TAHRİP GÜCÜ YÜKSEK TANRIÇA

Alihan Demir kullanıcısının resmi
Şiirin binlerce tanımı vardır ama üzerinde hemfikir olunan bir tanımı da yok. Bu durum, bizlere şiire karşı istediğimizi söyleme cesareti verebilir. Aynı zamanda güçlü olanla eksik olanın ayırt edilmesini de zorlaştırmaktadır. Bu açıdan göreceli bir bakış açısı, şiire dair değerlendirme işini zorlaştırmaktadır. İşte bu görecelikten dolayı birçok kaliteli eser görülmezken; zayıf olan bazı metinler de dönem dönem baş tacı edilebiliyor. Hakkı yenilenleri bu yüzden yazmaya daha çok meraklıyımdır. Şiirlerini okudukça hakkının yenildiğini düşündüğüm bir şairimizi, görünür kılmak için bu metni yazıyorum. Yeni bir şair desem de böyle dediğime bakmayın. Bu şairin yıllarca demlenen şarap tadında kallavi sözcükleri var. Kırk yıl çilesini çeken derviş olmasa da kendini kapattığı ve yoğunlaştığı zaman dilimi onu bedeli ödenmiş ve hakkı teslim edilememiş bir noktaya taşımaktadır. Adı Jana Med İnanç. Her zaman söylediğim gibi övgülerden ziyade gerçekçi tespitler bizlere daha çok rehberlik etmektedir. Özetle bu değerlendirme, bir övgü metni değildir. Bu metni, bu yönüyle şairin sanatına dair bir teşhis koymayı amaçlayarak yazıyorum.

           
               Önüne gelenin bir şeyler yazdığı ve buna şiir dediği bir zamanda şairimiz Jana Med İnanç, çok hızlı yazılan ve hemen piyasaya sunulan ürünlere inat, yıllarca yazıp içinde büyütmüş dizelerini. Öyle ki her dizeye çok zalimce yaklaşmama rağmen dizelerde herhangi bir infaza yaklaşamadım. Her sözcük hakkını istercesine yerlerinin değiştirilmesine bile itiraz ediyor. Jana’nın şiirleri, kırık bir coğrafyada binlerce kez infaz ve iğfal edile edile yan yana gelmiş harflerden oluşuyor. Artık her kurşuna adeta aşılı. Binlerce yıldır demlenen acının o kör edici tadı şiirde su yüzüne çıkıyor. Onun şiir kapısından girip çıktıktan sonra dönüşmek zorunda kalıyorsunuz. Jana’nın şiirlerinin içinden,  bir şarjör yemişçe, vurulmadan çıkamıyorsunuz. Biraz vicdanınız varsa  sözcüklerinin etkisiyle uzun uzun bir iç hesaplaşmayla baş başa kalıyorsunuz. Şiirleri size bir dil kazandırıyor. Bu sayede Fırat kenarında oturup beyaz tülbentli bir ananın sadece gözlerine bakarak anlaşabilirsiniz. Eğer bu dili yakalayabilirseniz Dicle size bir nefes olup sizi tüm kan kaybına rağmen yine de yaşama bağlar. Çünkü onun şiiri her ne kadar ölümü anlatsa da yaşamı savunmaktadır.
               Kötü zamanlara denk gelmenin daha da kötüsü o coğrafyada bir de kadın olmaktır. Hayalleri bile yasaklanan bir yüreğin yapacağı tek şey, ruhunu gömmektir. Jana da ruhunu uzun süre gömmenlerden.  Belki de bu yüzden şiiri sabır ve toprak kokuyor.  Şimdi üstüne atılı beş bin yıllık suçlamaları ret edercesine uyanıyor. Sözün uyanmasıdır bu. Uyandığı yerden hepimizi bir aynanın karşısına dizip kendimizle yüzleşme imkanı tanıyor. Ne yazıkki bu ayna paramparça ve bizler o kırıklarda yüzümüzü ararken ruhumuzun bütün yaralarıyla karşılaşıyoruz. Defalarca tekrarlanan olumsuz ve melankolik sözcükler, her ne kadar karamsar bir ruh profili çizse de karalar giymekten kendi rengini ortaya çıkaramamış bir halkın sanatçısı da herhalde böyle anlatılır demekten kendimi alamıyorum. Yine de umudun yeşertilmesi adına bir pencere de bahara açması ve orada kelebekleri de görmesi umuduyla yazıyorum.
