Sınıf Mücadelesinin Geldiği Çıkmaz Nokta

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Emek-Sermaye çelişkisine dayanan bilinçli mücadele, 1700 yıllardan itibaren ezen-ezilen, işçi-patron, emekçi ve burjuvazi kavramlarıyla isimlendirilip, bunu yaratan koşulların ayrıntılarına inilerek evrensel komünist teori geliştirilmiştir.

 
Proletarya diktatörlüğüne dayanan bu komünist teori, 1848’den itibaren Karl Mark ve Friedrich Engels tarafından bilimsel şekli verilerek, dünya emekçilerinin kurtuluş anahtarı olarak benimsendi. Bu işçi sınıfı mücadelesi 1980 yıllarına kadar dünyanın her yerinde önemli derecede etkisini gösterdi. Fakat her türlü fedakarlığa rağmen 1980’lerden itibaren, işçi sınıf teorisine dayanan mücadele, sürekli zayıflayarak etkisini yitirmeye başladı. Günümüzde ise neredeyse itibar edilir teori olmaktan çıkmış durumda. Peki bunun teorik felsefi sebepleri nelerdir?
 
Birçok olumsuzluklara rağmen yaklaşık kırk yıl öncesine kadar, 1 Mayıs emekçi sınıfların tarihsel yıl dönümü ya da hak arayış mitinglerine, kitleler sel gibi alanları doldururken, herkes saygı ve gıpta ile bakardı. Gelinen noktada neredeyse gereksiz bir gelenek gibi bakılmakta. Elbette yalnızca sınıf mücadelesi değil, dünya insanlığının yaşamı her yönüyle büyük bir kaosun içerisine saplanıp kalmıştır. Devletler ve sermaye sınıfı kendi mantıklarınca çözümler üretip işin içinden çıkmaya çalışırken, emek ideolojisini savunanların yeni hiçbir çalışma ve çözümlerinin olmaması, esasında insanlığı derinden düşündürüyor. Çünkü sınıflar çelişkisinin temeli sosyal, siyasal, ekonomik yapılarda, demokratik insani bir çözüme ulaşılmadığı sürece, hiçbir ülke ve toplumda insanca yaşamdan söz edilemez.
 
Dünya toplumlarının çoğu sınıf çelişkisinin ne olduğunu bilmezken, bazıları bunu sosyalistlerin sıradan politik malzemesi şeklinde görüp gereksiz uğraş olarak değerlendiriyor. Halbuki emek ve sermaye çelişkisi dünyadaki en büyük sosyal, siyasal, ekonomik sorunların başında geliyor. Emek sermaye çelişkisine dayanan sorunları çözmeyen toplumlarda çatışma, savaş, hastalık, açlık vb. olumsuzluklar binlerce yıl devam eder. Buna diğer kültürel çelişkilerinde eklenmesiyle, dağ gibi büyüyen siyasal sorunlardan kurtulmak, bazı toplumlarda neredeyse imkansıza dönüşüyor. Her zaman sınıfsal sorunların tek akılcı çözüm yolu emek, sermaye sınıfını oluşturan kitlelerin demokratik evrensel kültür ve örgütlülüğe sahip olmalarıyla mümkündür. Taraflardan birisi evrensel demokratik kültüre sahip olsa dahi, karşıtı aynı seviyede değilse, o toplumlarda çatışmalar bitmek bilmez. Ta ki her iki tarafında asgari demokratik anlayışta buluşuncaya kadar. Türkiye gibi toplumlarda sermaye sınıfı geri, niteliksiz iken, emekçilerde bunlardan pek farlı değil. Emekçiler kendi kültürel seviyelerini sorgulamamaları yüzünden, akılcı çözümsel mücadeleden hep yosun şekilde yaşadı. Gelinen noktada sınıf ideolojisine sahip düşüncelerin, içerisine düştüğü çıkmazın daha derin olduğu rahatlıkla anlaşılıyor.
 
