FELSEFENİN DİPSİZ KUYUSU VII b
Başlıyorum. Gülistan Ana, elinde örmekte olduğu kazakla yürürken, Sanike beni göstererek bir şeyler anlatmayı sürdürüyor. Bu hararetli konuşmada sözü edilen kişiyi yerden yere vurduğu, yüzündeki ifadeden anlaşılıyor. İki de bir eliyle deli işareti yapıyor olması, söz konusu kişinin deli olduğuna dair destekleyici bir mimik olarak bu ateşli konuşmaya eşlik ediyor. Suratındaki sert ifade gittikçe yumuşayan Gülistan Ana, Sanike’nin deli bir insanın mimiklerini taklit eden performansı sonucu bir kahkaha atıyor. Her ikisi de bana bakıp bakıp, kıkır kıkır gülüyorlar. Örmekte olduğu kazağı ikide bir Sanike’ye gösteren ve bir an bile olsun, bir ters bir düz attığı ipi şaşırmayan Gülistan Ana, dış kapıdan “görüşün var” diye seslenilmesi üzere elişini üniversite mezunu öğrencilerin keplerini havaya fırlatması gibi bir hareketle fırlatıp atarak, ışık hızıyla dış kapıya koşuyor.
Doğrusu fenomenolojik yaklaşım edebiyatla aynı tadı veriyor. Azıcık süslesem ne olur ki? Kontes Gülistanova Anaçka, elinde tuttuğu ipek sırmalı mendilinin üzerine, yeni bir gül figürü işleyerek zarif adımlarla yürürken, Prenses Sanikeva bendenizi o mahmur gözleriyle işaret ederek bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Belki bulutların ardından bir perinin gülüşü gibi ışıl ışıl parlayan güneşin o naif, narin güzelliğiden ne kadar etkilendiğini ve bu yüce güzelliğin yüreğinde yol açtığı o tatlı hisleri paylaşabilecek bir insan olarak gösteriyordu beni. Belki de eliyle yaptığı ve bilmeyenlerin “deli deli kulakları küpeli” biçiminde dizeleştirdiği hareketle aslında saç modelimi değiştirerek bukle bukle yapmamın daha iyi olacağını söylüyordu. Ah bunları bilmenin imkanı yok! İşlemekte olduğu ipek mendili ikide bir Sanikeva’ya gösteren ve tek bir an olsun dikkati dağılmayan Kontes Gülistanova, sarayın dış kapısından “misafiriniz var” diye seslenilmesi üzerine ipek mendilini bir peri edasıyla havaya doğru fırlatıp, ileri yaşına rağmen bir ceylan gibi sekerek ve her üz adımda bir ellerini başının üzerinde birleştirip kuğu zerafetiyle kendi etrafında bir dönüş yaparak kapıya doğru uçuyor adeta. Kontes gözden yitince hemen yanı başımda yürümekte olan Küçük Prenses Ararara ile Büyük Prenses Nerminova’ya veriyorum dikkatimi. Daha doğrusu onlar zihnime beliriyor. Ykosa bilincim mi onlara yöneliyor? Neyse. Her bilinç belli bir şeyin bilincidir. Evet, gerçekliği sösleyerek betimlemeye devam edeyim. Prenses Nerminova gökteki bılıtlara çevirdiği gözleriyle...
“Pen kendimi değiştileceğim. Kişme peni tanımayacak” diyerek bir anda konuya dalan Arara fenomenolojik faaliyetimi sabote etti.
“Nasıl kamuflaj edeceksin kendini, muhterem prenses?”
“Hi. Hi. Hi! Ama pen plenses değilim ki! Hi, hi, hi”
“Kendimize karşı ve kendimize yardımcı alternatif benlikler oluşturabiliriz! Her insan öncelikle kendi kendisinin annesidir. Kendi benliklerini doğurur, besler. Neyse! Nasıl kamuflaj edeceksin kendini?”
“Başıma Külistan Ana’nın Leçeklelinden bilin ölteceğim”
“Vay be! O zaman kimse tanıyamaz seni. Gerçekten de çok zekice.”
“Helkeş peni yaşlı şanacak.”
