Kudüs’e girdi. Allenby, Kudüs’e kadar otomobille geldi. Yafa kapısında İngiliz, Fransız, İtalyan, İskoç, İrlanda, Galler, Avustralya-Yeni Zelanda onur kıtaları tarafından karşılandı. Allenby’in 150 kişiye yakın tören alayı bir trompet eşliğinde kapıdan geçip Davut Kalesi basamaklarında durdu. Şehrin ileri gelenleri de oradaydı. Daha sonra İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Arapça, İbranice, Yunanca ve Rusça olarak Allenby’in beyannamesi okundu. Kudüs’ün duvarlarına asılan bu beyannamede şehirde sıkıyönetim ilan edildiği ve üç dine ait mabetlerin korunacağı belirtiliyordu.[19]
Öte yandan 9 Aralık 1917 tarihinde son Osmanlı Kudüs-ü Şerif Mutasarrıfı İzzet Bey, şehri terk ettiğini ve teslimi belediye reisinin yapacağını, Kudüs’ün ünlü ailelerinden gelen Belediye Reisi Vekili Hüseyinzade Hüseyin Bey’e bir mektupla bildirdi.
Kudüs’ün Haçlılardan temizlenmesinden 730 sene, Yavuz Sultan Selim Han’ın şehre girişindense dört asır sonra, Haçlı Hıristiyanların torunları böylece şehre geri dönecekti. Savunma komutanı ve askerler teslim işleminde bulunmadılar. Tahrip edilmesin diye şehri terk etmişlerdi.
General Allenby kuvvetlerinin, kırk günlük kuşatma sırasında kutsal ve tarihi şehrin sur içi mekânlarına, içte ve dıştaki dini eserlere saygılı davrandığı söylenemez. Acımasızca bombardımana devam etmişlerdi.
Alman ve Avusturyalı müttefikler şehri teslim etmesi için Türkleri ikna ettiler. 9 Aralık 1917’de belediye reisi, o sabah şehirden ayrılan Mutasarrıf İzzet Bey’in mektubunu İngilizlere teslim için gittiğinde İngilizler bu mektubu alıp harekete geçmekte tereddüt ettiler. Üst komutanların emriyle şehir teslim alındı.
11 Aralık 1917’de de General Allenby ile Fransız, İtalyan müttefik bölüklerin komutanları en başta, İngiliz komuta heyeti, konsoloslar ve yetkililer şehre Yafa kapısından yaya olarak girdiler.
Bazı Arap çevreleri Allenby’i, “Al Nebi”ye (peygambere) çevirmişlerdi. Gazze’den itibaren döşenen dekovil hattının kenarındaki boruyla Nil’den getirilen tatlı su kastedilerek, şehre su getiren bir peygamberin menkıbesini ileri sürmekten çekinmediler…
General Allenby Osmanlı’nın getirdiği düzeni bozmadı. Kamame Kilisesi’nin anahtarlarını gene Kudüs eşrafından Halidiler ailesine verdi. Mescid-i Aksa, Kubbet-üs Sahra ve Mukaddes Mezar (Kamame Kilisesi) yanındaki Hz. Ömer Camii, gayrimüslimlerin girmemesi için Hintli Müslüman asker ve komutanların nöbetine bırakıldı…
Tabii İngilizlere daha ilk günden hayatı zehretmeye hazırlananlar da oradaydı. Kudüs’teki Hüseyni ailesi, Şam ve Halep’in eşrafı ve biraz zaman geçince Filistin’deki Siyonistler... Britanya emperyalizminin kolay iş güden altın çağının geçtiği ve becerikli Britanya idaresinin idareci efsanesinin tükendiği burada anlaşıldı.[20]
1948 Mayıs’ında İsrail’in bağımsızlığının ilanından sonra Araplarla olan savaşta Kudüs’ün sur dışı semtlerinin Yahudilerde kaldığı anlaşıldı. O zaman bu yeni Kudüs için başkentlik iddiası ileri sürülmedi. Ancak 1967 Savaşı’ndan sonra altı gün içinde Birleşik Arap Orduları içindeki Mısır’ı, Sina ve Gazze’den; Ürdün’ü Batı Şeria Vadisi’nden, Suriye’yi ise Golan Tepeleri’nden püskürtünce İsrail buralarda yerleşerek kaldı.
Tabii, Kudüs’ün Sur içi mıntıkası ve civarı da işgal bölgesiydi. Mesela Ürdün sınırına yakın yerlerde yerleşmeler başladı. Bunlar Kudüs banliyösü sayılabilirdi. Buralara, eski Siyonist yerleşmeler yanında muhafazakâr ve hatta Ortodoks Yahudilerin de yerleştiği ve bunların Kibutz mahiyetini taşımadıkları görülüyordu.
1980’de İsrail, Kudüs’ü tekrardan ilhak edilmiş ebedi başkent ilan etti.[21]
III) KUDÜS’ÜN ÖNEMİ
Öncelikle Kudüs, Müslümanlardan, Hıristiyanlardan ve Yahudilerden de önce tarihsel adıyla “Jerusalem” olarak vardı... Bu dinlerin hiçbiri yokken de “kutsal” idi!
Çoktanrılı dönemde, baş tanrı El’in ikizleri vardı. Bunlardan birincisinin adı “Şahar (Seher) (Gündoğumu Tanrısı)”; ötekisinin ise “Şalem (Günbatımı Tanrısı)” idi... “Jerusalem” adını, “Günbatımı Tanrısı’ndan” alır...
Kentin bu adı, gerek Mısır ve gerekse Mezopotamya kaynaklarında geçmektedir.[22]
Bu saptamanın ardından “Kudüs’ün önemi nedir”e mündemiç soru(lar) ve yanıt(lar)ıyla ilerlersek…
i) Kudüs kenti neden önemli?
Kudüs, İslâmiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik için son derece kutsal yerleri barındırıyor. Müslümanlar için en kutsal yerlerden kabul edilen Mescid-i Aksa ve Kubbet’üs Sahra’nın bulunduğu Harem-üş-Şerif, Doğu Kudüs’te. Şehir Yahudiler için en kutsal mekân olarak adlandırılan Ağlama Duvarı’na ev sahipliği yapıyor. Hıristiyanlar içinse Kudüs, bu kentte bulunan Kutsal Kabir Kilisesi’nin Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği ve gömüldüğü yer olduğuna inanıldığı için önemli.
ii) Kudüs’ün statüsü nedir?
İsrail, 1967’teki Altı Gün Savaşı’nda o zamana kadar Ürdün’ün kontrolü altında bulunan Doğu Kudüs’ü işgal etti. 1980’de kabul ettiği kanunla da İsrail hükümeti, Kudüs’ü “bölünmez başkenti” ilan etti. İsrail devletine ait meclis, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve bakanlıklar gibi resmi kurumlar Kudüs’te yer alıyor. Ancak İsrail’in bu kararı uluslararası alanda tanınmıyor.[23]
Tam bu noktada sözü Ceyda Karan’a bırakmakta büyük yarar var:
“Filistin meselesi öteden beri Filistinliler dışında herkese muhakkak birtakım faydalar sağlar. Filistin ve kutsal kent Kudüs üzerinden iç ve dış politikalarında, deyim yerindeyse ‘ekmek yiyen çoktur’. Geçmişte daha ziyade ‘Araplık’ üzerinden kurulan bu ilişki epeydir en fazla İslâmiyet ve ‘kutsallık’ üzerinden formüle edilmekte.
Mesele kutsallıksa, Hıristiyanlar için de aynısı geçerli. Filistin nüfusunun azımsanmayacak kısmı, yüzde 20-25’i Hıristiyan iken, misal nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan olan ülkelerden ‘Kudüs bizim kutsal davamızdır...’ diye başlayan cümleler işitilmez.
Her koşulda ‘kutsallıktan’ Filistinlilerin bir fayda görmüşlüğü yoktur.”[24]
III.1) POLİTİK ANLAMI
“Trump ve Netanyahu korkunç bir ikili”sinin[25] tetiklediği soru(n)lar güzergâhında, “Kudüs’le açılan yeni dehşet dengelerinin ilk günlerinden aşağıdakiler ile yukarıdakiler arasındaki uçurumu”,[26] çelişkileri derinleştirdiği bir “sır” ya da “kehanet” değil.
Trump’ın “Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımak kararı”na, beri yanda bir Ortadoğu barış planının eşlik ettiği görülürken; şimdiye dek başarısız olduğu görülen Oslo Barış Süreci çöplüğe atılıp, sözde yeni bir vizyon/açılım başlatılıyor… Sonuç olarak bu vizyon ile geçmiş müktesebatı yok sayan “çılgın bir Başkan stratejisiyle” Filistin’e tarihi hezimet kabul ettirilmek isteniyor.[27]
Yani ABD’nin aldığı bu karar, Üçüncü Dünya Savaşının hâlihazırdaki merkezi olan Ortadoğu’da kaynayan kazanın altına yüklü miktarda odun atılması anlamına gelen gayet de bilinçli bir karardır. Net konuşmak gerekirse, ABD’nin istediği tam da budur: Yangını büyütmek, yıkımı derinleştirip yaygınlaştırmak, sonuçta eğer emellerine ulaşabilirse Ortadoğu’daki hâkimiyetini pekiştirip, bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmek…
Bazı yorumcular da, Trump’ın Kudüs adımının, İsrail-Filistin sorununa dair planladığı “çözümün” bir parçası olduğunu söylüyorlar. Suud yönetimi, Mısır ve Ürdün’le yapılan diplomasi trafiğiyle bu “çözümün” zemini hazırlanmış. İsrail başbakanı Netanyahu da ABD’nin “yeni bir barış girişimi için öneri sunacağını” belirtiyor. Çözüm ile kastedilenin ne olduğuna baktığımızda, bunun İsrail’e istediği her şeyi vermek, Filistinlileri de buna boyun eğdirmekten ibaret olduğunu görüyoruz!
Böyle bir anlaşma masası kurulsa ve böyle bir anlaşmaya Filistin yönetimi imza atsa bile bunun bir çözüm olmayacağı apaçık değil midir? Filistin’deki Abbas yönetimi böyle bir imza atarsa, bunun FKÖ’nün siyasi sonu olacağı, özellikle de İslâmcı odakların güçlenmesi anlamına geleceği bellidir. Dolayısıyla bu sözüm ona barış planı, olsa olsa, Filistinlilere kabul edilmesi mümkün olmayan bir plan dayatarak savaşı kışkırtmak anlamına gelir.
ABD’nin aldığı bu yeni karar, Üçüncü Dünya Savaşının hâlihazırdaki merkezi olan Ortadoğu’da kaynayan kazanın altına yüklü miktarda odun atılması anlamına gelen gayet de bilinçli bir karardır. Net konuşmak gerekir, ABD’nin istediği tam da budur: Yangını büyütmek, yıkımı derinleştirip yaygınlaştırmak, sonuçta eğer emellerine ulaşabilirse Ortadoğu’daki hâkimiyetini pekiştirip, bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmek!
Bu adımın, Rusya ve İran’ın bölgedeki kazanımlarına karşı bir cevap olduğu bellidir. Suriye’de ve Yemen’de istediği ölçüde başarılı olamayan ABD emperyalizmi, bölgede güç ve etkisini arttıran Rusya ve İran’ı geriletmek için nice zamandır Suudi merkezli yeni bir eksen oluşturmaya ve savaşı daha doğrudan bir şekilde İran’a doğru yaymaya çalışmaktadır. Bu çabalarda en büyük partneri İsrail’dir.