Sınıfsal gerçeklere geçmeden önce insanı sorgu, düşünme yeteneğine sahip canlı olarak ele aldığımızda, ne yazık ki insan topluluklarının büyük çoğunluğu sıradan süperegoist varlıklar olarak karşımıza çıkıyor.  Bunu kanıtlayansa insanın dünyada var olup, yaşamaya başladığı günden bu zamana kadar, çevresine ve kendi cinsine karşı sürdürdüğü katliam ve hilelerden biliyoruz. Demek ki dünyadaki hiçbir toplum, hayalimizdeki gerçek insani duygu, düşünceye sahip kitleleri var edememiştir. Sorunlar ne kadar büyük olursa olsun her toplumunda, başta emekçiler nitelikli bir kültür ve örgütlenmeye sahip olmadıkça, insani mantalitenin gelişmesini kimse beklemesin.
 
İstisnaların dışında, eğitimli eğitimsiz mevcut insanların çoğunun düşüncesi gelişmediği gibi gelişmiş görünenlerse, yalnızca süperegoist güdü doğrultusundadır. Bu da hangi düzen ve sistem olursa olsun, mevcut insan yapısının sınıfsız bir yaşamı gerçekleştiremeyeceğini ifade ediyor. Özellikle sol kesimin sürekli sınıfsız, sömürüsüz bir dünya istiyorum ifadeleri, günümüz insan karakterine tamamen zıt bir teoridir. Her düşünce insandaki speregoist yapıyı tamamen yok edemeyeceğini bilip, bunu en aza indirecek felsefi kültür ve pratikle hareket ederse, düşüncesinde samimi sayılır. Sol sınıfsal ideolojinin teorisi ile kitlelerin gerçek pratik yaşamları arasında, dünyalar kadar zıtlıklar mevcuttur. Böylece tüm ifade ve vaatler insanlığı oylamaktan başka bir anlam taşımamıştır. 
 
İnsandaki doğal ego, süperegoist duyguyla şaha kalkarken, süperego ile ideolojik düşünce arasındaki uçurumsal farkı, minimalize edemeyen sınıfsal toplumlar sürekli ütopik, çelişki içerisinde yaşarlar. Günümüz emekçi sınıfların tıkandığı nokta tam da burasıdır. Söz konusu çelişki en aza indirilmediği sürece, sınıflar mücadelesi çok ağır şekilde devam edecek demektir. Ancak sınıf mücadeleleri devam edecek derken, eski proletar teoriye dayanan anlayışla mümkün olmadığı artık kabul edilmelidir. Her çağda ekonomi ve insandaki duygu, düşünceler farklı biçim aldığına göre, etkisi çoktan geçmiş proletar teorik mücadeleyle sürdürülemeyeceği için içerisine düşülen çıkmazdan da kurtulamayacaktır. Neden bunları ifade ediyoruz? 21.yüzyıl insanın duygu, düşünce, yaşam anlayışı, birbiriyle olan ilişkileri, maddiyata bakış açısı, süperegoist duygu ve düşünceyle tavan yapmış durumda. Üstelik sınıf çelişkileri, yalnızca emek, sermaye zıtlığından kaynaklanan bir durum da değil. Evli çiftler, aile ve bireyler arasında sosyal, kültürel o kadar çok derin zıtlık ve çelişkiler var ki, bunların çoğu sınıf çelişkilerinden daha ağır, temel çözümü gerektiren konulardır.
 
Dünya genelinde en az üç yüz yıldır sınıf çelişkisini temel yaşam ilkesi olarak ele alıp, bunun siyasal, askeri ve ekonomik mücadelesini veren sosyalist ve komünistler, teorilerindeki sınıfsız bir toplum ya da dünya yaşamını hiçbir yerde tam anlamıyla oluşturamadılar. Bu engellerden birisi burjuva sınıfının saldırılarından kaynaklanırken, diğeri sosyalist ve komünist yöneticiler başta olmak üzere insandaki süperegoist duygu düşüncenin minimalize edilememesinin sonucudur. İfade edilenlerle birlikte dünyada sınıf mücadelesine itibar edilmemesi, toplumların yanılsaması değil gelinen çağın ve insandaki anormal süperegoist yükseliştir. O zaman esas sorunun insan karakterinden kaynaklandığı kabul edilerek sınıf mücadelesini yeniden şekillendirmek gerekir. Bu gerçeklik ortaya konmadan, eski söylem ve de teorilerle bir adım ileri gidilemeyeceği her yönüyle açık ve nettir.
 