“Aslında Araracığım, benlik tuhaf bir olay. İnsanın içinde katman katman benlikler var. Bir şey zinciri gibi. Yaşlısından gençine, bebeğinden çocuğuna. Hangisi daha bilge, bilmek zor. Yine de insanın, içindeki her bir benliği dinlemeye çalışması gerekir.”
“Bil anımı anlatacağım. Pen küçükken bil gün içindeki yaşlıya dedim ki şenin baştonun val mı? O da dedi ki, yok”
“Hımm. İlginç!”
“Pen küçükken bil gün yüzüm pudlaladım. Beyaz çalşaf giydim. Okula gittim. Öğletmenimi kolkuttum.”
“Arara! Hadi anıyı araklamanı geçiyorum da, geçmişi durmadan değiştirip duruyorsun.”
“Evet. Değiştiliyolum.”
“Gerçi bir yandan da haklısın. Geçmiş öyle belirsiz ki! Genel tarih de öyle. Bugünün ihtiyaçlarına, bakışına göre değiştirip duruyoruz tarihi.”
“Evet. Dulmadan değiştiliyoluz”
“Evet, hayat böyle”
“Pen şihilbaj olsaydım hel şeyi değiştilildim!”
“Hadi farz edelim sen sihirbazsın. Hadi şu yazmayla gözlerini kapatalım.”
“Aa! Köl ebe oldum”
“Şu an sihirbazsın! Hadi şimdi bir dünya yarat kafanda.”
“Evet”
“Açayım mı yazmayı?”
“Aç”
“Ee ne görüyorsun?”
“Ama pu aynı dünya!”
“Hayır canım! Bu gördüğün senin dünyan! Senin eserin! Mühendis sensin. Senin zihnindir bu gördüklerini tasarlayan, işleyen.”
“Pen mühendişim”
“Evet. Her şey senin elinde. Bunu unutma tamam mı?”
“Tamam. Hel şey penim elimde.”
“Bilincin, seçimlerin, iraden senindir.”
“Tamam. Pilinçim, seçimlelim, iladem benimdir. Kişmeye velmem onlalı.”
O anda Yayla elinde tuttuğu büyük bir resim kağıdıyla bize doğru koşarak geldi.
“Ha işte! Al sana kendinde varlığın resmi!”
“Bu ne ya? Kalemi rastgele çiziktirmişsin! Bari boş bir sayfa göstererek okuyucuya zekice bir mesaj verseydin! Numen çizilemez yaa o baakımdan”
“Hangi okuyucu?”
“Boşver şimdi. Allah aşkına bu ne böyle? Kaos teorisindeki Lorentz Çekicisi gibi. Her yer çizgi.”
“Ben bir tavşan kadar hızlı düşünür, bir kaplumbağa gibi yavaş ve temkinli hareket ederim”
“Ee?”
“Yukarıya çıktım. Elime resim kağıdı ve kalem aldım. Zihnimde “kendinde varlık” belirdi. O kadar hızlı düşünüyordum ki, bir belirdi bir kayboldu. Ama hemen çizmedim. Zihnimde demlenmesi için bir kaplumbağa gibi sabırla bekledim. Sonra kalemle başladım çizmeye. Ama şekil bir belirip bir kaybolduğu için belli belirsiz çizdim kendinde varlığı”
“Peki bu neyin kendinde varlığı? Kuşun, kelebeğin veya tencerenin? Hangi fenomenin numeni?”
“Hem hepsinin hem de hiç birinin!”
“Neyse! Sayende görünmeyeni de gördük!”
“Evet. Bilinemeyeni bilinir yaptım”
“Bilmediğin bir şeyi kavramlaştıramazsın! Demek ki bulacağın şey zaten bulmuş, bilmiş olduğundur!”
“Ama ben buldum ve bildim.”
“Analiz yapmamızı sağlayan şey zaten onu bilmemizdir. Zihnimiz bir tek bildiğimiz şeyleri ıspat edebilir.”
“Ben ıspatladım. Hem de bilinmeyeni.”
“Bildiğimizi başkalarına göstermek içindir ıspat”
“Ben şahsen bilmesen de biliyorum bazen”
“O nasıl oluyor Yayla? Bir kere bilinmeyeni bilemezsin! Ayrıca sıfırdan bir şey bulamaz insan. Verili alanları sıradışı bir şekilde sunar en fazla. Müzikte yeni bir nota yaratamazsın ama mevcut notlarla yeni yeni eserler yaratırsın. Felsefe için de geçerli. Mesela Deleuze diyor ki, felsefe kavram yaratmaktır. Bu durumda hakikat keşfedilen değil inşa edilen bir şey.”