ABD Kudüs adımıyla, İran ile İsrail arasındaki gerginliği mümkünse çatışma noktasına getirmeyi, İran’ı kışkırtarak saldırgan girişimlere sevk etmeyi, böylelikle hem Suud merkezli ekseni sağlamlaştırmayı hem de İran’a karşı doğrudan ya da dolaylı (Filistin, Lübnan, Yemen gibi coğrafyalarda) bir savaşı başta ABD Kongresi olmak üzere emperyalist ülkelerin kamuoyunda meşrulaştırmayı hedeflemektedir.[28]
Trump’ın ortaya attığı Kudüs bombası ile Ortadoğu’da, “IŞİD sonrası dönem” alt başlığında III. Dünya Savaşı’nı tetiklemesi mümkün olan soru(n)lar derinleşirken, eş zamanlı olarak yapılanma süreci yaşanmaktadır.
Hemen her güç daha fazla pay sahibi olabilmek için hamleler yapıyor; ABD’nin Kudüs’ün başkent olarak tanıması da bunlardan birisidir.
Ancak bu hamle Filistin’in eski BM Daimi Gözlemcisi Feda Nasser’a göre, “Uluslararası hukukun ihlâlidir. Karar aynı zamanda İsrail’in Filistin topraklarına el koyma planının bir parçasıdır. Filistin topraklarının işgali anlamına gelen bu karar aynı zamanda Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul kararlarının doğrudan ihlâli anlamına da geliyor.”[29]
Tam da bunun için Hüsnü Mahalli, “70 yıl önce İsrail’i kuran ABD sistemi, şimdi bu adımıyla o coğrafyada yeni bir 70 yılın kapısını açıyor. Bölge çok kötü bir geleceğe hazırlanıyor,” derken; Faik Bulut da ekliyor: “İsrail Filistin barışı zaten yoktu, askıya alınmıştı. Bu kararla barış süreci belli ki yok olmanın eşiğine gelecek.”[30]
Bu da müthiş bir rekabet ve çatışmayı devreye sokacaktır.
III.2) KUDÜS KİMİNDİR? (ŞÖVENİZMİ!)
Daha şimdiden; “Kudüs kimindir şovenizmi”ni körükleyen bugünkü hâldeki üzere!
Kolay mı? Tevfik Taş’ın, “Kudüs, İsa’nın idamından ötürü asırlar boyunca Hıristiyanlarla Yahudiler arasındaki ayrılıkların da zeminiydi. Bu zemin, iki kesimi ne daha fazla ayırdı, ne de birleştirdi… Ne var ki Kudüs bugün de yalnızca Filistinlilerin ve İsraillilerin birbirini boğazladıkları kutsal toprak değil, İslâmiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlık alanlarının söz çırpıntılarıyla dünyaya burada ‘bir boğazlaşmanın daim olacağı’ tehdidini püskürtüyorlar,”[31] diye betimlediği tabloda post-modern kimlikçi siyasetlerin ön plana çıktığı, etnik, dinsel, mezhepsel fay hatlarının harekete geçirildiği Ortadoğu’da tüm siyasal, toplumsal yaşam bu “zamanın ruhu”na göre şekilleniyor. Hâliyle de kimlik üzerinden, aidiyetler üzerinden sürdürülen çatışmalar belirleyici oluyor.
Bu kimlikçi döngüden şu an için çıkmak elbette ki hiç kolay değil. Ama imkânsız da değil. Kimlikler üzerinden, dinsel aidiyetler üzerinden verilen kavga da yeni çatışmalara, krizlere gebe. Bu bakış açısının yarattığı handikaplar tüm siyasal alanı hapsederken, meselelerin aslının da gözden kaçmasına yol açıyor. Bu nedenledir ki Kudüs gibi çok katmanlı bir mesele dinsel kodlar üzerinden okunurken büyük bir yanlışa düşülüyor, hiç olmaması gereken Yahudilik-İslâmcılık çatışması üzerinden politik bir sorun din meselesine indirgenerek bağlamından koparılıyor.[32]
Örneğin her Filistin meselesinde ortalığı bir İslâm dünyası söylemleri sarar. Filistin üzerinden siyasal İslâmcılar için Yahudi düşmanlığı büyük bir olanak söz konusudur.
Madalyonun öteki yüzünde ise, İsrail’in sağcı politikacılarının işgalci ve ırkçı görüşleri, kendi toplumlarında ve Yahudi diasporasında karşılığını bulur.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, “Kudüs 3 bin yıldır bizim kutsal şehrimiz ve başkentimizdir,” saptamasındaki üzere…
Netanyahu’ya (ve böyle düşünenlere) sormak gerekir; Kudüs örneğin 3 bin yıl önce kimindi? Tevrat’ta bile yazar: İbrahim (Abraham) Peygamber bu topraklara geldiğinde, burada kent devletçikleri hâlinde yaşayan Kenanlılar, Filistinliler vardı. Filistinli (Tevrat’ta böyle geçer) dev cüsseli savaşçı Golyat’ı sapan taşıyla öldüren Davud, bir süre sonra Musevilerin/ İsraillerin hem kralı hem de peygamberi oldu. Davud M.Ö. 967 yılında Kenanlıların adına Urşelim dedikleri Kudüs şehrini savaşarak aldı.
Ya İslâmcıların dedikleri! Kudüs, 1.400 yıldır Müslümanların kutsal şehridir! İyi de Halife Ömer zamanında, 636 yılında Bizanslılardan alınan Kudüs, Müslümanlardan önce kimlerin şehriydi? 1.000’li yıllardan itibaren bu kez de Haçlılar bir süre şehri yönettiler.
Kenanlılar, İsrailliler, Romalılar, Sasaniler, Doğu Romalılar, Memluklar, Haçlılar, Eyyubiler, Osmanlılar, İngilizler…
Bir sosyal paylaşımda şöyle deniliyor: “Kudüs katil ve kahpe İsrail’in başkenti değildir. İslâm’ın başkentidir.” Bu cümle gerek siyasal gerekse ahlâki açıdan sorunlu bir cümledir. Bunun gibi onlarcası var.
Tarihte halkların veya dinlerin coğrafyalarından hareketle o halklara veya dinlere bir ontoloji oluşturmaya kalkmak sübjektif tarihçilik, siyaseten güç dayatmacılığı ve toplumsal ilişkiler açısından da sorunludur. Geriye dönük bir orijinallik/otantiklik aramak ve buradan güncel politikalar üretmek hem boşuna hem de tehlikelidir. Yunus’un dediği gibi, “Mal sahibe mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?”
Kudüs falan şehridir, filan şehridir diyerek siyasal İslâmcı görüşle arkeolojik kazılar yapan dincilere ve milliyetçilere soralım: İstanbul 500 yıl önce kimin şehriydi? 1453’de Kostantinopolis Osmanlılar tarafından Bizans’ın elinden savaş yoluyla alınmadı mı?
Geriye dönük olarak coğrafya üzerinden dine ve etnisiteye varlık oluşturmaya çalışan her kimse, kendisinin de aynı çalışmanın hedefinde olacağını bilmesi gerekir. Sen Kudüs’e başkalarını yok sayarak “İslâm şehridir,” dersen, aynı mantıkla Yunanlar da “İstanbul’a bizim Konstantinapol’ümüz” derler.
Zaten Netanyahu da aynı mantıkla “Kudüs 3 bin yıldır bizim başkentimizdir,” diyor.
Bu tutumlar halkların değil, silah sanayinin, komisyoncuların, kamu kaynaklarını talancıların işine gelir!
İktidarların tuzağına düşerek, böylesi kabile devletçi anlayışlara kapılmamak gerekir. Bugün kim nerede yaşıyorsa, orası onların vatanıdır.
Tarihte Kudüs’ün coğrafyasına hâkim olan birçok devlet, din, toplum var. Bunların bir kısmı yerli, bir kısmı işgalcidir! Kenanlılar, İsrailliler, Romalılar, Sasaniler, Doğu Romalılar, Memluklar, Haçlılar, Eyyubiler, Osmanlılar… Bu anlamda Kudüs hem bunların hiçbirine ait değil hem de hepsine ait.
Kudüs tek tanrılı üç din için bir kenttir.
O Yeruşalim ki, İbranicede tanrının esenliği anlamına gelir, Yahudiler için en kutsal kenttir. Bugün Yahudilerin Süleyman Peygamber tarafından mimar Hiram’a yaptırdığı ancak Babiller tarafından 586 yılında yerle bir edilen meşhur “Süleyman Tapınağı”nın bugüne kalmış küçük bir duvar parçası önünde ağlamaları boşuna değil.
İsa’nın çarmıha gerildiği Golgota tepesinde inşa edilen 1.600 yıllık Kutsal Kabir veya Yeniden Doğuş Kilisesi’nin Hıristiyanlarca anlamı da karşılıksız değil.
Müslümanlar için Muhammed Peygamberin göğe yükseldiği, Halife Ömer’in inşa ettirdiği Kubbetüs Sahra ve Mescid-i Aksa’nın yer aldığı Kudüs’ün “kutsallığı” da boşuna değil.
İsrailliler Kudüs bizimdir, bizim olacak derse…
Filistinliler, İsrail de kim oluyormuş, Kudüs bizimdir, bizim olacak derse…
Müslümanlar, Yahudiler de kim oluyormuş Kudüs bizim kutsalımızdır, İslâm’ın başkentidir derse…
Bu iddiaların bir tek çözüm yolunu dayatır: Kim güçlüyse, Kudüs onundur!
Ancak bu dayatmacı ve şiddet içeren iddiaların dışında da çözüm yolları var. Yeter ki iktidarların ekmeğine yağ sürecek çatışmalı ortamdan uzak durulsun.
Kudüs, Kudüs’te yaşayanların, her üç tek tanrılı dinin kutsallık atfettikleri kenttir. Taraflardan biri diğerini yok saymamalı ve üzerinde egemenlik kurmamalı. Bu son derece naif bir görüş, biliyorum.
İsrail’in Filistinliler aleyhindeki yayılmacı ve işgalci tutumuna karşı Müslümanlık slogan ve söylemleriyle değil, insan hakları, eşitlik ve özgürlük talepleriyle karşı çıkılmalıdır.
Kudüs bizimdir demek yerine Kudüs, Kudüs’te yaşayan herkesin şehridir denildiği zaman
“Kudüs kutsalımızdır,” demek yerine İsraillilerin de Filistinlilerin de haklarının eşit ve ayırımsız savunulması “olmazsa olmaz”dır.[33]
IV) TAVIR(LAR)
Trump’ın Kudüs’ü İsrail başkenti ilan etmesine ilişkin tavır(lar)a gelince![34]
Öncelikle bu konudaki en önemli tavır; Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un, “İsrail diye Bir devlet mi var ki başkenti Kudüs olsun” demesidir![35]
IV.1) SİYONİST POLİTİKA
İsrail Başbakanı Netanyahu, Trump’ın Kudüs kararın teşekkür edip, “İsrail halkı sonsuza kadar minnettar olacak,”[36] derken; İsrail Dışişleri Bakanı Emanuel Nahson da ekledi: “Kudüs Yahudilerin üç bin yıllık, İsrail’in de yetmiş yıllık başkentidir”![37]
Ayrıca İsrail Kanal 7 televizyonun haberine göre, Haim Katz, “İsrail toprakları bir bütündür. Filistin diye bir şey yok. Filistinliler Ürdün’e, Gazze’ye, Suudi Arabistan’a, Kuveyt’e, Mısır’a veya Irak’a gitsin. Filistinliler zayıflıklarımızı manipüle ediyor ve oyun oynamayı iyi biliyor,” dedi![38]
Bunlar bire bir Siyonist bir tavırdır ve amacı i) Yahudilerin mutlak ve tartışılamaz egemenliği; ii) “Vaat edilen topraklar”ın gaspı; iii) Bu topraklarda başka bir halkın olmaması; yani Filistinlilerin varlığının inkârına denk düşen ırkçı[39] Siyonizm “Büyük İsrail” demektir…
Bunların ne olduğunuysa Kudüs’teki Holokost anma günündeki konuşmasında İsrail Genelkurmay Başkan Yardımcısı Tümgeneral Yair Golan, “Günümüz İsrail’inde, Nazi Almanyası’ndaki mide bulandırıcı süreci andıran işaretler var,”[40] sözleriyle özetliyor…
Evet Siyonist pratiği, hiçbir ilke ya da uluslararası hukuk müeyyidesi bağlamamaktadır.
