
Tombiş yaklaşık üç aydır içerideydi. Yayla’nın falına (en azından bu sabahki falına göre) üç ay sonra dışarıda olacaktı. Tombiş içeride olduğu üç ay boyunca kilosuna kilo eklemiş, yüz kilo kadar olmuştu. Annesinin ziyaret yerinde ağladığını söyleyince sebebini sordum.
“Ah yavrum, süzülmüşsün, zayıflamışsın, deyip ağlamaya başladı” dedi Tombiş
Ah şu analar! Vallahi şu obezitenin bi nedeni kapitalizm ise öbürü analardır. Oturduğu sandalyeler ağırlığına dayanamadığı için kırılan şu Tombiş’e ancak gözleri evlat sevgisiyle kör olmuş bir ana “zayıflamışsın, süzülüşsün” diyebilir.
Kilolarıyla barışık olan tatlı Tombiş “bir daha ki görüşe şöyle on-onbeş kilo almam gerekiyor, yoksa anacığım yine gözyaşı döker, dayanamam” diyerek, o esnada torunu için kazak ören Gülistan Ana’ya döndü.
“Gülistan Ana! Bana da bir kazak örsene!” dedi şaka yollu.
Bu istek, az daha Gülistan Ana’ya kalp krizi geçirtecekti. Tombiş’e kazak örmek haa? Kaç yumak yeterdi? Kaç yıl gerekirdi?
Gülistan Ana her zamanki taktiğiyle “buram ağrıyor, şuram ağrıyor” diyerek savuşturdu Tombiş’i. Gülistan Ana kendi etrafında hastalıklardan bir kale inşa etmiştir. Her türlü talep bu kaleye çarpıp yerle bir olur. Aynı Gülistan Ana görüşçüsünün olduğu söylendiği vakit ondörtlük bir genç kız gibi yerinden fırlar, herkesten evvel varır görüş yerine Gözlerimizin önünde kaplumbağalıktan tavşanlığa mucizevi bir geçiş olur!
Bitmek bilmeyen konuşmalardan, bir buz patencisi dikkatiyle sıyrılıp kendimi havalandırmaya attığımda, Yayla’nın da gürültüden kaçarak soluğu dışarıda aldığını gördüm. Felsefe için uygun bir vakitti.
“Felsefe güzel şey aslında, değil mi, Yayla? Felsefenin işi, çözümü olmayan, cevabı bilinmeyen sorularla, sorunlarla uğraşmak sanki.”
“Hımm”
“Sen bir ara Sokrates’i araştırıyordun.”
“He ya. Vallahi Sokrates çok günah, gariban bir adam! Çok çirkindi, nıç, nıç, Herkes onunla alay ediyordu. Üzülüyorum, tabii. Yazık! Karısı da pek şirretti. Ama Allah için emekçi bir kadındı.”
Evet. Yayla bir çok filozof, bilim insanı, siyasetçi vs. Hakkında araştırma yapmıştır. Onların felsefeleriyle, keşifleriyle, düşünceleriyle zerre kadar ilgilenmez. Onun dikkatini çeken özel hayatlarıdır. Ayrıca, olayları da, sanki o vakit kendiside oradaymış, gözleriyle görmüş gibi anlatır.
Aristo’yu okuduğu vakit, kendisinden pek etkilenmiş, günlerce dilinden düşürmemişti. Sebebini sorduğumda, Aristo’nun çok düzenli traş olan temiz bir adam olduğunu söylemişti.
“Sokrates hakikati bulmak için sorgulama yöntemini kullanıyordu” dedim.
“Karısı arada bir onu dövüyordu. Yazık! Nıç, nıç!”
“Ona göre kanılar örtüyor hakikati. O yüzden Sokrates sorduğu sorularla açıyor örtüleri tek tek”
“Kadın haklı tabii. Sokrates akşama kadar sokaklarda dolaşıyor, evine gelmiyor ki!”