“Hıı. Sıfırdan bir kavram üreteceğiz haa?”
“Ama unutma sıfırdan bir şey üretmek mümkün değil. Bulacağın şey yine düşünce dünyasının sınırları içindedir.”
“Bence çok kolay.”
“Ne güzel! Hadi bulalım. Yeni bir kavramla düşünce dünyamızı genişletelim. Zaten Kant’ı bilgi için kavramın dışına çıkmasını salık verir. Ama bak Leibniz’e kalırsa, kavrama dair her şey kavramın içindedir.”
“Ben bir tane buldum!”
“Söyle o zaman!”
“Kerametsellik!”
“Yani?”
“Yani, bazı günlerin kerameti vardır. Mesela bugün kerametsellik çok yoğun. İyi şeyler olacak gibi.”
“Ama sen türetme yaptın.”
“Wii. Ma sen kendin demedin mi, sıfırdan üretim olmaz diye!”
“Pen küçükken, çok kocaman, dolap kadal püyük pil fale gölmüştüm” dedi Arara, bir süredir ilgisiz kalmış olmanın üzüntüsünü sesine yansıtan bir tonla.
“Yok canım! O kadar büyük fare olmaz” dedi Yayla.
“Ama çok püyüktü! Pu pizim televizyonumuj kadal büyüktü”
“Ohoo Arara, o kadar büyük fare mi olur?” dedim
“Valya, çok kocamandı! Pil elma kadal püyüktü”
“O kadar büyük olmaz” dedi Yayla
“Şey! Şey! Hımmm! Pu şakıj val ya, işte şakıj kadal büyüktü!”
“Yok yok. O kadar da büyük olamaz” dedim gülmemeye çalışayarak.
“Şey! Şey! İşte pil tane şinek hıjla geçti. Pen onu fale sandım!”
Ben ve Yayla bir yandan, Nermin bir yandan Arara’yı tutup gıdıklamaya başladık.
“Keşke hiç büyümesen Arara!” dedi Yayla onu kucaklayarak.
“Ama pen hemen püyümek işityolum”
“Aslında Arara asla büyümeyeceksin. Hiç kimse büyümez!”
“Şıj püyükşünüj. Pende büyük olacağım”
Yayla elindeki çizim bana uzattı.
“Al bu resmi. Sende kalsın! Bakar bakar ‘kendinde varlığın’ sırlarını çözersin, ha ha haa!” dedi ve Nermin’e döndü.
“Hadi bakalım! Sanat bizi bekliyor. Traşlanacak bir sürü kalem var.”
İkisi gittikten sonra Arara’yla başbaşa kaldık. O hâlâ son cümlesinin yanıtını almadığı için gözlerini dikmiş bana bakıyordu. O bana ben ise elimdeki “kendinde varlık” ın resmine bakıyordum. Sonra aklıma şeytanı bile şaşırtacak bir oyun yapma fikri geldi.
“Araracığım. Tabii ki büyüyeceksin! Hem de bir fil kadar kocaman olacaksın.”
“Senin gipi mi?”
“Doğrusu file benzediğimi bilmiyordum! Neyse, bak canım büyümenin ilk adım, gizli işler çevirmek marifetidir.”
“Evet. Gijli işlel malifettil.”
“Yayla’ya bir oyun oynayacağız! Senle ben, yani iki kül yutmaz, iki zeka küpü işbirliği yapacağız.”
“Evet, iki jeka küpü olacağız.”
“Şimdi gizliden içeriye gir ve tezgahın altındaki ayakkabı boyasını bana getir. Hadi çekirge göreyim seni”
Arara koşa koşa gidip, koşa koşa döndü.
“Şu resmi, şu ‘kendine varlığı’ bir fenomene çevirelim mi?”
“Çevilelim!”
“Önce buruşturup top yapalım. Azıcık su ile ıslatalım.”
“Getiliyolum hemen”
“Aferin! Şu lastikli tokanı ver bakalım. Ha bu da kuyruğu oldu. Şimdi de ayakkabı boyasıyla boyayalım.”