BM ÖRGÜTÜ’NÜN İSRAİL TARAFINDAN UYULMAYAN KARARLARI (1947-2009)[41]
GENEL MECLİS (KARAR ORGANI OLARAK)
181 no’lu karar (29 Kasım 1947)
Taksim planının kabulü: Filistin, biri Arap, diğeri Yahudi iki bağımsız Devlet’e bölünmüştür ve Kudüs, BM’nin yönetimine bırakılmıştır.
194 no’lu karar (11 Aralık 1948)
Yurtlarına dönmek isteyen mülteciler mümkün olduğunca çabuk “yurtlarına dönebilir ve komşularıyla barış içinde yaşayabilirler”; diğerleri mülklerinin karşılığını “tazminat olarak” alabilirler. BM’nin Filistin için uzlaştırma komisyonunun kurulması.
302 no’lu karar (8 Aralık 1949)
BM’nin Filistinli mülteciler için Yardım ve Çalışma Ofisinin kurulması.
GÜVENLİK KONSEYİ
236 no’lu karar (11 Haziran 1967)
Haziran 1967 savaşının ertesi günü Güvenlik Konseyi, Mısır, Ürdün ve Suriye’yi İsrail’le karşı karşıya getiren çatışmada ateşkes yapılmasını ve bütün askerî hareketlerin derhâl durdurulmasını ısrarla istemektedir.
237 no’lu karar(14 Haziran 1967)
Güvenlik Konseyi İsrail’den, “askerî harekâtların olduğu bölgelerde yaşayanların güvenliğini ve huzurunu güvence altına almasını” ve mültecilerin dönüşünü kolaylaştırmasını istemektedir.
242 no’lu karar (22 Kasım 1967)
Güvenlik Konseyi “savaş yoluyla toprak elde etmeyi” mahkûm etmekte ve “silâhlı İsrail güçlerinin işgal edilmiş topraklardan çekilmesini” istemektedir. Bölgedeki her Devletin “siyasî bağımsızlığını ve toprak dokunulmazlığını” savunmaktadır.
250 no’lu karar (27 Nisan 1968)
İsrail’den “bölgedeki gerilimi” arttıracağı gerekçesiyle 2 Mayıs 1968’de Kudüs’te yapılacağı öngörülen askerî töreni düzenlememesi istenmektedir.
251 no’lu karar (2 Mayıs 1968)
Güvenlik Konseyi, 250 no’lu kararı “çiğneyerek” Kudüs’te askerî tören yapılmasından dolayı üzgündür.
252 no’lu karar (21 Mayıs 1968)
Güvenlik Konseyi, “Kudüs’ün statüsünü değiştirmeyi” amaçlayan, “toprakların ve taşınmaz malların istimlâk edilmesi” dahil, İsrail tarafından alınmış önlemleri “geçersiz” olarak ilân etmektedir, ve ondan böyle önlemler almaktan vazgeçmesini istemektedir.
267 no’lu karar (3 Temmuz 1969)
Güvenlik Konseyi, (İsrail tarafından) “Kudüs’ün statüsünü değiştirmek için alınan bütün önlemleri kınamaktadır.
340 no’lu karar (25 Ekim 1973)
Ramazan veya Kippur savaşının ardından, “Mısır ve İsrail güçleri arasındaki ateşkesi denetlemeyi” ve bu aynı güçlerin “tekrar savaşa girmemesini” güvence altına almayı hedefleyen İkinci BM Acil Gücü’nün(FUNU-II) kurulması.
446 no’lu karar (22 Mart1979)
Güvenlik Konseyi, “1967’den beri işgal edilmiş Filistin topraklarında ve diğer Arap topraklarında yerleşim bölgeleri kurmayı amaçlayan İsrail uygulamalarının” durdurulmasını ısrarla istemektedir, bu uygulamaların “hukuken hiçbir geçerliliğinin olmadığını” bildirmektedir ve İsrail’den savaş zamanında sivil halkın korunmasına ilişkin Cenevre anlaşmasına uymasını istemektedir.
468 no’lu karar (8 Mayıs 1980)
Güvenlik Konseyi, Hebron ve Halhul’un ileri gelen Filistinlilerinin İsrail askerî yetkilileri tarafından topraklarından kovulmalarının “yasa dışı” olduğunu bildirmektedir ve İsrail’den bunları iptal etmesini istemektedir.
592 no’lu karar (8 Aralık 1986)
Güvenlik Konseyi, savaş zamanında sivillerin korunmasına ilişkin Cenevre anlaşmasının, “1967’den beri İsrail tarafından işgal edilmiş Filistin topraklarına ve diğer topraklara uygulanabilir” olduğunu hatırlatmaktadır. “Üzerlerine ateş açarak Bir Zeit Üniversitesi’nin öğrencilerini öldüren veya yaralayan İsrail ordusunu mahkûm etmektedir.
605 no’lu karar (22 Aralık 1987)
Birinci İntifada’nın patlak vermesinden sonra, Güvenlik Konseyi, “işgal edilmiş topraklarda yaşayan Filistin halkının insan haklarını ihlâl eden İsrail uygulamalarını, özellikle İsrail ordusunun üzerlerine ateş açarak sivil Filistinlileri öldürdüğü veya yaraladığı olayı mahkûm etmektedir.
607 no’lu karar (5 Ocak 1988)
İsrail, “işgal edilmiş topraklarda yaşayan sivil Filistinlileri bu topraklardan kovmaktan vazgeçmelidir” ve Cenevre anlaşmasının zorunlu kıldığı yükümlere uymalıdır.
608 no’lu karar (14 Ocak 1988)
Güvenlik Konseyi İsrail’den, “sivil Filistinlileri topraklarından kovma emrini iptal etmesini ve daha önceden kovulmuş olanların tam güvenlik içinde derhâl dönüşünü sağlamasını” istemektedir.
636 no’lu karar (6 Temmuz 1989)
Güvenlik Konseyi İsrail’den, daha önceki kararlarına ve Cenevre anlaşmasına uygun olarak, “başka sivil Filistinlileri kovmayı derhâl durdurmasını” ve daha önceden kovulmuş olanların dönüşünü tam güvenlik içinde sağlamasını istemektedir.
641 no’lu karar (30 Ağustos 1989)
Güvenlik Konseyi, “işgalci güç olan İsrail’in sivil Filistinlileri kovmaya devam etmesinden”dolayı üzgündür ve ondan bütün kovulmuş olanların geri dönüşünü güvence altına almasını istemektedir.
672 no’lu karar (12 Ekim 1990)
Harem el-Şerif içindeki ve Kudüs’ün diğer kutsal yerlerindeki Camilerde yapılan şiddet hareketlerinden sonra, Güvenlik Konseyi, “İsrail güvenlik güçlerinin yaptığı şiddet eylemlerini mahkûm eder ve İsrail’den, işgal edilmiş topraklarda yaşayan sivillere karşı “kendine düşen hukukî yükümleri ve sorumlulukları titizlikle yerine getirmesini” istemektedir.
673 no’lu karar (24 Ekim 1990)
Güvenlik Konseyi İsrail’i 672 no’lu kararı uygulamayı reddetmesinden dolayı kınamaktadır.
681 no’lu karar (20 Aralık 1990)
İsrail’e Cenevre anlaşmasını uygulaması ihtar edilmektedir.
694 no’lu karar (24 Mayıs 1991)
Güvenlik Konseyi, dört yeni sivil Filistinlinin 1991 Mayısında İsrail güçleri tarafından kovulmasının Cenevre anlaşmasının bir ihlâli olduğunu bildirmektedir.
799 no’lu karar (18 Aralık 1992)
Güvenlik Konseyi, Aralık 1992’de dört yüz kişinin kovulmasını, Cenevre anlaşmasının İsrail’e kabul ettirdiği uluslararası yükümlere aykırı olduğunu belirterek kınamaktadır. Konsey, Lübnan’ın bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunmasında ısrar etmektedir.
904 no’lu karar (18 Mart 1994)
Hebron (El-Halil) camisi katliamının ardından, Güvenlik Konseyi İsrail’den, sivil Filistinlilere karşı “İsrail askerleri tarafından yapılan yasa dışı şiddet eylemlerinin önüne geçmek için” gerekli önlemleri almasını istemektedir.
1322 no’lu karar (7 Ekim 2000)
İkinci İntifadanın başlamasının ardından, Güvenlik Konseyi şiddet eylemlerinden dolayı üzgündür ve “Filistinlilere karşı aşırı güce başvurmayı” kınamaktadır. İsrail’den, Cenevre anlaşmasına ilişkin yükümlere uymasını istemektedir.
1397 no’lu karar (12 Mart 2002)
Güvenlik Konseyi, “bütün terör eylemleri ve bütün provokasyonlar, kışkırtmalar ve tahripler dahil, bütün şiddet eylemlerinin derhâl durdurulmasını” istemektedir, ve görüşmelerin tekrar başlaması amacıyla İsraillilerin ve Filistinlilerin işbirliği yapmasını ısrarla istemektedir.
1402 no’lu karar (30 Mart 2002)
Batı Şeria’nın yeniden tamamen işgal edilmesinden sonra, Güvenlik Konseyi derhâl bir ateşkes yapılmasını ve “İsrail birliklerinin Filistin şehirlerinden geri çekilmesini” istemektedir.
1405 no’lu karar (19 Nisan 2002)
Güvenlik Konseyi, “tıbbî ve insanî yardım kurumlarının sivil Filistin halkına ulaşmasının acil olduğunu” bildirmektedir.
1435 no’lu karar (24 Eylül 2002)
Güvenlik Konseyi “İsrail işgal güçlerinin Filistin şehirlerinden hızla geri çekilmesini” kesinlikle istemektedir. Filistin hükümetinden terörist eylemleri çıkaranları mahkemeye vermesini istemektedir.
1515 no’lu karar (19 Kasım 2003)
Güvenlik Konseyi, “bir bölgede iki Devlet görüşünden, İsrail ve Filistin’in kesin, tartışma götürmez sınırlar içinde yan yana yaşamasından yanadır”, ve dolayısıyla çatışan taraflardan Quartet’in “yol haritası” na ilişkin yükümleri yerine getirmelerini istemektedir.
1544 no’lu karar (19 Mayıs 2004)
Güvenlik Konseyi, İsrail’in “uluslararası insanlıkçı hukukun ona dayattığı yükümlere” ve “yerleşim bölgelerinin tahrip edilmesine girişmemesi gerektiği hükmüne” uymasını istemektedir.
1850 no’lu karar (16 Aralık 2008)
Güvenlik Konseyi Annapolis sürecini desteklemektedir ve taraflardan “güveni sarsabilecek her önlemden vazgeçmelerini” ve “ görüşmelerden çıkan sonucu tekrar söz konusu etmemelerini” istemektedir.
