Evinde kaldığı, sert, mutsuz bir üvey abisi vardır; tafralarından az nasiplenmez. Birinin kepini diğerinin başına koyup eğlenmek istese de dede çocuğu olması alıkoyuyor onu.
Kırmızı Fare, çok merkezli, zengin bir roman. Babası romanın önemli bir ögesi, Alevi dedesidir. Bu yüzden hareketlerinin dedeliğe uygun olması, toplumu incitici boyutta olmaması gerekir. Ama o ne babasını ne de dedelik kurumunu umursar. Zaten solun da etkisiyle dedelik de çözülmeye başlamıştır.
Babası, ani bir krizle öldüğünde henüz eli ekmek tutmayan on dokuzunda bir gençtir. "Her koşulda yaşamasını bilen, gittiği yere neşe saçan, insan aşığı bir insan" diye tarif eder babasını yazar. Ölmeden önce bahçede bir yer gösterip “Beni buraya gömün” der. Adeta evine yakın olup, oğlunu gözetlemek ister. Çünkü gelecektir o, yeşeren dal, gürül gürül akan ırmak, mürüvvetini göreceği evlat, gölgesine uzanacağı ağaçtır... Çocukluğuna yolculuk yaparken, okuyucuyu da sürükler. Bunu öyle yalın, öyle doğal yapar ki, hayran kalırsınız. İnsan figürleri, dağ, çarşı, yol, sokak betimleri capcanlı. Okurken oralarda bulursunuz kendinizi. Yazar çocukluğu ve delikanlılık dönemini en ince ayrıntısına kadar anlatmış. Gocunmadan, kendini tiye almak pahasına. Öğrenciliği zorlu, sıkıntılı, aşkları umutsuzdur. Ama acıyı bal eylemisini bilir. Lise arkadaşları öyle sahi, öyle canlı ki, "Hababam" ayarında... ''Şarap içerken yakalanan Bektaş, Polat ve Ulusoy, okuldan bir haftalığına uzaklaştırıldılar. Karar yüzlerine bayrak töreninden sonra okundu. Üçlü, yasaklı günlerini okulun altındaki marul tarlasında şarap içip, okulu gözetleyerek geçirdi: 'Offf offf!' '' (Sy.77)
Yazarımız takıntısız bitirir liseyi. Sevinçle karşılanır, “aferin” alır. “Gelecek vaat ediyor bu çocuk” denilmesine rağmen, o önemsiz işlerle uğraşmaz, ''Devrim yapmak istiyorum!” diyecek kadar idealisttir. Babasının tayini yüzünden bilinmeze giden Aylin’in ardı sıra ağlayacak kadar da romantiktir ayrıca. Maraş'ı, köylerini, insan faktörünü, sosyo-ekonomik yapısını, sol örgütleri, Ecevit’i, faşistleri, 68 Kuşağı'nın yansımasını, realist bir gözle iletir bize. PDA'cılarla karşılaştığı için PDA’cı olur. O devrime inanır; örgütüne dahi kuşku ile bakar. On dokuzunda toy bir devrimcidir. Siyasi analizler yapacak hali yoktur. PDA’nın gerçek yüzünü göremez; yıllar sonra fark ettiğinde iş işten geçmiştir. Deniz'i, Mahir'i, İbrahim'i devrimci bilse de, sempatiden öte gitmez bu. Örgütler arası şiddeti sevmez, tartışmaktan yanadır. Hatta Apocularla bir tartışma bile düzenler. Düzenler ama fırçasını da yer...
Liseyi bitirdiği 1976 yılından Eğitim Enstitüsüne başladığı 78 yılına kadar çok şey yaşar, çok şey öğrenir. Katliama giden yolu, solun dağınıklığını, MHP'nin zulmünü, katliamın gelişini hisseder ve hissettirir bize. İlk provasını kendisinin üzerinde denemek isteseler de başarılı olamazlar. Katliamı yaşar ve gördüğü duyduğu her şeyi kaleme alır. Eşini, işini aşını ve çocuklarını kaybedenlerin acılarını yansıtır bize. "Dört başı topal diyen" İrbam'ın çırpınışını, gizlendiği yerde çocuklarının katlini izleyen Musa Suna'yı, sınırlı olanaklarıyla kahramanca direnen devrimci gençleri, şans eseri kurtulan güngörmüş yaşlının, ''Ey Demirciler, duyduk duymadık demeyin, dört kere, beş kere evlenin; yirmi çocuk, otuz çocuk yapın; çoğalın ha çoğalın!'' diyen anlamlı çığlığını ulaştırır bize.
Katliamdan sonra okulu kapanan yazar, eğitimini Muğla'da tamamlar. Bu defa da dosyası unutulduğundan kura dışı kalır. Bu, babasından sonra maddi durumlarının iyice bozulması demektir. Ama annesi, her sıkıştıklarında gözü gibi baktığı ineklerinden birini satarak krizi erteler: "Nasıl olsa oğlu öğretmen olacaktır." Sonunda gecikmeli de olsa çıkar tayini. Sevinmek istese de beceremez. Nereye mi? Maraş'ın, ırkçı, yobaz bir köyüne. Kimliğini gizler, Kürtlüğünü, Aleviliğini saklamak zorunda kalır. Çünkü bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi vardır. Kimliğini öğrendiklerinde can güvenliği iyice tehlikeye düşer. Yazın tayinini annesine yakın bir köye çıkarır. Talihsizliğe bak ki, bu defa da darbe olur. ''Ben de bir öğretmen anası olmaya hazırlanıyordum; dilini dişini bildiğim bir yerde azıcık soluklanayım, dedimse de olmadı!'' diyerek hayıflanır annesi.
Kızkardeşini de alıp çaresiz gider; eski Hal'in orada külüstür bir otobüsle, ''Ver elini Ilıca, ver elini Berit…'' der. 19.06. 2015
Not: Hikayenin devamı 2. Kitapta