“Aa! Tıpkı fale oldu”
“Yaa! Numeni fenomene çevirmek böyle olur işte Araracığım. Haa. Şimdi asıl iş sana düşüyor! Bunu götür yatağa koy, üstünü de battaniyeyle ört. Ama başta Yayla olmak üzere hiç kimse görmemeli seni.”
“Kişme gölemej. Melak etme.”
Arara koşa koşa gidip koşa koşa döndü.
“Tamam mı Aarar? Başardın mı?”
“Başaldım! Kişme gölmedi. Yatağa koydum, geldim”
“O yerim ben seni! Aferin!”
Görürsün sen günün Yayla! Gece uyumak üzere yatağına girmek için battaniyeni açtığında, nasıl da basacaksın çığlığı. Allahım! Ne kadar uyanık, ne kadar oyunbazım! Nasıl da şeytani bir zekam var. Gerçi övünmek şeytana mahsustur! Ama ben de zaten şeytani zekamı övüyorum. Ha, haa haa! Erol Taş gibi bir yüreğim, Aliye Rona gibi bir alaycılığım, Kötü Kadın Müzeyyen gibi bir kahkaham var! Görürsün Yayla!
“Arara!” diye seslendi annesi
“Hadi canım sen git, annen çağırıyor. Gece görüşürüz seninle. Ben de yukarı çıkıp biraz kitap okuyayım.”
Yukarıya çıkıp kitabımı elime aldığım da Gülistan Ana da görüşten döndü. Oğlunun selamların iletti. Bu aralar kafayı ekonomiyle bozan Rengareng, mesleklere dair bir araştırma içindeydi. Her birimizin anne, baba, kardeş tüm sülaledeki bireylerin tek tek mesleğini ve kazandıkları parayı soruyordu. Bu istatistiğe neden ihtiyaç duyduğuna gelince, hiçbirimizin fikri yoktu.
“Hoş geldin Gülistan Ana” dedik hep bir ağızdan.
“Hoş bulduk kızlarım. Oğlum gelmişti. Selamları vardı.”
“Aleyküme selam” dedik yine hep ir ağızdan.
“Oğlun ne iş yapıyor” dedi Rengareng
Sakin sakin yatağına oturan Gülistan Ana, onu duymamazlıktan gelerek eline tespihini alıp çekmeye başladı.
“Oğlun ne iş yapıyor?” diye sordu yine Rengareng.
“Kaldırım mühendisi” dedi Gülistan Ana homurdanarak.
Doğrusu bu cevabın Rengareng’e iyi bir ağız payı olduğunu düşünerek, Gülistan Ana'nın bu klişeyi tam vaktinde kullanmasını sevinçle karşıladık.
Rengareng, Gülistan Ana’ya doğru bir kaç adım attı.
“İyi vallahi. En azından iyi bir işi var. Mühendisler çok para kazanır. Maaşı ne kadar?”
“Ya hewl û bela!” deyip, tespihi daha sert şakırdatmaya koyuldu Gülistan Ana.
“Aslında arkadaşlar, kadının yaşı, erkeğin maaşı sorulmaz, denilir. Ben şahsen hem feminist, hem ekolojist, hem sosyalist, hem de ekonomist olarak kadın erkek fark etmez, herkesin yaşını ve maaşını sorarım. Bu tip geleneksel yaklaşımlar aşılmalıdır.” dedi Rengareng kendinden gayet emin bir sesle.
“Bene kalirse kadinlerin yaşini sorulmamalilidir” dedi tam beş senedir yirmi beş yaşında olan Sanike.
“Katılıyorum. Kadın sadece bedenden ibaret görüldüğünden gençliği mühim bir probleme dönüşüyor. Erkek de sadece maddiyatıyla, parasıyla ölçülen bir nesneye indirgeniyor. Ne yaş ne de maaş sorulmalıdır.” dedim.
“Ema sen başta dedi katiliyorum. Sonda dedi sorulmalidir!” dedi Sanike.
“Bak dedim ki, ne yaş ne maaş sorulmalıdır!”
“He işte, sorulmalidir, diyorsunler.”
“Orada ‘-ne’; ‘-ne’ var ya o olumsuz örnek.”
