Bir Kumru Hikâyesi

Hümeyra Gün kullanıcısının resmi
Yaşlı kadın gün doğumu ağrıyan belini tutarak yatağından kalktı. Yapacak bir işi, gidecek bir yeri de yoktu aslında. Eskiden zengin evlerine temizliğe giderken hep gün doğumu düşerdi yollara. O günlerden kalan bir alışkanlıktı işte…

Son günlerde iyice küçülen adımlarıyla, terliklerini sürüye sürüye lavaboya gitti. Yüzünü yıkarken aynaya takıldı yaşlı gözleri:
"İyice yaşlandın artık Raziye!" dedi.
Eski güzelliğini anımsadı. Kınalı saçlarını ıslak elleriyle sıvazladı.
Aynı küçük adımlarla mutfağa doğru yürüdü. Çayın altını yaktı. Dolapta kalan tek yumurtayı aldı, tereyağı tabağına uzandı. Anımsadı. Tereyağı iki gün önce pilav yaparken tükenmişti.
"Unutmuşum..." diye mırıldandı.
Son günlerde çok unutkan olmuştu.
Eli bu sefer zeytinyağı şişesine uzandı; şişenin dibinde bir iki parmak kadar kalmıştı.
"Onunla da akşama yemek yaparım." diyerek, vazgeçti.
Eski, sırrı atmış mavi çini çaydanlığa su doldurdu. Yumurtayı ocağa koydu. Buruşuk yüzüne bir gülümseme düştü .
Mavi çini çaydanlık...! Çeyizinin ilk eşyasıydı...
"Hala" dediği komşuları Fatma Teyze hediye etmişti de anası kullanmaya kıyamamış, kızının çeyizine koymuştu.
Çaydanlığa bakarken anasını, Fatma halasını, eski mahallesini ne çok özlediğini fark etti. Sızılı bir nefes aldı. Boğazı acıdı. Hırıltılı hırıltılı öksürdü.
Evin eksikleri çoktu. Ne sokağa çıkacak gücü vardı ne de yeterince parası.
Çalışırken iyi kötü geçinip gidiyordu, ama şimdilerde bir kap yemeğini ocağa koyarken nefesi kabarıyor, dizlerinin bağı çözülüyordu. Hemen bir köşeye oturuyor, uykuyla uyanıklık arası dalıp gidiyordu.
Rüyalarıyla gerçeği de karıştırır olmuştu. Nereye baksa annesini görüyordu.
Uyandığında anasının gerçekten geldiğini sanıyor, kokusunu duyduğuna yemin etse, başı ağrımazdı.
Biraz sonra, bir tepsiye çayını, haşlanmış yumurtasını koydu, zeytin kavanozundan üç beş zeytin çıkardı, akşamdan kalan ekmeğin ucundan incecik iki dilim kesti. Tepsinin üzerindekileri dökmemek için, daha da yavaş yürüyerek sundurmaya çıktı...
"İştahım da yok." dedi, içini çekerek devam etti. "Yemek yemek için bile yanında bir yoldaş gerek." diye hayıflandı.
Eski tahta divanın üstüne oturdu. Bir iki lokma yemişti ki, bir çift kumru uçup geldi yanı başına. Yediği ekmeğin ucundan onlara da ufaladı. Kumrular, yuvarlak küçücük siyah gözleriyle ona bakıyorlardı. Gülümsedi. İçinden minnet duydu onlara. Yalnızlığını unutmuştu. Sonra çocukluğunda ninesinin öğrettiği tekerlemeyi anımsadı. Başladı çatallaşmış sesiyle söylemeye...
“Guguk guk! Guguk guk!
Yağ döktük
Kim döktü
Biz döktük…”
 