1860 no’lu karar (8 Ocak 2009)
İsrail ordusunun Gazze şeridine saldırısından sonra, Güvenlik Konseyi, “sonu İsrail güçlerinin Gazze şeridinden tamamen geri çekilmesine varacak olan sürekli ve tam manasıyla uyulan bir ateşkesin derhâl yapılmasını” kesinlikle istemektedir. Tıbbî yardım kurumlarının Gazze’ye girişinin engellenmemesini ve yasa dışı silâh kaçakçılığının önlenmesini istemektedir.
Ve Washington, 1947’den 2009’a kadar otuz dokuz (39) kez, BM Genel Konseyi’nin kararlarının uygulanmasını veto etmiştir.
Bunların yanı başında Siyonist İsrail -içinden yükselen itirazlar dışında![42]- saldırganlık, baskı ve katliamdır!
SİYONİST SALDIRGANLIK, BASKI VE KATLİAMLAR
i) İsrail’in roket saldırılarını sebep göstererek Gazze’ye başlattığı hava operasyonunda ikisi çocuk 13 Filistinli öldü, 90 kişi de yaralandı! (2014)[43]
ii) İsrail’in Gazze Şeridi’nden ateşlenen roketleri gerekçe göstererek başlattığı ağır hava saldırısı bir günde 22 kişinin daha hayatına son verdi. Beyt Lahiya’da engellilerin kaldığı bir bakımevi vuruldu. Binada tedavi gören iki engelli kadın öldü! (2014)[44]
iii) İsrail ordusunun, Gazze Şeridi’nin Refah kentinde sığınmacıların bulunduğu BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu’na (UNRWA) ait “Enes el-Vezir” adlı okula düzenlediği saldırıda, 10 kişi öldü, 50 kişi yaralandı! (2014)[45]
iv) “İsrail için, cezasızlık çağı devam ediyor. Üstelik İsrail saldırıda sadece sivilleri öldürmedi. BM binalarını da hedef aldı,”[46] diyor Vijay Prashad! (2015)
v) Filistinli yetkililer, katledilen Filistinli Bakan Ziyad Ebu Ayn’ın otopsi raporuna göre sorumlunun İsrail ordusu olduğunu açıkladı. El Fetih hareketinin üst düzey yetkililerinden Hüseyin Şeyh, Filistinli ve İsrailli doktorların gece saatlerinde gerçekleştiği otopsinin sonucuna göre Ebu Ayn’ın aldığı darbeler, yoğun göz yaşartıcı gaz ve hızlı tıbbi müdahâlenin gerçekleşmemesinden dolayı öldüğünü belirtti! (2014)[47]
vi) İsrail, 14 Kasım 2012’de Hamas’a bağlı İzzeddin Kassam Tugayları’nın komutanı Ahmed Caber’e füzeyle suikast düzenledi! (2012)[48]
vii) İsrail’e ait iki casus uçağının Türkiye hava sahasından geçerek Macaristan’a indikten sonra bir Suriyeliye suikast düzenlemekte kullanıldığı iddia edildi. İddialara göre uçakların Macaristan’da bulunduğu saatlerde başkentin kuzeydoğu yakasında 52 yaşındaki bir Suriyeli, kırmızı ışıklarda durduğu sırada lüks siyah renk otomobilinin içinde vurularak öldürüldü. Öldürülen Trache Bassam’ın, 20 yıldır Macaristan’da yaşadığını ve Filistin’e büyük miktarlarda paralar gönderdiğini bildirdi! (2010)[49]
viii) ‘The Sunday Times’, Netanyahu’nun, Hamas üst düzey yetkililerinden Mahmud el Mabhuh’un Dubai’de öldürülmesinden önce İsrail istihbarat servisi Mossad karargâhında suikast timiyle bir araya geldiğini ve suikast planına onay verdiğini yazdı! (2010)[50]
ix) Bir dönem İsveç istihbaratının komünistleri izleyen gizli bir birimi için ajanlık yapan yazar Gunnar Ekberg, kurumun Filistin yanlısı yazar Guillou’yu öldürmeye karar verdiğini öne sürdü. Amacına ulaşamayan suikast için devreye Mossad da girdi. İsrail’in istihbarat birimi Mossad’ın, “tehlike oluşturduğunu” düşündüğü İsveçli sol görüşlü bir yazarı öldürmek üzere İsveç istihbaratına işbirliği öne sürdüğü ortaya çıktı! (2009)[51]
x) Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimciler, Filistinli bir çobanı vurarak yaraladı ve sürüsündeki koyunlardan 10’unu öldürdü! (2009)[52]
xi) İsrail’in yerleşimleri askıya almasına karşı çıkan aşırı sağcı Yahudiler, 11 Aralık sabaha karşı Batı Şeria’daki bir camiye saldırı düzenledi! (2009)[53]
xii) Bazı yerleşimlerin İsrail hükümeti tarafından boşaltılmasına öfkelenen Yahudi yerleşimciler 1 ay içinde ikinci defa Filistin camisi kundakladıklar! (2010)[54]
xiii) Yahudi yerleşimci Goldstein’in 1994’te El Halil’de katliam yaptığı yerin yakınına sinagog inşa edilmesi kimseyi öfkelendirmedi. Bu durum, ‘Sıfır Noktası cami’sine itirazın saygıyla değil, bizzat İslâm’la ilgili olduğunun açık kanıtı! (2010)[55]
xiv) İsrail hükümeti, vatandaş olmak isteyenlere “Yahudi ve demokratik devlet” İsrail’e bağlılık yemini etme şartı getiren tasarıyı onayladı! (2010)[56]
xv) Güney Kudüs’teki okul bütçelendirilmesi planı Filistinli çocuklara İsrail müfredatını dayatıyor. İsrailli yetkililer, Güney Kudüs’te bulunan okullara 5.3 milyon dolar teklifle giderken, Filistinlilerin kendi müfredatından ziyade İsrail müfredatıyla eğitim görmesini istiyor. Güney Kudüs, İsrail Eğitim Bakanlığı tarafından bütçelendirilirken 180 tane Filistin okuluna da ev sahipliği yapıyor. Aslında, 1994 yılında Filistin Yönetimi kurulduğu zaman alınan karara göre, bütün bu okulların Filistin müfredatına göre eğitim vermesi gerekiyor. Çünkü Filistinli öğrenciler, Filistin Yönetimi’nin üniversite sınavlarına giriyor.
“Bir bütçenin dağıtımını koşullandırarak, İsrail müfredatını Filistin okullarına dayatamazsınız. Özellikle de bu bölgede (bunu yapamazsınız) çünkü 1967’den bu yana bu okulların politik durumunu sürdürüyor,” diyor Sawsan Zaher, Arap azınlığın İsrail’deki haklarını koruyan Adalah temsilcisi. “Uluslararası hukuka göre, yerel halk, bugüne kadar nasıldıysa hayatını o şekilde devam ettirme hakkına sahip ve askeri bir gereklilik olmadığı müddetçe müdahale edilemez.” (2016)[57]
xvi) BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in Batı Şeria’da yeni yerleşim birimleri inşasına derhâl son verilmesini talep eden kararı İsral’in sert tepkisine neden oldu. İsrail Başbakanı Netanyahu, BM Güvenlik Konseyi’nin kararını “İsrail karşıtı” ve “utanç verici” olarak yorumlayarak geri çevirdi. (2016)[58]
xvii) İsrail’de, Filistinli çocukların öldürülmesi nedeniyle orduya katılmayı reddeden İsrailli bir kadın hapis cezasıyla karşı karşıya… İsrail’de, 19 yaşındaki Kaminer adlı kadın, Filistinli çocukların öldürülmesi nedeniyle orduya katılmayı reddettiği için hapis cezasıyla karşı karşıya kaldı. (2016)[59]
xviii) İşgal altındaki Batı Şeria’nın El Halil kentinde bir İsrail askeri, vurulan ve kendinden geçmiş hâlde yaralı olarak yatan Filistinli direnişçi genci onlarca kişinin gözleri önünde başından vurarak katletti. Bu arada bir askerin “Bu terörist canlı, bu köpek” dediği duyuldu. O anda bir İsrail askerinin tüfeğini kaldırarak yerde bilinçsiz yatan Filistinli gence doğrultarak doğrudan başına ateş açtığı görüldü. ‘Haaretz’ gazetesi, askerin ilk ifadesinde kendisini “Doğru zamanda, doğru şeyi yaptım” diye savunduğunu yazdı. Yaralı Filistinli direnişçi için, “Kalın bir kaban giyiyordu, ayağa kalıp patlayıcı yüklü bir kemeri infilak ettirmesinden korktum” diyen İsrail askeri, “Teröristin hareket ettiğini görüp vurdum. Kendisini hava uçurmasından korktum” sözleriyle kendisini savundu. (2016)[60]
xix) İsrail işgali altındaki Batı Şeria ve Kudüs’te 9 Şubat 2016’da dokuz noktada İsrail güçleriyle Filistinliler arasında çatışmalar yaşandı. Çatışmalarda biri bebek 31 Filistinli yaralandı. Filistin Kızılay Derneği, yaralılar arasında bir bebek ve gerçek mermiyle yaralanan iki genç kardeş de bulunduğunu, dört kişinin plastik mermilerle yaralandığını söyledi. (2016)[61]
xx) 5 Mayıs’da Gazze’ye füze saldırılarında bulunan İsrail 6 Mayıs’da da Filistinli bir kadını tank ateşiyle öldürdü. İsrail Gazze’ye en az üç hava saldırısı düzenlemişti. (2016)[62]
xxi) İsrail’de Bölgesel İşbirliği Bakanı Tzachi Hanegbi, Mescid-i Aksa’nın etrafına yerleştirilen metal detektörlerinin kaldırılmayacağını açıkladı. Aynı zamanda Meclis Dışişleri ve Savunma Komitesi Başkanı olan Hanegbi, İsrail Ordu Radyosu’na açıklamasında “Bu metal detektörler kalacak. Katiller bize katilleri nasıl arayacağımızı söyleyemez. Eğer Filistinliler bundan rahatsızsa camiye girmesinler,” ifadelerini kullandı. (2017)[63]
xxii) İsrail güvenlik güçlerinin 21 Kasım 2014’te evinde gözaltına aldığı ve hukuksuz hapis cezasını protesto amacıyla uzun süredir açlık grevinde olan Filistinli gazeteci Muhammed el-Keyk’in yetkililer tarafından zorla beslendiği açıklandı. (2016)[64]
xxiii) İsrail, Filistin yanlısı boykotları desteklediği gerekçesiyle 20 sivil toplum örgütünün temsilcilerinin ülkeye girişini yasakladı. İçişleri Bakanı Arye Dery, “Bu insanlar, yasaları ve konukseverliğimizi İsrail’e zarar vermek için kullanmaya çalışıyorlar; bu girişimlere karşı çıkacağım” dedi. Başbakan Benjamin Netanyahu da bir süre önce, İsrail’den 40 bin Afrikalı göçmeni çıkarmayı planladığını ve terörle suçlanan kişilere idam cezası vermeyi kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmasını desteklediğini açıkladı. İsrail 2017’nin Kasım ayında, Uluslararası Af Örgütü’ndeki bir çalışanın boykot yanlısı saldırı kapsamında ülkeye girişini engellemişti. (2018)[65]
xxiv) 13 Aralık 2017’de Suudi Arabistan veliaht prensini ülkesine çağıran İstihbarat Bakanı Yisrail Katz, İsrail’in Lübnan’daki İran’a ait füze tesislerini hedef alabileceğini belirtirken, “Lübnan’ı taş devrine çeviririz” tehdidinde bulundu. (2017)[66]
Siyonist İsrail politikaları ve Trump’ın Kudüs açıklamalarıyla barış imkânı sona erdi(rildi)![67]
Abraham Yehoshua bile, “İki devlet bundan böyle artık hayaldir. İsrailli yerleşimcileri yerlerinden sökülemez!” diyor.