“Nene mi? Sen bane nene mi diyorsunler? Ben deha yirmi beş yaşimdeyim”
“Ben dilbilgisi bağlamında... Aman boşver. Mühim olan sözünde durman!”
“Ne sozi?”
“Beş yıl önce yirmi beş yaşındayım, demiştin ya! Bunca yıl hiç sözünden kaymadın. Helal olsun!”
“En azindan ben deli değilim!”
“Hoppala! Aşk olsun Sanike. Lütfen bana bir daha deli demi!”
“Temam. Ema aslinde sen deli değilsin ki!”
“Haa, evet. Yani felsefeye azıcık ilgi duyan insana niye hemen deli yaftası yapıştırılıyor ki! Çok manasız! Kaldı ki günlük yaşamımızın hepsi felsefeyle bir biçimde alakalı. Zihnimizin faaliyetleri de felsefeden ayrı değil”
“Sen deli değilsinlerema sadece kafadan çatlaksin!”
Öyle ya, insanı olduğu gibi kabul eden birin aramak boşuna! İnsanı olduğu gibi kabul eden tek kişi yine kendisidir. Ama o vakti kendi kendine mahkum olur insan! Çok sıkıcı ya! Zaten ömür boyu kendimleyim. Bir de olduğu gibi kabul edersem hiç çekilmez. Hem olduğu gibilik, nedir? Belki de olduğum gibilikte bir deliyimdir? Kendini bilmesi gereken ben olduğuma göre ve ben de hep yanılmaya müsait olduğuma göre... of ya yine fululaştı sislendi dünya. Hakikat buharlaştı, seyyalleşti. Rüyanın rüyası!
“Özulme! İyileşirsin!” dedi Sanike. Sağ olsun pek duygusaldır. Ben dalıp gidince, gönlümü alası geldi.
“Sağol Sanikeciğim. Sayende iyileşeceğim, inşallah.”
“İnşelleh! Bak! Sen hep çok basit sorilerle uğraşıyorsunler. ‘Nereden geldik?’, ‘Nereye gidiyorız?’, ‘Varlik nedir?’ Hep bunlari soruyorsunler”
“Ama bunlar mühim ve derin sorular” dedim.
“Ayrice senın yanitlerin her zeman değişiyor”
“Doğru. Bu soruları her sorduğumda değişik cevaplar buluyorum.”
“Aklin karişmişler. O yuzden sorileri değiştir ema cevaplari sabitle!”
“Yani her soruya aynı cevabı mı vereyim? Bir doktorun her hastayığa aynı ilacı yazdığı görülmüş mü? Bu düşünceyi sınırlar. Ayrıca çok dogmatik!”
“Bak, çok güzel söyledinler! Dogmatizm rehetliktir. Kefan hiç ağrimez.”
“Ama sen hiç dogmatik değilsin”
“Olsın. Ben deli değilim ki!”
“Ne yani deliliğin çaresi dogmatizm mi?”
“Ha şuni bileydin!”
“Aslında bir yanıyla haklısın! Çoğu felsefik sorgulama, zihini genişletme ve sorularla her daim olanı inceleme çabası dogmatizm bataklığına saplanıp kalmakla sonuçlanıyor.”
“Sonıçte felsefe yap sen de donip dolaşip yine dunyayi olduği gibi kabul etmiyor mi sen? Hiç felsefe yapmayan de dunyayi olduğu gibi kabul ediyorler. Onlarin bulduğuni sen arayip durisen, sonre onlerin bulduğu yere gelisen!”
“Ama hakikat!...”
“Wey. Hakiketi gorsen ne olır? Belki hakikat senden daha akilli değildirler. Belki senden daha iyi ve bilgili değildirler!”
“Ben en iyisi azıcık dinleneyim. Başım çok ağırıyor!”
“He, hee. Uyku iyidir. Bol bol uyi. Beynin dinlensinler. Yokse kafan iyileşmez!”
“Peki! Ben yemek gelene kadar azıcık uyuyayım. Yemek gelince beni yundır canım.”
“Temam canim. Ama az düşün ve de çok koniş. Bu senin kafanı iyileştirecek!”
“Sağol, Reçete gibisin!”
