
Ama donmuyor sende hiçbir şey.
Şehir ışıklarını hızla geçersin, yarı-karanlık sokakların ıssızlığında ağaç gölgelerine gözlerin takılır.
Gökyüzünün maviye kesmiş olduğunu fark edersin. İçinde bir yerler ısınır.
Kanayan ne varsa insana dair, geçer gözlerinden usul usul.
"Soğuk" dersin, "öyle etkili ki, iliklerime işliyor."
Hala yaz giysilerinde olduğunu fark edersin.
"Ah ne acılı serüvenlerden geçtik yaz boyu"
Gezinin dumanları beliriyor gözlerinin önünde.
Ethem hala tavlada yenildiği için kollarını mıncıklayıp "zar tuttun değil mi hoca" diyor o şen kahkahalarını yollara cömertçe sererek.
Düşlerin de üşür, koşmak gelir içinden, koşarsan yakalayacakmışsın gibi o civan gençleri.
"Lice ah Lice en Medeni yiğidi bile kabul ettin ya toprağına, ne diyeyim şimdi sana.
Bir daha gelmek içimden geçer mi bilmiyorum." dersin duyulur duyulmaz bir mahmurlukla.
Yıldızlara döner bir merhaba dersin, aklına hasta bir yakının düşer, burkulursun. Kahkahaları, gözlerinin mavisi ve o telaşlı anıları bırakmaz seni.
Zira o anıları, bir 12 Eylül’e isabet eder.
Hazandır artık yüreğin, yeşili uçmuş bir sarı yapraktır.
Döner durursun bir sokakta.
Ay çıkmıştır, bulutsuz bir gökyüzünün ortasında kalaylanmış bir tas gibi durur, yaşama efsun katmak için uğraşır.
Sen ise ağlamaklı olursun.
Ağlarsın.