“Sarı Yel/Yellow Wind” başlıklı kitapta ‘80’li yıllarda, Filistinlilerin yaşadığı Siyonist işgalini anlatan İsrail’in diğer namlı “güvercin” David Grossman da çok sessiz. İsrail ordusunda bir oğlunu kaybeden David Grossman da hiç ağzını açmıyor…
Bir bir sıralamak yersiz! İsrail’de bugün “güvercin” adı altında bir kategori kalmadı. “Barış Süreci”nin kahramanı Başbakan İzak Rabin’in 1995 yılında radikal sağcı bir Yahudi tarafından ortadan kaldırılmasıyla bir geri salınıma girildi.
Mescidi Aksa’ya daha sonra İsrail askerleriyle giren sağcı Şaron’un 2000’de fitillediği 2. İntifada da, bu güvercin parantezini sonlandıran diğer dönüm noktası oldu. Meydan o günden sonra Neo-Conlarla paslaşan İsrail sağına kaldı…[68]
Çünkü İsrail, Kudüs konusunda her zaman en fazlasını hedefleyen bir konum almıştır. 1967’de doğu kısmını ele geçirdikten hemen sonra şehrin tamamını topraklarına tek taraflı bir biçimde katmış ve o zamandan bugüne Kudüs’ü “ebedi ve bölünmez” başkenti olarak adlandırmıştır. İsrail, Oslo görüşmelerini hiçbir zaman Filistinliler ile bir uzlaşma olarak görmedi ve bu nedenle de, Arafat ile bir barış anlaşması imzalama fırsatını elinin tersiyle itti.[69]
Şimdi de külliyen inkâr ediyor…
IV.2) OSLO’NUN “SONU” VE FİLİSTİN CEPHESİ
Trump’ın Kudüs’ü “İsrail’in Başkenti” ilan etmesi dünya ve Ortadoğu siyasetinde büyük bir çalkantıya yol açtı. Bu karar, 1991’den beri sürdürülen “barış süreci” parodisine de bir son verdi. “Başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti” temelinde iki devletli bir çözüm öngören Oslo Anlaşması’nın tarihe karışmasına yol açtı. Epeydir iç çatışmalarla bölünmüş Filistin ulusal kurtuluş hareketini de sarstı ve canlandırdı. Amerikan ve Avrupa fonlarıyla yaratılmış sahte bir “Filistin Özerk Yönetimi” veya AKP-Katar ekseni tarafından yoldan çıkartılmış bir Hamas, mücadeleye ne kadar hizmet edebilir soruları Filistin halkından yükselmektedir.
İsrail’in, ırkçı bir devlet olduğu “sır” değildir. Çünkü O, kendisini “Yahudi Devleti” olarak tanımlamaktadır. Böylelikle de bu devlette Yahudi olmayanlar ikinci sınıf vatandaş sayılmakta, aşağılanmakta, hor görülmektedir. Özetle İsrail rejiminin Güney Afrika’da 1994’te yıkılan ırkçı Apartheid rejiminden hiçbir farkı yoktur. Irkçı sistemde bir hiyerarşi dizgesi mevcuttur. ‘67 Arapları en altta, ‘48 Arapları “vatandaş statüsünde” olmakla biraz daha üstte, Dürziler Arapların biraz üstünde, Afrika’dan gelen “Falaşa” Yahudileri onların biraz üstünde olsalar da, kara derileri nedeniyle aşağılanırken, Avrupa’dan gelen “Beyaz” Yahudiler ise, en üsttedir.
1991 sonrasında “Filistin Özerk Yönetimi” olarak adlandırılan Batı Şeria ve Gazze’de yaşayan Filistinli Araplar ise, İsrail vatandaşı değildirler. Filistin Yönetimi ise, bir devlet değildir, gerçekte belediye yönetiminden fazla bir yetkisi de yoktur. Batı Şeria hâli hazırda İsrail askeri işgali altındadır. Gazze’nin içinde İsrail askeri yoktur; ama onun da denizden ve havadan kuşatması sürmektedir. Doğu Kudüs ise, Filistin Yönetimi’nin alanına girmediği gibi, Kudüs nüfusunun yüzde 37’sini oluşturan Arapların sürekli biçimde evlerinden göçertilmeye çalışıldığı, en küçük ulusal kıpırdanmaların en ağır biçimde cezalandırıldığı bir cehennemi andırır. Üstelik Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da sürekli ve sistematik biçimde yasadışı Yahudi yerleşimleri yapılmaktadır. Bu yerleşim bölgeleri İsrail ordusu tarafından korunmakta, dahası yerleşimciler silahlı ve saldırgan bir güruh olarak sivil Filistinlilere sürekli saldırmakta, katletmekte, ama asla ceza almamaktadırlar. Kısacası İsrail, işgal altında tuttuğu bütün coğrafyayı hem fiilen yönetmekte, hem buralara sürekli nüfus yerleştirmekte, askeri varlığını sürekli geliştirmekte, hem de bu bölgelerdeki Filistinleri her türlü siyasi ve sosyal haktan yoksun bırakmaktadır.[70]
Ve nihayet Trump’ın Kudüs kararıyla birlikte Filistin direnişinin elini kolunu boş hayallerle bağlayan Oslo Anlaşması’nın tabutuna son çivi de çakılmış oldu.
Trump, 6 Aralık 2017’de çeyrek asırlık yanılsamaya son verdi. Filistin sorununun ABD’nin arabuluculuğunda bir müzakere süreciyle çözülebileceği iddiası bizzat ABD tarafından çürütüldü. Boş hayallerle Filistin direnişinin elini kolunu bağlayan Oslo Anlaşması’nın tabutuna son çivi de çakıldı. İsrail ve Filistin devletlerinin yan yana yaşadığı “iki devletli çözüm” seçeneğinin gerçek bir seçenek olmadığı, İsrail devletinin kendini Filistin’i bütünüyle yok ederek var etmeye odaklanmış bir proje olduğu en etkili ve birinci ağızlardan ifade edilmiş oldu...
Özetle Oslo Anlaşması’nın tek gerçek sonucu vardı: Filistin direnişinin elinin kolunun bağlanması. Ramallah’taki Filistin Yönetimi’nin yetkisi, ne zaman geleceği belli olmayan çözüm için müzakere koşullarını korumak adına İsrail’e karşı direniş eylemlerini engellemekti. Filistin Yönetimi, İsrail saldırıları karşısında Filistin’i savunmadı ama saldırılara karşı direniş eylemlerini sürdüren Filistinli örgütlerin liderlerini tutuklayarak İsrail’e teslim etti. Filistin Yönetimi bir yandan da uluslararası fonları paylaştıran, iç birliğini de bu çıkar ağlarıyla sağlayan çürümüş bir yapıya dönüştü.
Oslo’dan yıllar sonra Trump’ın, “müzakere edilecek bir çözüm projesi yok” diye de okunabilecek Kudüs kararı; iki devletli çözüm projesini, bu yöndeki BM kararlarını, Oslo Anlaşması’nı ve Filistin Yönetimi’nin mevcut pozisyonunu bütünüyle anlamsızlaştırdığı gibi Filistinlileri bir başka seçenek yaratma zorunluluğuyla baş başa bıraktı.[71]
Bunların böyle olması da Filistinliler açısından çok şey değiştirdi; buna mecbur bıraktı.
Bir zamanlar “Adalet ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletinin kurulması talebimizdir. İsrail, barıştan ve imzalanan anlaşmaları uygulamaktan kaçıyor. Paris’teki barış konferansında çözüm önerilerini konuştuk. 2016 yılı sonunda bir kez daha toplanacak olan Paris barış konferansında işgalin sona ermesi ve barışın tesisi için yine görüşmelere devam edeceğiz. Bu konferansın başarıya ulaşmasını umuyorum,”[72] diyen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas; daha sonra da, “Hiçbir ABD planını kabul etmeyeceğiz. ABD artık Ortadoğu’da arabulucu değil!”[73] deme noktasına geldi.
Burada da kalmadı! Yine Mahmud Abbas, İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında inşa ettiği yasadışı Yahudi yerleşim yerlerini savunan ve buraların “İsrail’e ait olduğunu” söyleyen ABD’nin Tel Aviv Büyükelçisi David Friedman’a “it oğlu it” dedi ve ekledi:
“Yahudi yerleşim yerleri meşru... Birçok ABD’li yetkili bunu böyle kabul ediyor. Bunların başında da Tel Aviv’deki Büyükelçileri David Friedman geliyor. (Yahudi yerleşimciler) kendi topraklarında inşa ediyorlar diyor. İt oğlu it. Onlar topraklarında mı inşaat yapıyor? O yerleşimci, ailesi de yerleşimci. O ABD’nin Tel Aviv Büyükelçisi, ondan ne bekleyebiliriz ki?”[74]
Burada da kalmadı; dahası vardı!
Trump’ın kararına, Filistin Yönetimi’nden de rest geldi. Mahmud Abbas kararı tanımadıklarını yineleyip, “Amerika’nın Kudüs kararını reddediyoruz. ABD bu pozisyonla, barış sürecini artık destekleyebilecek bir durumda değildir” dedi.
Filistin müzakere heyetini başkanı Saib Erekat ise Trump kararından geri adım atana dek ABD’yle görüşmeyeceklerini açıkladı. Erekat El Cezire kanalıyla söyleşisinde ‘Trump’ın açıklamasına karşı her seçeneği gözden geçirdiklerini’ ekledi.[75]
Aynı konuda Leyla Halid, “Oslo Anlaşması iptal edilmeli. Direniş esas mücadele yöntemi olmalı,”[76] derken;
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) açıklamasında, Trump’ın Kudüs açıklamasını, Filistin halkına ve haklarına karşı savaş ilanı olarak tanımlayıp, ABD’nin pozisyonunun, Filistin halkına karşı düşmanca varoluş ve Siyonist devletin Filistin halkına ve yurduna karşı işlediği suçların ortaklığı şeklinde olduğunu ifade ederek, Trump’ın iki devletli çözüm denilen şeye, yerleşim projesine ve barış süreci aldatmacasına “merhamet kurşunu” sıktığını belirtti.
FHKC, Filistin yönetimini, müzakereye ve ABD egemenliğine bel bağlamanın yıkıcı deneyiminden gerekli dersleri çıkarmaya ve Oslo Anlaşması ile bunu takip eden ve buna bağlı bütün yükümlülüklerden çekilmeye davet etti.[77]
IV.3) MÜSLÜMAN “DÜNYA”
Ve -olmayan- Müslüman “dünya”![78]
Trump’ın Kudüs’ü “İsrail’in başkenti” olarak tanıması üzerine Erdoğan, “Bu, Müslümanların kırmızı çizgisidir. Buradaki mücadelemizi son ana kadar kararlılıkla sürdüreceğiz” dedi. Ardından üsteledi:
“Eyy Trump, sen ne yapmak istiyorsun? Siyasi liderler karıştırmak için değil barıştırmak için olurlar. Trump ben güçlüyüm öyleyse haklıyım diyorsa yanılıyor. Haklı olan güçlüdür. Burada biz haklıyız!”
Washington’a Ankara’dan başka bu tonda “Eyyy Trump!” çeken yok.
