Yarım bırakılanları
Yere saçılanları
Kırılıp dökülenleri
Topluyorum
Sonra su yatağına gidip
Onları bir güzel yıkıyorum
Kurusun diye
Kimisini güneşe asıyorum
O kadar hasret ki güneşe
Küflenmiş, buruş buruş olmuş
Yerleri çiçek gibi açılıp
Buzları çözülüp
Su olup akıyor oluk oluk
Dereye karışıp gidiyor.
Kimisi öyle narin
Öyle ince ki
Üflesen uçup gidecek
Öyle hasret ki güneşe
Aşkından yanıp kül olacak
O yüzden onun
Sırtını güneşe verip gölgeye asıyorum
Isındıkça kendi ekseni etrafında
Yavaş yavaş dönmeye başlıyor
Ay çiçeği zerafetinden güneşle buluşuyor.
Kimisi de öylesin ezim ezim ezilmiş ki
Etrafından dönüp duruyorum
Neresinden tutsam acaba diye
Ürkek tedirgin ve yalnız
Gözleri kulakları
Ağzı burnu hep tetikte
Kuyunun dibinde
İp atsam boynuna asacak
Dönüp duruyorum etrafında
Dipten kalmış bir ezgi dolanıyor dilme
Dilim dökülüyor kuyunun dibine
Uzam uzam uzanıyor sözüm.
Susup dinliyorum
Kuyunun dibinden
Yanık bir ses
Ezgisini unuttuğum yerlerini tamamlıyor
Seslerimiz yankılanarak yükseliyor.
Basamak basmak
Elini ver!!
"Elini ver nerede elin"
Sonra suyun altında
Yosun tutan
Oradan oraya
Sürüklenen kaygan
Taşlara
Uzanıyorum
Rast gele
Siyah bir taş geliyor elime
Siyahtı yüzü gözü simsiyah
Yüzeyini temizleyip
Uzağına düştüğü
Beyaz taşın yanına koyuyorum
Hep beraber
Bütün çakıl taşları
Gülümsüyorlar
Suyun altında.
13.08.2022
Fatma A. Kurnaz.
İstanbul.