Oturduğum sandalyeden yavaşça kalktım. Koğuştakilerin hemen hepsi buradaydı. Kimi yatağına çekilmiş kitap okuyor, kimi resim çiziyordu. Gülistan Ana tespihi bırakmış, iki ters bir düz örüyordu elindeki kazağı, Yayla ile Nermin ise, yani Sanat dünyasının iki büyük emekçisi masanın üzerine yığdıkları bir düzine kalemi traşlıyorlardı.
Vay Yayla vay! Seni bu gece nasıl bir süprizin beklediğini bilsen böyle rahat rahat kalem ucu açmazdın! O anı düşündükçe sevinçten yüreğim hop hop ediyor. Ama önce azıcık uyuyalım. Başımın ağrısı dinerse eğlencenin tadına daha iyi varırım.
“Aaaaaa!”
Çığlığımla beraber herkes yerinden sıçradı.
Amanın! Amanın! Hawar! Ah Arara! Ah Arara! Ben sana fareyi yatağa bırak derken kendi yatağımdan mı bahsettim? Ay ödüm koptu! Kendi kazdığım kuyuya düştüm. Evrenin bir mesajı mı bu? Yoksa iş birlikçim Arara’ya ayrıntılı bilgi vermemiş olmamın avanaklığı mı? Of ya, her bir arkadaş yatağımdaki kağıttan fareye bakıp bakıp kahkaha atıyor. Kendimi bir an önce bu realiteden soyutlamalı, sahneden çekilip bir seyirci konumunu almalıyım. Fenomenoloji yetiş ne olur!
Bir süre önce annesinin binbir zorlukla öğle uykusuna yatırdığı Perses Ararava, kuleden yükselen çığlıkla beraber ayağa fırladı. Yaşasın! Uyumak zorunda değildi artık. Merakla yerini terk edip, koşa koşa kuleye vardı. Yoksa yine dev ejderhalarla mücadele edeceği yeni bir macera mı başlıyordu? İçeriye girdiğinde tüm prenseslerin kahkahayla güldüğünü görünce merakı arttı. Daha bir saat önce iş birliği yaparak, karşı ülkenin Prensesi Yaylaya komplo kurdukları ‘külyütmaj, jeka küpü’, yatağındaki kağıttan ejderhaya bakıp bakıp dişlerini gıcırdatıyordu. Komplo başarılı olmamış mıydı? Nıç! Nıç! Planın neresinde hata yapmışlardı? Muhtemelen hata her ne ise bunu Külyutmaj, Jeka Küpü yapmıştı. Zira Arararava kendisine emir verildiyse birebir uygulamış, ejderhayı yatağa bırakmıştı. Gerçi Külyutmj, Jeka Küpü akıllıca davranıp ejderhayı Yayla’nın yatağına bırakmasını söyleyebilirdi! Ama bunu akıl edememişse o ne yapabilirdi ki! Dahası kahkaha tufanı o kadar tatlıydı ki katılmadan edemezdi.
“Ah! Ah! Sen de mi Brütüs Arara!”
Leyla Atabay. L Tipi Kapalı Hapishane A-1. Alanya/ANTALYA
(Devam Edecek)
FELSEFENİN DİPSİZ KUYUSU VII b
" Doğrusu fenomenolojik yaklaşım edebiyatla aynı tadı veriyor. Azıcık süslesem ne olur ki? Kontes Gülistanova Anaçka, elinde tuttuğu ipek sırmalı mendilinin üzerine, yeni bir gül figürü işleyerek zarif adımlarla yürürken, Prenses Sanikeva bendenizi o mahmur gözleriyle işaret ederek bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Belki bulutların ardından bir perinin gülüşü gibi ışıl ışıl parlayan güneşin o naif, narin güzelliğiden ne kadar etkilendiğini ve bu yüce güzelliğin yüreğinde yol açtığı o tatlı hisleri paylaşabilecek bir insan olarak gösteriyordu beni. Belki de eliyle yaptığı ve bilmeyenlerin “deli deli kulakları küpeli” biçiminde dizeleştirdiği hareketle aslında saç modelimi değiştirerek bukle bukle yapmamın daha iyi olacağını söylüyordu. "
Leyla Atabay
Kategori:
Bunları Okudunuz mu?
Hapishane Edebiyatı
Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan
Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
Konuk Yazarlar
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı.
“Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...