Öteki Müslüman liderlerin tepkisi “Vah vah, bu iş çok kötü oldu”dan öteye gitmiyor.[79]
Sözüm ona Kudüs “Müslümanların kırmızıçizgisi” olacaktı. Ama gelin görün ki... İstanbul’daki Kudüs zirvesine İslâm İşbirliği Teşkilâtı’na üye ülkelerden yalnızca 16’sı lider düzeyinde katıldı.
Dünyanın izlediği zirvede Brunei Kralı, Gine Cumhurbaşkanı ve “özel konuk” kontenjanından Venezüella Devlet Başkanı Maduro bulundu. Ama misal Suudi Arabistan Kralı yok, gelmedi.[80]
Bunların yanında AKP atraksiyonlarına gelince; sadece haberler bile neyin ne olduğunu gayet net olarak ortaya koyuyor![81]
i) Filistinlilerin hakları için uluslararası arenada İsrail’e esip gürleyen Ankara, diğer yandan Filistinlilere yönelik vize zorunluluğunu İsrail’e uygulamıyor.[82]
ii) AKP’nin İsrail karşıtı politikası ile ikiyüzlü davrandığı vurgusuyla milletvekili Aykut Erdoğdu, “AKP’nin, İsrail dostu olduğunu anlatmak için ABD’li lobi şirketlerine 65.4 milyon dolar harcadığını belgeleri ile tespit ettik,”[83] dedi.
iii) Erdoğan’ın “işgal ve terör devleti” dediği İsrail ile Türkiye’nin ticareti AKP döneminde dörde katlandı. Bir yılda iki ülke arasındaki dış ticaret hacmi yüzde 14 arttı.
Ekonomi Bakanlığı verilerine göre, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 1.4 milyar dolar olan İsrail ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi, 2014 itibarıyla dört katına çıkarak 5.8 milyar dolar ile zirveye ulaştı. 2016’da bu rakam biraz düşürerek 4.3 milyar dolar olarak gerçekleşti ancak 2017’de tekrar yükselişe geçti. 2016 Ocak-Ağustos döneminde 2.8 milyar dolar olan hacim, 2017’nin aynı döneminde yaklaşık yüzde 14 artarak 3.2 milyar dolara ulaştı.
2009’da 2.6 milyar dolar olan hacim, 2010’da İsrail’in imza attığı Mavi Marmara katliamı ve sonrasındaki siyasi krize rağmen 2014’te 5.8 milyar dolar ile zirveye ulaştı.
14 Aralık 2017’de Suudi yayın kuruluşu İlaf’a konuşan İsrail İstihbarat ve Nükleer Enerji Bakanı Yisrael Katz, Erdoğan’ın söylemlerinin iki ülke arasındaki ilişkileri etkilemediğini belirterek Türkiye’nin Körfez ülkelerine ihracatının yüzde 25’inin İsrail’e ait Hayfa limanı üzerinden gönderildiğini söyledi.[84]
iv) İsrail Savunma Bakanlığı Yabancı Savunma Yardım ve İhracat Dairesi Başkanı Tuğgeneral Şemaya Avieli, Türkiye’ye silah ihracının büyük bir bölümünün hâlen devam etmekte olan ve eski kontratlar çerçevesinde yapıldığını belirtirken, “Ancak Türkiye’den yeni alışveriş talepleri de var, biz de bunları inceliyoruz,” dedi.[85]
v) İsrail eski Ankara Büyükelçisi Alon Liel, “İsrail, özrünün asıl nedeninin Suriye olduğunu, Türkiye de özrün kendi baskısıyla gerçekleştiğini söylese de, bu özür Washington’un, kendi elindeki partilere belki Kudüs’e biraz daha baskı uygulamasıyla gerçekleşmiştir,”[86] dedi.[87]
vi) İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın en tepe ismi, Netanyahu’nun dış politika konusunda uzun yıllardır sağ kolu Dore Gold, Türkiye-İsrail ilişkileriyle ilgili “Diplomasi zaman alır ama gidişat olumlu” yorumunu yaptı.[88]
vii) Mavi Marmara olayına ilişkin soru üzerine İsrail parlamentosu Knesset’in ilk Türkiye kökenli milletvekili olan David Tsur, “Özür dilenmesi doğruydu. Hatta daha önce yapmamız gerekirdi” vurgusuyla ekledi: “Anlaşmanın imzalanmasından sonraya kadar bekleriz. Söz verilirse yeterli olacaktır. (Türk) Hükümetine güveniriz, Başbakan (Erdoğan) sözünün eridir. Söz verirse beklememize gerek kalmaz. Böylece buradaki temsilcilik seviyemizi tekrar büyükelçiliğe çıkarabiliriz. Türkiye ve İsrail arasında çok iyi bir ticaret var. Ne yazık ki güvenlik konusunda ilişkiler durdu. Güven tekrar inşa edildiğinde tüm kanallar açılır.”[89]
viii) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland’ın 19 Kasım 2012’de düzenlediği basın toplantısına, Erdoğan’ın İsrail’e yönelik açıklamalarıyla ilgili olarak, “Türkiye’den gelen bazı aşırı derecede sert söylemleri hiç yararlı görmüyoruz. Bu görüşlerimizi Türk yetkililere net şekilde aktardık,” dedi.[90]
ix) Mavi Marmara saldırısı sonrasında kopma noktasına gelen Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzeltilmesi için umut ışığı belirdi. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun İsrailli mevkidaşı ile Avrupa’da bir araya geldiği ve ilişkilerdeki sıkıntıların aşılması için gizli bir görüşme yaptığı ortaya açıktı.[91]
x) İsrail Başbakanı Netanyahu’nun “ruh ikizi” olarak görülen Dışişleri Bakanlığı Genel Direktör Dore Gold, dengelerin sarsıldığı Ortadoğu’da Türkiye ile “çıkarlarının örtüştüğünü” söyledi.[92]
xi) İsrail’le mutabakatta,[93] Türkiye’nin ilişkilerin normalleşmesi için şart koştuğu Gazze’ye yönelik yardımlarla ilgili herhangi bir düzenleme bulunmuyor.[94]
Nihayetinde “Bi gur ra tevhev dikujin. Bi şivan ra tevhev dixwin. Bi xwedîn ra tevhev digirîn/ Kurtla beraber öldürüyorlar, çobanla beraber yiyorlar, sahibiyle beraber ağlıyorlar,” diyen Kürt atasözündeki üzere AKP ve -olmayan- Müslüman “dünya” için Kudüs, sadece bir şantaj ve pazarlık konusudur; hepsi o kadar!
ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı ile bölgede -dünyayı tutuşturabilecek- bir yangına yol açtığı, hatta bunu tahrik ettiği, doğrudur. Buna karşı çıkmanın yolu ise, dinsel mugalatalar ya da sahte efelenmeler değil, Ortadoğu ezilenlerinin kadim Kenan coğrafyasını bir barış ve kardeşlik denizi kılmaya yönelik ortak anti-emperyalist ve anti-Siyonist mücadelesinden geçer.
28 Nisan 2018 13:11:46, İstanbul.
N O T L A R
[*] Newroz, Mayıs 2018…
[1] Mahmud Derviş
[2] Ergin Yıldızoğlu, “Her Yerde Korku”, Cumhuriyet, 28 Ağustos 2017, s.9.
[3] Ergin Yıldızoğlu, “Ortadoğu Yangınına Yeni Petrol...”, Cumhuriyet, 11 Aralık 2017, s.9.
[4] Nilgün Cerrahoğlu, “Kudüs Bombasının Pimi”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2017, s.7.
[5] Önce, 23 Ekim 1995 tarihinde Senato’sundan… Sonra, 24 Ekim 1995’te Temsilciler Meclisi’nden… Kudüs Büyükelçiliği Yasası (Jerusalem Embassy Act of 1995) çıkardı. Yani, büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyacaktı.
Bu şu anlama geliyordu: İsrail, Kudüs’ü 1948’de savaşla ele geçirdi. 1967 yılında ise Altı Gün Savaşı ile Doğu Kudüs’ü tamamen işgal etti. Ancak… BM, Doğu Kudüs’ü İsrail işgali altındaki Filistin olarak tanımladı. Bu yüzden İsrail, Kudüs’ü başkent ilan etmiş olsa da, dünya ülkelerinden destek bulamadı.
Bu sebeple… Kudüs’te bugün hiçbir elçilik binası bulunmuyor. Diplomatik temsilcilikler İsrail’in Tel Aviv kentinde. Ama… ABD, 1995 yılında Kudüs’e büyükelçilik açma kararı aldı. Fakat… Bunu 22 yıldır hiçbir başkan gerçekleştiremedi. Her altı ayda bir bu karar ertelendi. (Soner Yalçın, “Yalancı Siyaseti”, Sözcü, 7 Aralık 2017, s.12.)
[6] Ceyda Karan, “Trump’ın Kudüs’ü”, Cumhuriyet, 8 Aralık 2017, s.11.
[7] “ABD’nin Kudüs Hamlesi Neden Şimdi”, Devrimci Duruş, No:64, Ocak-Şubat 2018, s.19.
[8] “Trump’ın Kararı Tansiyonu Yükseltti... Sokağa İndiler”, Hürriyet, 7 Aralık 2017… http://www.hurriyet.com.tr/abd-baskani-tum-dunyanin-karsi-ciktigi-kudus-...
[9] “İsrail Batı Şeria’ya Asker Yığmaya Başladı”, Hürriyet, 7 Aralık 2017… http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-israil-acikladi-cok-sayida-ulke-ta...
[10] “ABD Askerlerine Saldırı Meşrulaştı”, Hürriyet, 7 Aralık 2017… http://www.hurriyet.com.tr/cok-sert-aciklama-abd-askerlerine-saldiri-mes...
[11] “Ortadoğu Alev Aldı! İsrail Askerleri ve Göstericiler Çatışıyor, Yaralılar Var”, Milliyet, 7 Aralık 2017… http://www.milliyet.com.tr/son-dakika-infial-yaratti--dunya-2568254/
[12] Musa Biçkioğlu, “Kadim Şehir Kudüs”, Diyanet Aylık Dergi, No:295, Temmuz 2015, s.15.
[13] Aydın Tonga, “Bir ‘Kutsal Şehir’ Kudüs”, Birgün Pazar, Yıl:14, No:561, 10 Aralık 2017, s.6.
[14] Aydın Tonga, Osmanlı’nın Paralel Devleti Kadızadeliler, Doğu Kitapevi, 2017.
[15] Türkkaya Ataöv, Kudüs ve Devletler Hukuku, Yonca Matbaası, 1981.
[16] Ayşe Sucu, “Kudüs İnançların Başkentidir”, Sözcü, 11 Aralık 2017, s.4.
[17] Nora Şeni, Camondolar Bir Hanedanın Çöküşü, Çev:Yaman Aksu, İletişim Yay., 2000.
[18] “İsrail Devleti 14 Mayıs 1948’de kuruldu. Günü gününe iki yıl sonra da Türkiye’de Demokrat Parti iktidara geliyor ve Türk dış politikasında yeni bir dönem başlıyordu. Tam anlamıyla Batı uyduluğu şeklini alan bu diplomaside ‘ezilen halklar’ ve ‘kurtuluş savaşları’ diye kavramlar yoktu. Bu dönemde Cezayir halkına bile ihanet edilmiş ve BM’de hep ‘Cezayir Fransa’nındır’ diye oy kullanılmıştı. Bu yüzden DP’yi tarihi referans kabul eden bir partinin bu günlerde kopardığı ve MHP’li ülkücüleri de peşinden sürükleyen Kudüs fırtınası kimseyi yanıltmamalıdır. Aslında Menderes politikası bu kez İslâmcı sosla sunulmakta, daha birkaç ay önce Trump’ı bu ülkede ağırlamaktan onur duyacağını söyleyenler, şimdi Filistin Davası’nı anti-emperyalist giysilerle sunmaya çalışmaktadır. Oysa artık mızrak çuvala sığmıyor ve geçmişi antiemperyalist hareketle mücadeleyle yüklü bir hareketin bu yeni ‘anti-emperyalist’ maskesi asla inandırıcı olamıyor.” (Taner Timur, “AKP, Kudüs ve Osmanlı Yahudileri”, Birgün Pazar, Yıl:14, No:563, 24 Aralık 2017, s.2-3.)
