Iskalanmış Barış

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
Bir dinciyle tokalaşırken elimi iki defa yıkarım.Frıedrıch Nıetzsche...

Bu ara, Hans Lukas Hıeser'in, İletişim Yayınları'ndan çıkan, 850 sayfalık Iskalanmış Barış'ını okuyorum. Hans Lukas, 1957 Zürich doğumlu. Doktorasını Basel’de yapmış, Zürich ve Freiburg Üniversitelerinde modern tarih doçentliği yapmakta. Iskalanmış Barış'ta 1839-1938 arasındaki yüz yıllık bir süreci değerlendirir.1830’larda gelindiğinde Mısırın başındaki Mehmet Ali Paşa, yayılmacı bir politika izleyerek, Osmanlı'yı parçalanmanın eşiğine getirir. Ruslar daha sonraki süreçlerde Osmanlı'yı ağır yenilgilere uğratarak, Balkanlar'da, Kafkaslar'da ve Kuzey Afrika'da, imparatorluğun toprak üstüne toprak kaybetmesine neden olurlar. Yaşanan tam bir travmadır. Müslüman Osmanlı, kendi gücünden ve değerlerinden şüphelenmeye başlar. Bu sırada devreye giren kudretli Büyük Britanya, Avrupa ürünlerine pazar olması koşuluyla Osmanlıya destek çıkar.

Osmanlı, Avrupa örneğinden yola çıkarak uygulanacak reformlarla devleti eski gücüne kavuşturmak ister. İkinci Mahmut, 1808-1839 arasında idari yapıyı Fransız modeline göre merkezileştirmek ve orduyu yeniden dizayn edebilmek için Yeniçerileri 1826 yılında kanlı bir şekilde yok eder. Yeniçerilerin bağlı bulunduğu Bektaşi dergâhları kapatılır, devlet; devlete sadık Sünni değerlere göre Alevilerin ezilmesi temelinde yeniden şekillenir. (Tıpkı Yavuz'un Şah İsmail karşısında Sünni Kürtleri yanına çekmesi gibi)

1876 ya kadar miras yoluyla babadan oğula geçen Kürt mirleri ortadan kaldırılır. Bu olay Kürtlerde büyük bir güvensizliğe yol açar.

Ancak Tanzimat süreci, özellikle 1878 Berlin Kongresinde iyice somutlaşan, Batılı Hristiyan misyonerlerin Küçük Asya denen bölgede, imtiyazlı gözlemciler olarak, ''Nuh'un bahçesine'', ''İncil'in topraklarına'', ''Hristiyanlığın ve insanlığın beşiğine'' büyük bir iştahla girmelerine neden olur. İslam Devletinde Hıristiyanlaşmak yasak olduğundan ilk dönemler misyonerlik çabaları Hıristiyanlarla sınırlı kalır. Hıristiyan azınlıklar, ticari, askeri ve daha birçok alanda önemli haklara kavuşurlar. Berlin Kongresinde ve daha sonraki yıllarda, Hıristiyan misyonerler, ne Alevi sorununu ne de Kürt sorununu dile getirirler. Pratikte, Kürtler ve Alevilerle ilgilenirlerse de uluslararası arenada bu iki sorunu görmezden gelirler. Aynı dönem mirleri yok edilen Kürtler, şeyhlerin denetimine bırakılırlar. Kızılbaşlar ve Yezidiler korumasız bir şekilde dağlara sürülürler.

Ancak Ermeniler bir çok alanda üstünlük sağlamalarına rağmen, ağır bir vergiye tabi olurlar. Bu durum, misyonerlerin de katkısıyla kaosa ve Ermeni milliyetçiliğine yol açar. Osmanlı Kürtleri, Alevileri ve Hıristiyan azınlıkları kapsayan etnik ve dini reformlar yapacağına, oportünist ittifaklarla kah azınlıklara, kah Sünnilere yanaşarak durumu kurtarma yoluna gider.

Gel gör ki, Osmanlı'da çare bitmez. Sultan Abdülhamit, 1890’lı yıllarda Kürt süvari birliklerini kurarak ve de onlara özel imtiyazlar tanıyarak, Sünni aşiretleri yanına çekmeyi başarır. Böylece merkezi devlet, 1924 yılına kadar, Ermenilerle Sünnileri birbirlerine kırdırarak, Ermenilerin tarih sahnesinde silinmesini sağlar. (Alevilerle Ermeniler arasındaki ayrılık o denli bariz değildi)

1915 Ermeni soy kırımından sonra politik alandaki gelişmeler nedeniyle, Türk milliyetçiliği üzerinde yükselen Türkiye'de, önce Kürt sorunu, sonra da Alevi sorunu yavaş yavaş uluslararası bir boyut kazanır.

Kitap, 1839-1939 dönemini, misyoner raporları, resim ve değişik belgeler ışığında kare kare, hiç bir şüpheye yer bırakmayacak bir doyumlulukla işler. İnsan, bir an kendini, asırlardır süren benzer sorunların içinde bulur. Gün olur, kanı içilen bir Kızılbaş, gün olur aşağılanan bir Kürt, gün olur, katledilen bir Ermeni, Süryani, Keldani, Yezidi olur...

Kitabın düşündürdükleri:

İnsan, tam da, Kürt ve Alevi sorununun iç içe geçtiği, Kürtlerin başarılı bir direnişle emekçilerin, laik-demokratların ve de Alevilerin güvenini kazandıkları, ''Ya hepimiz ya hiç birimiz'' diyerek demokratik bir Türkiye hedefine yöneldikleri bu koşullarda, Sultan Abdülhamit gibi İslami öğretiyi kılavuz edinen, içte ve dışta iki yüzlü, oportünist bir politikanın sürdürücüsü, kâh İttihatçıları, kâh Abdülhamit'i aratmayan ırkçı bir dincilikle durumu kurtarmaya çalışan AKP'nin bu son çıkışından şüphe duymaz mı? Şüpheden öte iğrenmez mi?

Ali Rıza Aksın

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...

Konuk Yazarlar

Feyza Eren’den Akdeniz’e Lirik Bir Güzel...
  Uzun yıllardır sanat yaşamını ABD’de sürdüren Feyza Eren, “Vedadır Belki” adlı, tekli çalışmasıyla yeniden...
80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER
Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu. Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın… Emeklilerin tercih...
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...