
ifade edecek olursak, “Ahlaki (Etik) Kolektif Kültürü”,feodal şabloncu modernist toplumlar dejenere edenlerin başında geliyor. Bu iki anlayış din başta olmak üzere her türlü grupçu, kayırmacı ve adamcılık (Nepotist) kültürüne göre yaşayıp, sürekli kendi içinde birbiriyle çatışırken, bundan kendilerine kahramanlık, yiğitlik payesi çıkarırlar. En ufak anlaşmazlık durumunda, en yakınındakileri psikolojik veya fiziki olarak öldürmekte hiçbir sakınca görmezler. Ahlakın en çok yozlaşmasının somut örnekleri, feodalist, çarpık modern geleneklere gark olmuş Türkiye ve Müslüman ülkeler birinci sırada yer alanlardır. Söz konusu ülkelerin burjuvazisi başta olmak üzere sağ, sol ve dindar düşünceye sahip toplulukların hepsinde, bu yapı temel kültürdür. Adeta gelenekten gelen çoğu adet, alışkanlık ve inançlarını tanrı emri şeklinde görüp, bundan vaz geçmemek için türlü yolu deneyen hastalıklı bir karakter mevcuttur. Nepotist ve Ahlaki Kolektivizm yaşam anlayışı arasındaki temel fark, özet olarak şu şekildedir.
Nepotist: Grupçu, adamcı, kayırmacı, derebey, ağa, şeyh ırk, din ve nüfuzlu kişilere tapınan ilkel ve çarpık modern yaşam biçimidir. Grupçu ve küçük toplulukların öncülüğünü yapan bir veya iki kişinin her türlü menfaati, çıkarı belirleyici olup, bu kişilere toplumun çoğunluğu tapınarak yaşar.
Ahlaki Kolektivizm: Bilimsel düşünce temeline dayanıp, içerisinde yaşanılan çağın koşullarına göre mevcut her türlü maddi manevi değerler eşit şekilde paylaşılan dayanışma kültürüdür. Bu kültürel yapıda sadece düşüncesinden faydalanılan kişiler itibar görürken, en ufak maddi ve mevki ayrıcalık söz konusu değildir. Toplumların genel yaşam şekillerine bu iki pencereden biraz daha derinlemesine baktığımızda, İslam toplumlarının tümü nepotist anlayışa göre yaşadıkları için, demokratik paylaşımcı her çabaya şiddetle karşıtlığı sürdürdüklerini görüyoruz. Ahlaki kolektivizmin biraz olsun geliştiği toplumlarda, paylaşımcı dayanışma sayesinde ahlak ve adaletin temelinin atılmış olması dahi, önemli bir gelişmedir.
Nepotist yaşam kültür anlayışı İlk ve Orta Çağ’dan itibaren başlamıştır. Özellikle Müslüman toplumlar her şeye gelenekçi baktıklarından, İlk ve Orta Çağ anlayışında çakılıp kaldılar. Bunun temel kaynağı, kültürlerini oluşturan dinamiklerin hiçbir noktasını sorgulamadan tapınmacı yaşamalarıdır. Ahlaki kolektif düşünceye göre yaşayanlarsa, kültürel yapılarının tüm dinamiklerini sorgulamaktan hiçbir zaman çekinmemeleri, bazı konularda sorunlar olsa da bu kültürün daha somut yaşanmasını sağladı. Dünya insanlığına olumlu, olumsuz etki gösteren bu iki anlayışın, kültürel nitelikleri ve tarihsel aşamalarını özet olarak ele aldığımızda, şu gerçekler bizim kendimizi daha fazla sorgulamamızı şart koşuyor.
Bilindiği gibi insan denen canlı, diyalektik olarak dünyadaki tüm varlıklar içerisinde değişimi en zor ve milyon yılları alan bir yapısal özelliğe sahiptir. İnsan denen canlı 15 milyon yıl önce Hominidlerden ayrışmaya başlarken, M.Ö. 250 bin yıllarında insan özelliğini biraz daha geliştiren Homo Sapiens’in, bu konuma gelene kadar geçen süreye baktığımızda, akıllara durgunluk verecek uzun bir tarihtir. Birinci temel değişim tarihi bu şekildeyken, ikinci önemli değişimse Çin, Arami, (Asuri) Med, Pers ve Helen kültürüyle başlayan sorgulayıcı felsefi yaşam dönemidir. Sorgulayıcı felsefenin uygulamasındaki ilk etkili kişiler, Zerdüşt, Mazdek, Konfüçyüs, Helenli Sokrat, Aristoteles, Platon, Adalet Tanrıçası Themis gibi binlerce felsefeci, ikinci değişim ve dönüşümün mimarlarıdır. Bu felsefeyi Avrupa Toplumları sahiplenerek, bilimsel temelde üst aşamalara taşıyanların başında gelirler. Ancak ne var ki, insanın sosyal psikolojik karakterinde mevcut olan ve insanın kendi içindeki kurdu ego ve çıkarcılığın ağır basması, ahlaki kolektivist yaşamı sekteye uğrattı. Bunun kanıtları, Bilim ve Teknoloji Çağı’nda dünya toplumları, adeta ahlaksızlıkta birbirleriyle yarış içerisinde olmalarıdır.