[19] Sinan Meydan, “Kudüs Böyle Düştü”, Sözcü, 11 Aralık 2017, s.2.
[20] Hüsnü Mahalli’nin ifadesiyle, “Osmanlı’nın bölgede bulunduğu dönemler 1917’ye kadar, oradaki Yahudi kardeşlerimizin nüfusu 50 bin… Osmanlı oradan çekildikten sonra, İngiliz işgali oldu, işgale kadar İsrail devleti kuruldu yani 1947’ye kadar 50 bin olan nüfus 600 bin oldu. Burası Filistin toprağı yani İsrail diye bir şey yoktu… Gelelim bugüne… 1947’de Filistin İngiliz işgali altındaydı. Dünyanın dört bir tarafından Yahudi kardeşlerimiz taşındı Filistin’e, dönemin ABD Başkanı Truman demokrattır…
Truman gücünü kullanarak bildiğimiz Filistin’in, yarısını alarak Yahudi kardeşlerimize verdi. Dedi ki ‘Burası İsrail’in olsun.’ 600 bin Yahudi kardeşimize karşın, 1 milyon 250 bin Filistin’li var. Yahudi kardeşlerimize toprakların yüzde 55, 1 milyon 250 bin olan Müslüman ve Hıristiyan Filistinlilere ise yüzde 45…” (“Hüsnü Mahalli: Filistin Diye Bir Devlet Yok”, 16 Aralık 2017… https://www.birgun.net/haber-detay/husnu-mahalli-filistin-diye-bir-devle...)
[21] İlber Ortaylı, “Farklıyım Diyor”, Hürriyet, 10 Aralık 2017, s.8.
[22] Özgen Acar, “Lavrence ve Trump!”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2017, s.14.
[23] “Trump’ın Kararı Tansiyonu Yükseltti... Sokağa İndiler”, Hürriyet, 7 Aralık 2017… http://www.hurriyet.com.tr/abd-baskani-tum-dunyanin-karsi-ciktigi-kudus-...
[24] Ceyda Karan, “Kudüs İçin Trump’ın Açtığı Yol”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2017, s.7.
[25] Kadri Gürsel, “Korkunç İkili: Trump-Netanyahu”, Cumhuriyet, 8 Aralık 2017, s.10.
[26] Şükran Soner, “Kudüs’le Açılan Yeni Dehşet Dengelerinde...”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2017, s.9.
[27] Nilgün Cerrahoğlu, “… ‘Çılgın Kral’ Trump”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2017, s.7.
[28] Özgür Doğan, “Ortadoğu Savaşı, Kudüs ve Filistin Sorunu”, 16 Aralık 2017… http://marksist.net/ozgur-dogan/ortadogu-savasi-kudus-ve-filistin-sorunu...
[29] Mustafa Mert Bildircin, “Filistin Topraklarına El Koyma Planının Parçası”, Birgün, 16 Aralık 2017, s.5.
[30] Sibel Bahçetepe, “Ortadoğu Uzmanları Trump’ın Kudüs Kararını Değerlendirdi: Gelecek Karanlık”, Cumhuriyet, 8 Aralık 2017, s.10.
[31] Tevfik Taş, “Ecce Homo, Minero ve Kudüs”, Evrensel, 10 Aralık 2017, s.7.
[32] İbrahim Varlı, “Nereye Gitti Bu Ortadoğu Solu?”, Birgün, 12 Aralık 2017, s.4.
[33] “Prusya Konsolosluğuna göre, Kudüs’ün 1845 yılındaki nüfus 16 bin 410 idi. 7 bin 120 Yahudi, 5bin Müslüman, 3 bin 390 Hıristiyan, 800 Türk asker ve 100 Avrupalı bu sayıyı oluşturmaktaydı.
1922’den 1948 yılına kadar, şehrin nüfusu 52 binden, 165 bine ulaştı. Bu nüfusun üçte ikisi Yahudi ve üçte biri Arap’tır (Müslüman ve Hıristiyan).” (www.mynet.com/haber/)
Aralık 2007’deki nüfus sayımının sonuçlarına göre Kudüs’teki nüfus 747 bin 600’dür. Nüfusun yüzde 64’ü Yahudi, yüzde 32’si Müslüman ve yüzde 4’ü Hıristiyan’dır.” (Hüseyin Şengül, “Kudüs Bizimdir İddiaları!”… http://www.halkinbirligi1.net/kudus-bizimdir-iddialari/)
[34] Washington’ın ekonomik yardımda bulunduğu Guatemala’nın Devlet Başkanı Jimmy Morales, ülkesinin İsrail büyükelçiliğini Kudüs’e taşımak için gerekli talimatı verdiğini açıkladı. Trump’ın BM Genel Kurulu’nda kendilerine karşı oy kullanan ülkeler için tehdit unsuru olarak kullandığı ABD yardımlarından Guatemala da yararlanıyor. Washington’dan “Ekonomik Büyüme” ve “Adil ve Demokratik Yönetim” yardımı alan Karayip ülkesi, dış ticaretinin de büyük bölümünü ABD ile gerçekleştiriyor. (“Guatemala, ABD İzinde”, Cumhuriyet, 26 Aralık 2017, s.13.)
[35] “Kuzey Kore’den Kudüs Kararı: Tanımayacağız Dedi”, 10 Aralık 2017… http://www.urfadabugun.com/haber/109846/kuzey-koreden-kudus-karari-tanim...
[36] “Trump, Kudüs’ü İsrail’in Başkenti Olarak Tanıdı”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2017, s.7.
[37] Taha Akyol, “Kudüs Faciası”, Hürriyet, 7 Aralık 2017, s.20.
[38] “İsrailli Bakanın Irkçılığı”, Gündem, 28 Aralık 2015, s.13.
[39] İsrail’deki Etiyopya asıllı Yahudilere karşı “ırkçı uygulamaları” protesto eden binlerce kişi, Tel Aviv’de polisle çatıştı. Kendilerine yönelik ırkçı uygulamaları protesto eden binlerce Etiyopya Yahudisi, “şiddete bulaşan polisler hapsedilmeli” çağrısında bulundu. İsrail vatandaşı Etiyopya asıllı Yahudiler, şehirdeki bazı ana yolları trafiğe kapatarak, “siyah değil, beyaz değil, hepimiz insanız”, “Irkçılığa ve ayrımcılığa hayır” ve “Artık söz değil eylem istiyoruz” şeklinde slogan attı. Göstericilerin, polis şiddetini ve kelepçeli tutuklamaları simgelemek üzere ellerini başlarının üzerinde çapraz şekilde bağladığı gözlendi. Başkent Tel Aviv’deki gösteride 23’ü polis 46 kişinin yaralandığı, 26 eylemcinin gözaltına alındığı bildirildi. (“İsrail’de Irkçılığa Karşı Büyük Protesto”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2015, s.17.)
[40] “Generalin Sözleri İsrail’i Karıştırdı”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2016, s.13.
[41] Le Monde Diplomatique, Şubat 2009.
[42] Bugün İsrail denilince akla gerici, işgalci ve baskıcı yönleri ile öne çıkan bir İsrail geliyor. Ancak İsrail’in bu gerçek yüzünün ötesinde başka olgular da var. İsrail’de kökleri 90 yıl öncesine dayanan komünist gelenek, bugün içinden geçtiğimiz günlerde ayrıca hatırlanmalı. İsrail Komünist Partisi, dünden bugüne mücadelesiyle İsrail-Filistin sorununu anlamak açısından önemli bir parti olarak görülmeli.
Yahudilerin ve Arapların birliğini savunan İsrail Komünist Partisi’nin kuruluşu 90 yıl önceye dayanıyor. İsrail Komünist Partisi’nin (İKP) kökleri, 1920’lerde İngiliz sömürgeciliğine karşı mücadele eden ve Siyonizme karşı çıkan Filistin Komünist Partisi’ne dayanıyor. 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla birlikte Filistin Komünist Partisi’nin parçası olan ve İsrail’de mücadelesini sürdüren hareket İsrail Komünist Partisi’ne dönüşüyor. Kısa ismi MAKİ olan İsrail Komünist Partisi, kendisini İsrail’de yaşayan Yahudi ve Arapların partisi olarak tanımlamış, hem Yahudiler hem de Araplar içinde örgütlenerek bugünlere gelmiştir. İsrail Komünist Partisi tarihinde yaşanan bir ayrışma sonrası MAKİ ismini değiştirmiş ve RAKAH ismini alarak yoluna devam etmiştir. Özellikle parti içinde Yahudi kimliğini öne çıkaran bir kanatla yaşanan ayrışma sonrası, RAKAH, anti-siyonist çizgisi dolayısıyla uluslararası komünist harekette İsrail’in esas komünist partisi olarak tanınmıştı. 1989 yılında koptuğu Komünist Parti, bu ismi terk edince RAKAH tekrardan İsrail Komünist Partisi ismini almış ve mücadelesini sürdürmüştür. Sosyalist bloğun yıkıldığı bir dönemde tekrardan komünist ismini alması, İsrail Komünist Partisi için ayrıca değerlendirilmesi gereken bir olgu olarak not edilmelidir.
İşgal karşıtı politikalarıyla halkın tanıdığı bir parti olan İsrail Komünist Partisi, 1960’lı ve 1970’li yıllarda seçimlerde başarı göstermiş, 1977 yılındaki seçimlerde de Barış ve Eşitlik için Demokratik Cephe (HADAŞ) kurmuştu.
İKP, Filistin sorununda iki devletli çözümden yana. Bu politikadan dolayı, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti kurulmasını savunuyor. Aynı zamanda İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilerek, 1967 öncesi sınırlara dönmesi gerektiğini savunan İKP, Filistin sorununda İsrail içinde farklı bir ses olarak görülmeli. Yine İsrail içinde ortaya çıkan ve özellikle Arap kökenli İsrail vatandaşlarına yönelik ayrımcı politikalarının da karşısında duruyor. İsrail Devleti’nde vatandaşlığın Musevilik üzerinden tanımlanmasına karşı çıkan İKP, Arap ve Yahudilerin eşit vatandaşlar olarak görülmesini savunan bir politik çizgiye sahip. (“İsrail’in Komünistleri”, 24 Aralık 2017… http://gazetemanifesto.com/2017/12/24/pusula-israilin-komunistleri/)
[43] “İsrail’in ‘Koruyucu Uçurumu’nda 13 Ölü”, Milliyet, 9 Temmuz 2014, s.25.
[44] “Hayır Kurumu Bile İsrail’in Hedefi Oldu”, Milliyet, 13 Temmuz 2014, s.24.
[45] “İsrail Yine Okul Vurdu: 10 Ölü”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2014, s.12.
[46] Vijay Prashad, “İsrail’in Yanına Kaldı”, Birgün Pazar, Yıl: 12, No: 425, 3 Mayıs 2015, s.9.
[47] “Otopsiye Göre Suçlu İsrail”, Gündem, 13 Aralık 2014, s.13.