“Evet, evet. Sokakta yapıyor felsefeyi. Önüne kim çıkarsa ister yoksul ister zengin, ister köle ister efendi.. Başlıyor o kişinin doğru bildiğini o kişiye sorgulatmaya”
“Ee, tabii. Evi çekip çeviren, para kazanan kadıncağız. Dövse de hak ediyor Sokrates. Yine de üzülüyorum yani. Bak dinle, o Sokrates karısı sayesinde filozof olmuş”
“Öyle mi?”
“Sokrates demiş ki; evlenin, karınız iyiyse mutlu, huzurlu bir hayatınız olur. Şirretse filozof olursunuz”
“O bir kere Platon’un sözü. Evlenin! Mutlu olmazsanız filozof olursunuz. Zaten Platon Sokrates'i takip ediyor. Platon kendince onu yazıya dökmüş. Kendi kalıplarına göre hem de! Sokrates’i Platonlaştırmış”
“Bana o Platon’dan hiç bahsetme! Onu hiç sevmiyorum. Hiç giyimine kuşamına özen göstermiyor!”
“Evet. Sokrates’in felsefesini evcilleştirmiş”
“Evcil bir adam da değil Sokrates. Niye boşanmamış biliyor musun? Bence bu Sokrates çok hümanist ya, boşanırsa kadın gider bir başkasıyla evlenir, ona çektirir diye herhalde. Kadının cadılığına, dırdırına, dayağına dayana dayana sabretmeyi öğrenmiş”
“Of Yayla! Bir bırakmadın felsefe konuşalım.”
“Neey? Wey! Ma biz sabahtandır ne yapıyoruz? Sokrates’i anlatıp durmuyor muyuz? Tabii ki suç Sokrates’te!”
“Hangi suç?”
“Kadıncağıza dırdır ettiren o! Dırdır eden mi suçlu ettiren mi? Al sana mühim bir felsefik soru”
“Dünyada erkekler olmasaydı kadınlar dırdır etmek zorunda kalmazlardı sanırım”
“Wır! Dırdırsız tadı olmazdı ki dünyanın”
“He ya. O zaman iyi ki erkekler var. Kadınlara dırdır etme şansı verdikleri için onlara teşekkür edilmeli”
“Felsefik olarak dırdır etmek çok mühim!”
“O nasıl oluyormuş?”
“Yaratıcılığı ve zekayı geliştiriyor”
“Hımm. Ayrıca kadınlar dertlerini dile dökerek öfkeden arınıyorlar. Çok mühim bir katharsis olanağı. Aslında savaşmak yerine dırdır etse erkekler dünya daha güzel bir yer olur”
“Evet. Dırdır temalı yeni resimler çizeceğim”
Yayla her sanat dalına el atmış, her birini de ardında gözü yaşlı bıkarak hemencecik terk etmiştir. Şiir, dans, müzik, tiyatronun ardından resme merak saran Yayla sürrealist çizimleriyle dudak uçuklatıyordu.
“Dırdır temalı bir resim haa? İlginç olur. Bu sabah bana gösterdiğin de pek enteresandı. Koca kafalı canavarımsı kuşlar, kanatlı yılanlar, acayip kuyruklu devler. Bunlar belki geçmişte, bir vakitler yaşamış somut varlıkların hatıralarıdır. Platon soyut manada değil de somut manada haklıdır belki. Yaşamak hatırlamaktır! Bilincimizin veya genlerimizin hafızasıdır bu görüntüleri sana veren yeni yaratım diye bir şey yok. Her şey hafızayla ilgili olabilir”
“He vallahi. Benim hafızam çok güçlüdür. Fil hafızası. Maşallah!”
“Kişi olarak demiyorum. İnsan türü olarak yani”
“He, he. Türlü türlü insan var”
“Tamam. Belki Locke’çu manada, somut gerçeklikten sentezler yaparak soyutu yaratıyor insan zihni. Ama..”
“Boşver resmi! Ben roman yazacağım”
“Hoppala! Resime yeni başlamıştın!”
“Romanım çok ilginç olacak. Lilith’i anlatacağım”
DEVAM EDECEK
LEYLA ATABAY
L TİPİ HAPİSHANE
ALANYA - ANTALYA
Fotoğraf: Adil Okay