Bir öksürükle kesildi sesi.
Kumrular yüzüne bakarak, "daha yok mu?" dercesine guruldamaya başladılar.
"Var, var...!" dedi. Bu sefer gözleri doldu. Sonra kumruları unuttu. Çocukluğuna gitti...
Daha çok küçüktü... Anası, Macit Beylerin fidanlığına çalışmaya giderdi.
Raziye küçük kardeşiyle akşama kadar anasını özler, gelmesini dört gözle beklerdi.
Anası yorgun argın gelir, ilkin yemeği ocağa koyarken hep elindeki yağ şişesini inceler, yağı günlere bölerdi. Ardından hamuru yoğurur, yufka açardı.
Raziye'nin yüreği, "Anam çok yoruluyor...!" diye yanardı
Anasının yüzü hiç gülmezdi. Sertti de...
Bazen anasına, "Beni sevmiyor anam!” diye kızdığı olurdu.
Oysa Raziye anasına çok düşkündü.
Sonra canının çok yandığı o günü de anımsadı.
Komşuları anası yokken bir şişe yağ getirip bırakmıştı. Çok sevinmişti Raziye. Kardeşine:
"Bugün yemeği biz yapalım, anam sevinsin...!" dedi.
Baktılar köşedeki küçük sepette biraz biber, iki üç patates vardı.
Raziye anasından gördüğü gibi, onları kızartmak istedi. İki kardeş, yer ocağını çalı çırpı ile tutuşturup sacayağının üstüne karalı duvanı* dikkatle koydular. Bir yerlerini yakmadan, iyi kötü kızartmayı yaptılar.
Sonunda iki kardeş, “büyük bir iş başardık!” anlamında birbirlerine gülümsediler. Sonra Raziye tabağı tel dolaba koydu.
Kendilerinden büyük el süpürgesiyle evi, evin bahçesini süpürdüler. Suyu soğutsun diye, toprak testileri bir bir doldurdular.
Güneş batmaya yakın yürekleri pıt pıt atmaya başladı. Anası yaptıklarını görünce onlara sarılıp, sevinecekti. Pür dikkat anasının ayak seslerini dinlemeye başladılar.
Avlu kapısı açılır açılmaz Raziye tel dolaptaki kızartmayı eline aldı. Kardeşine de testiden bir tas soğuk su koymasını söyledi. Anasının iç kapıyı açmasına fırsat vermeden kapıyı sevinçle açtılar. İki kardeş bir ağızdan: “Biz yemek yaptık!" diye haykırdı.
Anneleri ilkin şaşırdı, sonra kaşlarını çattı. Bol yağlı kızartmaya baktı. Sonra ikisinin de kulağını tutup birer tokat yapıştırdı, öfkesini alamadı. Oklavayı ararken, Raziye kardeşinin elini tutarak bahçeye kaçtı. O kardeşine hiç kıyamazdı. Onu hep kollardı.
Anneleri arkalarından:
"Ben size, kibritle oynamayın demedim mi, yangın çıkar demedim mi? Bu kadar yağla ben bir hafta yemek pişirirdim... Siz, yokluk nedir öğrenmeyecek misiniz?" diye feryat ediyor, fırlattığı terlikler bazen hedefini buluyordu.
Raziye bir eliyle kardeşini korumaya çalışırken, hıçkırarak:
"O yağı komşumuz getirdi. Şişedeki yağa hiç dokunmadık!" diyordu.
Raziye, kumruların gurultusuyla yerinden sıçradı. O sırada gözlerinden akan yaşlar, buruşmuş ellerine düştü. Ağlıyordu. Yemenisinin ucuyla gözyaşlarını sildi.
Elini yüzüne siper edip, güneşe baktı. Gün dinlenmeye durmuştu.
"Vakit ne çabuk geçmiş!" diye mırıldandı.
Sabahki yağ şişesi gelince aklına, acı acı gülümsedi.
"Ana ben yokluğu çoktan öğrendim. Artık sana kızmıyorum." dedi fısıltılı bir sesle. "Ben seni bağışladım, sen de beni bağışla!"
Sanki bir an, karşısında anası belirdi. Kendisine sevecenlikle gülümsedi.
Raziye yine, düş mü gerçek mi anlayamadı.
Ekmek kırıntılarını, dolaşıp duran kumrulara serpti. Onlara yine minnetle baktı.
Bir gülümseme düştü yüzüne, sevinçle:
"Anamla barıştık biz!” dedi.
Kumrular guruldayarak, “pır” diye uçuverip karşıdaki elektrik tellerine kondular...
Raziye arkalarından buruşuk elini sallayıp,
“Guguk guk! guguk guk!
Yağ döktük
Kim döktü
Biz döktük…” derken, anası gün ışığı içinde bir kez daha gülümsedi. Raziye anasının kokusunu yine duydu. Özlemle elini anasına uzattı. Yüzüne bir pembelik yayıldı. Raziye bir anda gençleşti. Huzur içinde gülümsedi. Bir yükten kurtulmuş gibi omuzlarını dikleştirdi. Derin bir nefes aldı. Nefesi daha ciğerlerine ulaşmadan, uzattığı eli yana düştü.
Teldeki kumrular birden havalanıverdi.
 
Görsel: Nino Chakvetadze's Art
kara duvan: Ege Bölgesinde isli tavaya verilen ad.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

11/20/2024 - 20:50
11/14/2024 - 19:11
11/03/2024 - 12:12
10/10/2024 - 20:58
09/30/2024 - 13:44

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...

Konuk Yazarlar

ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...