[48] Fehim Taştekin, “Gazze Üzerinden Dosta Düşmana Ayar”, Radikal, 16 Kasım 2012, s.27.
[49] “Yine İsrail, Yine Suikast İddiası”, Cumhuriyet, 20 Mart 2010, s.13.
[50] “Suikast Emri Netanyahu’dan”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2010, s.13.
[51] “İsveçli Muhalifi Öldürelim”, Sabah, 10 Ağustos 2009, s.18.
[52] “Yerleşimciler Filistinli Çobana Saldırdı”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2009, s.10.
[53] “Yerleşimcilerden Büyük Tahrik”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2009, s.12.
[54] “Yine Cami Kundakladılar”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2010, s.10.
[55] William Saletan, “… ‘Sıfır Noktası Sinagogu’ İslâm Karşıtlığının Son Kanıtı”, Slate internet sitesi, 29 Eylül 2010.
[56] “İsrail’de Irkçı Yemine Onay”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2010, s.11.
[57] “Filistin Okullarına Siyonist Müfredat Dayatması”, 2 Eylül 2016… http://direnisteyiz3.org/filistin-okullarina-siyonist-mufredat-dayatmasi/
[58] “İsrail: Karara Uymayacağız”, Birgün, 25 Aralık 2016, s.9.
[59] “İsrail’de Orduya Katılmayı Reddeden Kadın Hapis Cezasıyla Karşı Karşıya”, Radikal, 29 Ocak 2016… http://www.radikal.com.tr/dunya/israilde-orduya-katilmayi-reddeden-kadin...
[60] “İsrail Askeri Yerde Yatan Yaralı Filistinli Direnişçi Genci Katletti”, 25 Mart 2016… http://direnisteyiz3.org/israil-askeri-yerde-yatan-yarali-filistinli-dir...
[61] “Batı Şeria ve Kudüs’te Çatışma”, Gündem, 11 Şubat 2016, s.13.
[62] “İsrail, Filistinli Kadını Öldürdü”, Evrensel, 7 Mayıs 2016, s.11.
[63] “İsrail’den Detektör Resti: İstemiyorlarsa Girmesinler”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 2017, s.13.
[64] “İsrail Açlık Grevindeki Gazeteciyi Zorla Besledi”, Radikal, 5 Şubat 2016… http://www.radikal.com.tr/dunya/israil-aclik-grevindeki-gazeteciyi-zorla...
[65] “İsrail’in Kara Listesi”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2018, s.13.
[66] “İsrail’den Tehdit: Taş Devrine Çeviririz”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2017, s.13.
[67] Ortadoğu’da barış için bu kez çağrı İsrail’de Tel Aviv’den geldi. Filistin topraklarına yönelik İsrail işgalinin 50. yılına işaretle önceki gece binlerce kişi Tel Aviv’de meydana çıktı. Kalabalık, Filistin devletini içeren iki devletli çözüm talebinde bulundu, çatışmaların sona ermesini istedi. İsrail’in ‘Haaretz’ gazetesine göre, kimi çocuklarıyla beraber yaklaşık 15 bin İsrailli alanı doldururken “İki devlet, bir umut” yazılı afişler taşıdı. “Şimdi Barış” örgütünün düzenlediği Rabin Meydanı’nda gerçekleşen eylemde, Filistin Yönetimi Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın mesajı da okundu. Abbas mesajında, “Barış ve adaletten daha güçlü bir ses yoktur” vurgusu yaparken “İnsanların kendi kaderini tayin ve işgalin ağırlığından özgür olma hakkından daha güçlü bir ses de yoktur” ifadelerini kullandı. “Uyum, güvenlik ve istikrar içinde yaşamanın zamanı geldi” diyen Abbas, İsrail’i, Filistin’i bir devlet olarak tanımaya ve işgali sona erdirmeye çağırdı. Yürüyüşe destek verenler arasında İsrail’in muhalefetteki İşçi Partisi’nin lideri İsaac Herzog da vardı. Herzog kalabalığa seslenirken “İsrail için Filistin’i tanıma ve işgali sona erdirme zamanı” diye konuştu. Sağ cepheden Başbakan Netanyahu’ya eleştiriler getirdi, 2016 yılında barış görüşmelerine yönelik fırsatı kaçırdığını kaydetti. (“İki Ülke Bir Umut”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2017, s.7.)
[68] Nilgün Cerrahoğlu, “Kudüs Trajedisi”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2017, s.15.
[69] Ömer Karmi, “Ah Kudüs Ah: İki-Devletli Çözüme Ağıt”, 15 Aralık 2017… http://sendika62.org/2017/12/ah-kudus-ah-iki-devletli-cozume-agit-omer-k...
[70] Alp Altınörs, “Kudüs-İsrail-Filistin”, Özgürlükçü Demokrasi, 14 Aralık 2017, s.3.
[71] Ali Ergin Demirhan, “Bir Filistin Gene Var: Tek Devlet’i Gündeme Almanın Vaktidir”, 18 Aralık 2017… http://sendika62.org/2017/12/bir-filistin-gene-var-tek-devleti-gundeme-a...
[72] “Mahmud Abbas: Arafat’ın Katillerini Açıklayacağız”, Hürriyet, 10 Kasım 2016… http://www.hurriyet.com.tr/mahmud-abbas-arafatin-katillerini-aciklayacag...
[73] “Abbas: ABD’ye Kapıyı Kapattı”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2017, s.7.
[74] “… ‘İt Oğlu İt’ Gerilimi”, 20.03.2018… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/it-oglu-it-gerilimi-40777895
[75] “Filistin’den ABD’ye Rest: Görüşmeyeceğiz!”… http://www.halkinbirligi1.net/filistinden-abdye-rest-gorusmeyecegiz/
[76] “Leyla Halid: Oslo Anlaşması İptal Edilmeli”, 7 Aralık 2017… http://medyasafak.net/haber/2473/leyla-halid-medya-safaka-konustu--oslo-...
[77] “FHKC: Kudüs’ün Kaderini Trump Değil, Bizim Mücadelemiz Belirleyecek”, 7 Aralık 2017… https://gercegingunlugu.blogspot.com.tr/2017/12/fhkc-kudusun-kaderin-tru...
[78] Kaldı ki İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın (İİT) tavrı da etki değil. Bu 52 ülkenin birbirlerine düşmüş olmasından kaynaklanmıyordu. 1.4 milyarlık İslâm âlemi dünya nüfusunun yüzde 23.4’ünü, yani hemen hemen dörtte birini oluştururken, toplam yüksek teknoloji ihracat payı 3.7, patent payı 1.9, ihracat payı 6.9, ithalat payı 7.2. Sanayisi zayıf, teknolojisi dışa bağımlı olan hammadde ihracatçısı, silah ithalatçısı bu ülkeler üretici değil, tüketici ya da başka deyişle ürettiğinden çok ürüyor. (Ali Sirmen, “Kudüs’ü Okul Sırasında Yitirmek”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2017, s.4.)
[79] Nilgün Cerrahoğlu, “… ‘Kırmızı Çizgimiz’ Kudüs”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2017, s.7.
[80] Nilgün Cerrahoğlu, “… ‘Delidir Ne Yapsa Yeridir’ Doktrini ve Kudüs Zirvesi”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2017, s.13.
[81] Ankara’ya indirilen uçakta Suriye’nin İsrail sınırına yerleştirilecek radar parçaları olduğu ortaya çıktı. Türkiye’nin 2012’nin ekim ayında kargo bölümünde silah ve mühimmat bulunduğu gerekçesiyle Esenboğa Havalimanı’na indirdiği Suriye uçağında el konulan radar parçalarının, Rus yapımı orta irtifa radar güdümlü SA-6 savunma sistemi olduğu, bu sistemin de Türkiye sınırında değil, İsrail sınırında konuşlu olduğu öğrenildi. Türkiye’nin bu parçalara el koymasından birkaç ay sonra İsrail uçaklarının Suriye radarlarına görünmeden sınırından geçerek Şam yakınlarında bir hedefi vurması da dikkat çekti. (Bahadır Selim Dilek, “AKP’den İsrail’e ‘Gizli Destek’…”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2013, s.9.)
[82] “Filistinlilere Vize, İsraillilere Muafiyet”, Cumhuriyet, 27 Haziran 2015, s.16.
[83] Mustafa Gürlek-Elif Eşit, “CHP’li Erdoğdu: AKP, İsrail’in Dostluğunu Kazanmak”, Zaman, 17 Şubat 2015, s.11.
[84] Emre Deveci, “… ‘İşgal Devleti’ ile Ticaret Tıkırında”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2017, s.9.
[85] Barkın Şık, “Türkiye Bizden Silah İstiyor”, Cumhuriyet, 25 Temmuz 2013, s.12.
[86] Alon Liel, “İsrail - Türkiye Yol Haritası”, Evrensel, 29 Mart 2013, s.11.
[87] “İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Obama aracılığıyla Başbakan Erdoğan’ı arayarak Türkiye’den özür dilemesinin, yani İsrail’in Türkiye’den ya da Netanyahu’nun Erdoğan’dan özür dilemesinin kimin hanesi yazılacağı ise neredene bakıldığına bağlı. Özür Amerikalıların tarafından Obama’nın hanesine yazılırken, Türkiye’de Başbakan Erdoğan’ın başarısı İsrail’deyse Netanyahu’nun akıllı bir manevrası olarak değerlendiriliyor.” (Mete Çubukçu, “Suriye Küstürdü Suriye Barıştırdı”, Radikal İki, 31 Mart 2013, s.9.)
[88] Gizem Acar, “Dore Gold: İki Ülkenin Çıkarı Örtüşmeye Başladı”, Milliyet, 2 Eylül 2015, s.19.
[89] Gizem Acar, “David Tsur: Mavi Marmara’da Özür İçin Geç Kaldık”, Milliyet, 10 Şubat 2014, s.20.
[90] “Sert Söylem Yararsız”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2012, s.12.
[91] Bahadır Selim Dilek, “İsrail ile Gizli Görüşme”, Cumhuriyet, 24 Kasım 2012, s.13.
[92] Ceyda Karan, “İsrail Dışişleri Direktörü Dore Gold: Çıkarlar Örtüşüyor”, Cumhuriyet, 2 Eylül 2015, s.10.
[93] “27 Haziran 2016’da Başbakan Binali Yıldırım’ı İsrail’le anlaşma hakkında beklenen basın toplantısını yaparken izledim... Sorulara yüzeysel retoriğin ötesine geçen bir yanıt vermemesini dosyaya olan ‘yabancılığına’ bağladım. Başbakan birkaç kez altını çizerek, ‘Ambargo Türkiye’nin öncülüğünde kalkmış oluyor’ deyince ‘bilgisizliği’ hakkındaki kanaatim yerleşti.
Söyledikleri doğru değildi ve kamuoyunu yanıltıcı mahiyetteydi. Gerçek ise şuydu: Türkiye ve İsrail arasında, 31 Mayıs 2010 tarihli ‘Mavi Marmara olayı’ndan kaynaklanan krizi çözen anlaşma, Erdoğan’ın ‘deniz ablukasının kaldırılması’ önkoşulundan vazgeçmesi sayesinde mümkün olabilmiştir. Gazze’ye deniz ablukası yerinde duruyor. Kalkmayacağını Türkiye’deki siyasal İslâmcı iktidar da en başından beri biliyordu.” (Kadri Gürsel, “İsrail’le Anlaşmaya Dair Yalanlar ve Gerçekler”, Cumhuriyet, 28 Haziran 2016, s.10.)
[94] Duygu Güvenç, “Gazze Yalanı Belgelendi”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2016, s.10.