Dünya insanlığı her ne kadar ahlaksızlığın dibine düşmüş olsa da er veya geç, seküler toplumlar bir gün ciddi anlamda yaşananları sorgulayarak, yeni bir ahlaki ışığın kapısını aralayacaklarından eminim, Asıl en büyük sorun, bağnaz Müslüman ve çarpık modernist toplumlardır. Doğal olarak seküler ve dinci her anlayış, kendi teorisine göre ahlak, adalet ve dayanışma kuralı, kültürü geliştirirken, bunun temelinin yalan veya gerçeğe dayanıp dayanmaması, o düşünceye bağlı toplumların niteliklerini en güzel şekilde belirliyor.
Dinci ve şabloncu modernist toplumların adalet, dayanışma ve ahlaki düşünce dinamiklerinin temeli, bilindiği gibi tanrısal ütopyaya dayanan ve hiçbir şekilde ispatlanamayan büyük bir yalandan ibarettir. Bunun kaynaklarıysa, sözde Tanrının kutsal kitap gönderdiği, bu kitapta her şeyin dört dörtlük olduğuna inanılıp ona göre kural ve kültür geliştirilmesidir. Tanrının; kitap başta olmak üzere benzeri şekilde anlatılan masalları, bugüne kadar kanıtlayacak en ufak bir iz ve belgenin olmayışı, bu kesimlerin yalanla yaşadığının birinci kanıtıdır. Aynı şekilde bugüne kadar cennet ve cehenneme gidip gelenin olmaması. Her türlü ahlaksızlıkları yapan insanlardan, tanrının en ufak hesap sormamış olması, doğal olarak bu anlayışın kültürel dinamiklerinin yalana gark olduğunu ifade eder. Ve buna benzer kutsal, süslü yalanları daha da çoğaltabiliriz. Hemen hemen her şey akıl, mantık dışı yalancı masallara göre şekillenen bir kültürden gerçek ahlak, gelişme, değişim ve dayanışma beklemek, insanın kendisini aldatmasıdır.
Seküler anlayışlar ise; felsefeci ve bilim insanlarının geliştirmiş olduğu demokrasi, etik ve kolektivizm kültüründen en iyi şekilde yaralandıkları halde, aşırı doyumsuzlukları yüzünden bunlarda felsefecilere ihanet etmekte bir sakınca görmediler. İşte bu yüzden dünya yaşamı cehenneme doğru hızla ilerlemekte. Ondan sonra suçlu aranması tam bir üçyüzlülüktür. Yine de tüm bu olumsuzluklara rağmen, her toplum içerisinde küçük bir azınlığı oluşturan onurlu insanlar, ahlaki felsefeyi yeniden insanlık yaşamının temel kültürü yapacaklarından eminim. İfade edilen tarihsel gerçekler ve yaşananlardan anlaşılacağı gibi, dünya yüzünde yaşayan insan topluluklarının %90’ı henüz gerçek insan olamamıştır. Ve bu orandakiler bilinç, kültür olarak Hominid atalarından ayrışmayıp, hâlâ hayvani özelliklere göre yaşayanlardır. Bunların ahlak, adalet, gelişme ve dayanışmasının hayvani güdülere göre şekillendiği iyi bilinmelidir.
Bazı anlayışların değişim adına eski söylem, kavram ve ifadelerde gelişi güzel makyajcı değişiklikler yaparak, toplumun değişeceğini düşünmeleri, Orta Çağ’da ısrar etmektir. Ahlaksızlık ve adaletsizlikten şikayetçi olan her birey, toplum, kendisine giydirilen tüm kültürel yapısını sorgulamadığı sürece, ahlaksızlar toplumu yönetmeye devam edecektir. Bir taraftan ahlaksızlık, adaletsizlikten şikâyet edip, diğer taraftan varlık hesabı yapmak gerçek akıl sahibi hiçbir insana yakışmayan en büyük ahlaksızlıktır. Şu iyi bilinmelidir ki, insan karakter yapısı gereği hem en güzeli hem de en kötüyü icat eden bir zekâya sahiptir. Bu da her an güzel sürprizlere hazırlıklı olma umudunu bizlere veriyor.
Cemal Zöngür
Yorumlar
Hocam eline sağlık.Günümüz
Hocam eline sağlık.Günümüz insan ilişkilerini toplumsal çürümüşlüğü bilimsel bir bakış açısı ile yazmışsın.Solagan varı överek mezara göndermek,popiluzimle putlaştırarak abartı ve tutucluğada vurgu yapman tam da yerinde ve zamanında,izah etmişsiniz.
Teşekkür ederim değerli dost,
Teşekkür ederim değerli dost, seninde katkıların olduğunu unutma.