Emek-Sermaye çelişkisine dayanan bilinçli mücadele, 1700 yıllardan itibaren ezen-ezilen, işçi-patron, emekçi ve burjuvazi kavramlarıyla isimlendirilip, bunu yaratan koşulların ayrıntılarına inilerek evrensel komünist teori geliştirilmiştir. Proletarya diktatörlüğüne dayanan bu komünist teori, 1848’den itibaren Karl Mark ve Friedrich Engels tarafından bilimsel şekli verilerek, dünya emekçilerinin kurtuluş anahtarı olarak benimsendi. Bu işçi sınıfı mücadelesi 1980 yıllarına kadar dünyanın her yerinde önemli derecede etkisini gösterdi. Fakat her türlü fedakarlığa rağmen 1980’lerden itibaren, işçi sınıf teorisine dayanan mücadele, sürekli zayıflayarak etkisini yitirmeye başladı. Günümüzde ise neredeyse itibar edilir teori olmaktan çıkmış durumda. Peki bunun teorik felsefi sebepleri nelerdir?  
 
1-Marks ve Engelsin hazırladıkları “Komünist Manifesto” 1800’lü yılların toplum, doğa, mekanik, ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel yapıya göre hazırlanmıştır. Diğer taraftan her geçen gün değişen toplum, dünya gerçekliğine uygun değişimi geliştirmek yerine, sürekli aynı ilkelerle statik kalınması etkisizleşmedeki birinci etkendir.
 
2-Marksist felsefe; temel ilkesini yalnızca sınıf çelişkisine dayandırırken, bireylerin psikolojik, dil, ulus, din, arz ve talepler gibi birçok sosyal konuları, hep tali çelişkiler olarak görülmesi.
 
3-Topluluklarının temel ihtiyaçları olan iş, barınma, eğitim ve sağlıklarının güvenceye alınmasıyla, her şeyin tamamlandığı hatasına düşülmesi. İlerleyen aşamalarda sınıf çelişkisine bağlı geliştirilen kültürün etkisizleşeceği, doğru düzgün hesap edilmemiştir.
 
4-Komünist parti, şef ve yetkililerin, halkın peygamberi gibi kariyerist duygularla, topluma yukardan bakan karakterlerini önleyecek, kültür yasalarının yokluğu ya da önemsenmemesi.
 
5-Televizyon başta olmak üzere, teknolojinin gelişmesiyle, kapitalizm reklam vb. araçlarla tüm ahlaki kuralları yozlaştırdığı halde, bunu dünyaya özgürlük olarak empoze edip, toplumları hızlı şekilde etkileyeceğini, sosyalistlerin hâlâ önemsememesi.
 
6-İstisna bireylerin dışında her insanın lüks, maddi varlıklara sahip olma ve serbest para kazanma gibi kapitalist süperegoist duyguların, sınıfsal ideolojik mücadeleden daha etkili oluşana karşı, sosyalistlerin alternatif geliştirmemeleri.
 
7-Psikolojik olarak insanların bireysel güdülerine hitap edecek, bazı ekonomik ve özel yetenek geliştiren imkanlara kontrollü şekilde müsaade etmek yerine, devlet kapitalizminin gereğinden fazla büyütülmesi, kapitalist devletlerden daha büyük olumsuzluklara yol açtığının görülmemesi.
 
8-Sosyalist ülkelerde dahil serbest piyasa ekonomisinin sürdürüldüğü devletlerde sendikacılık, sendika ağalığı şeklinde tüccar pazarlığından başka bir işleve sahip olmadığı halde, sosyalistlerin sendikacılıkla ilgili yeni bir mantalite geliştirmiş değiller.
 
9-Dünyadaki tüm sosyalist ülkelerde, işçi sendikaları başta olmak üzere diğer tüm kültürel kurum ve oluşumlar, adeta komünist parti şeflerinin arka bahçesi gibi kullanılması, sol ve sosyalist tüm ideolojileri bitiş noktasına getirmiştir.
 
10-Sosyalist ülkelerin tam bir bürokratik ağa devlet kapitalizmi şekline dönüşmüş olmaları.
 
Bu gerçeklere rağmen emekçi sınıflar, eski sol argümanlara bağlı kalarak örgütlenmede ısrar etmeleri, sosyalist teorinin zayıflamasına, etkisizleşmesine ve itibarsızlaşmasına sebep olmuştur. İfade edilenler acı, ağır olsa da maalesef gerçekler bunlardır, artık hepimizin derin uykudan uyanması gerekiyor.    
 
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...

Konuk Yazarlar

ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...