Sözümüzdür, Sana Savaş Yaptırmayacağız!
Yürekler tutuşur
sönmeyen bir yangın yeridir
sarar dört bir yanı
sanmayın ki bu devran böyle döner
dağ başlarını duman almış
cehennem ateşiniz den
ve bu cehennem sizi de yakacak.
ölüm dansına durmuş, çıldırmış zebaniler
akıttıkları kandan, sarhoş olurlar
üç beş çapul için, insanlıktan çıktılar
arkalarında iplerini tutmuş kuklacı
keyfince oynatır cehenneminde
onlar cenneti düşlerken
cehennemin kapısını açar cümlesine
ve cennet diye yutturur
döktükleri kandan sarhoş olmuş
Bu ülke çok partili sisteme geçtiği 1946 yılından bugüne kadar ilki 27 Mayıs 1960’da olmak üzere, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 yıllarında, yani nerdeyse her 10 yılda bir askeri ve sayısız sivil darbeler yaşadı. Askeri darbeler özünde ülkede gelişen sol, sosyalist muhalefete, hak alma mücadelesine, ezilenlerin ve farklı kimliklerin daha fazla demokrasi, daha sosyal bir devlet ve daha fazla özgürlük mücadelelerini ve seslerini bastırmak için emperyalizmin işbirlikçisi kapitalistler, feodalitenin ve gericiliğin temsilcileriyle kolkola gerçekleştirildi.
Çünkü
Hüzün gibi bir güzdü
Patikalar dağılmış
Karartılmış o arka sokakta
Elleri yumruklu bir militan ölmüştü.
Gül, kokusuna küsmüş
Rüzgâr dağlara çarparak ölmüştü
Bize kalan o sıcak yangın
Birde yalnızlığımız ve o vefalı öykü
Destanda denebilirdi
İçinde hayat ve ıssızlık vardı çünkü
Yalnızdı, tanığı yoktu, bilinmezdi
Tütün alırdı acımızı her akşam
Bilinmez hangi su kanar, hangi dağ yanardı
Yoksul olan her sokak ve
Her keder yolumuza çıkardı
Yorgunken emekçiler ve sokaklar
Bir hoş oluruz bu kokularla. Gemilerimiz yelken açar. Alıp bizi geçmişe götürürler. Sevdiklerimizin kokuları dolar yüreğimize. Onlarla güler ve onlarla derin hüzünlerin okyanusuna dalarız. Hem hayat bir anılar toplamı değil midir?
Direnişlerin az, ihanetlerin çokça yaşandığı, umutların söndüğü, aydınlığın karanlığa gömüldüğü, kitapların yakıldığı, dostlukların unutulduğu, bir merhabanın esirgendiği, özgürlüklerin bastırıldığı acı yıllar... Darbeciler silindir gibi ezip geçmişti ülkemiz aydınlarını, devrimcilerini.
Oysa ne kadar da görkemliydi, yürüyüşlerimiz. Mitinglerde ettiğimiz yeminler ‘Bıkmadan, usanmadan, yılmadan, kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğime ant içerim!’ diye haykırdığımız zamanların üzerine kara bir gölge gibi çökmüştü postal sesleri.
12 Eylül 1980: Eza evleri, darağaçları ve yargısız infazlar. Dönüşü olmayan sürgün yıllarının başlangıcı. Aranmaya başlanan binlerce insan, bireysel ya da örgütlerinin kararıyla adı konulmamış ricat yollarında. Avrupa ile Filistin kampları: Bu yolun iki ayrı durağı.
Çift katlı ranzaların alt ve üst katlarında ikili, üçlü, dörtlü gruplaşmış kadınlar…
Şarkı, türkü tutturanlar, sohbet edenler, kavga edenler…
Gürültü, gürültü, uğultu…
Epeydir tencerelerin, tavaların uçuştuğu büyük kavgalar yok.
civanım.çatal yürekli deli kanlım
alnındaki kurşun yarasını
kahpe pusulardan mı aldın?
yoksa seni terk eden yoldaşlarının ihanetimi?
sevdasına yandığın dağlarına ulaşamadın mı?
söyle: seni kim oyaladı buralarda.
Ama donmuyor sende hiçbir şey.
Şehir ışıklarını hızla geçersin, yarı-karanlık sokakların ıssızlığında ağaç gölgelerine gözlerin takılır.
Gökyüzünün maviye kesmiş olduğunu fark edersin. İçinde bir yerler ısınır.
Kanayan ne varsa insana dair, geçer gözlerinden usul usul.
"Soğuk" dersin, "öyle etkili ki, iliklerime işliyor."
Hala yaz giysilerinde olduğunu fark edersin.
"Ah ne acılı serüvenlerden geçtik yaz boyu"
Gezinin dumanları beliriyor gözlerinin önünde.