              Jana Med İnanç’ın şiirlerinde yeryüzüne hançer gibi dikilen dağların çocuklarına ve tülbentiyle gözyaşlarını silen analara selam var. Dağların en çok uçurum yanına şiirler yazan şairimiz, o uçurumlardaki yalnızlığı da direnci de imgenin sonsuz gücüyle verebilmiş. Bir kimlik tasvirine varan kimi benzetmelerle şiirin gücünü ve dil oyunlarını sonuna kadar zorluyor.  Özellikle eğik çizginin sayesinde bazen sözcüğün iki bazen üç anlamını verebilecek kadar derin bir imgeleme yöntemiyle bizleri adeta şiire kilitliyor. Acaba hangisi daha çok kanatır bizi? Demekten alıkoyamadığımız bu yerlerde şiiri bırakıp düşünmeye başlıyoruz. Şiirin ahengi ve müziği açısından son derece tehlikeli bu sularda yüzmesi, kendisinden beklenilmeyecek bir ustalıkla başarmasına rağmen yine de okuru yormak ve müzikten kopmak tehlikesiyle baş başa kalabilmektedir. K/adın, örneğinde olduğu gibi adı olmayan kadın; nasıl düşünürsek düşünelim her iki seçenekte de yargı, bizleri yakalayabilmektedir.  Teknik anlamda zorlayan bu küçük ayrıntıların arkasındaki duygunun yoğunluğu kısa sürede bizi çekip daha gerçekçi bir dünyaya çırılçıplak bırakabilmektedir. Zira sözlerin sahibi olan kalem, bileklerini kesmeye meyilli bir kadın veya isyanını metafora dökmüş bir bilge havasında bizleri daha vukuatlı bir coğrafyanın gerçekleriyle sarsmaktadır.  Jana, bir şiir kitabıyla şiirin nasıl yazılması gerektiğini bizlere öğreten ve çayı kardan demleyen hemşehrisi Ahmed Arif’in ve kod adını bile aşk koyan Hicri İzgören’in sofrasından geliyor. Bu yüzden söze şerbetli. Bir o kadar da asi. Bu asilik kuru propagandacıların tuzaklarına düşmeden bir çocuğun gözbebeklerine yerleşen kavgayla iç içe. Jana, burada bağırmadan ama çığlık çığlığa derinden derine bir fırtınayı kayıt altına alabilen bir gözleme sahip.
                     Ölü toprağını üstünden atan yanıyla bizleri selamlayıp ayakları yere basan bir üslupla kendini var etmektedir. Birçok defa karşılaştığım her an her şeyden şiir çıkarmaya çalışan ve iskeletsiz bedenler gibi ayakta duramayan şiir katillerine adeta şiirin bir namusu olduğunu hatırlatıyor. Uzun süre yazdığı halde bunları demlenmeye bırakması bunun bir kanıtı. Santim santim ve harf harf şiiri sağlam sözcüklerle örüyor. Günümüzde modaya dönüşen bir sabah kalkıp şiir yazmaya heveslenme haline inat Jana, sözcüklerini uzun gecelerin kaydını tutarcasına bekleterek bazen kanatarak yazıyor. Böyle olunca  ördüğü duvar, uzun zamanlara ve fırtınalara dayanacak bir hale geliyor. Gördüğünü anlatması açısından adeta bir kayıt aracına dönüşen şiirleri, hafızamızı da canlı tutuyor. Bu yönüyle hem dik duran hem de yüreğinin kapılarını özgürlüğe açması açısından umut veriyor.  Yasaklanan her şeye itiraz eden şiirleri, kimi noktalarda bir özgürlük manifestosuna da dönüşebiliyor. Bu manifestoya kadını eklemekten geri durmayıp bir tanrıça edasıyla sözünü esirgemeden yazıyor.
                   Bir ses uyanıyor ve bu ses, şifasını arayan bir dert telaşıyla kırılmış cam parçalarından geçiyor. Yamalarını toplamış, ateşte sınanmış,acıya bulanmış sancıda kıvranmış ve sözle yıkanmış bir ses bu. İşte bu yüzden şerbetli bir dil ve kendisini yok etmeye yeminli tüm sistematik, yerleşik, kollektif örgütlü düzeneklere karşı aşkla zırhlı bir yürekle karşı koyuyor. Bu yönüyle kralları kandırıp bilgileri onlardan çalarak insanlığa ulaştıran Tanrıça İştar’ın yoldaşı olmayı hak ediyor. Bu uzun yürüyüş, onu  kötücül olan her şeyden uzaklaştırıp değerli olan her şeye daha da yakın kılmaktadır. Çaput bağlayarak sakladığı yaralarından bir ruhu aklayarak geçiyor tüm sıratları. Fotoğrafları zihninden silmeden, duyduğu küfrü unutmadan, enkazdan devraldığı sözü yere düşürmeden yürüyor. Kendisine biçilen kefeni bayrak yaparak kalanı da yakarak ilerliyor.  Hoş geldin, tahrip gücü yüksek tanrıça! Geç bile kaldın. Gel ve anlat geçtiğin yollardaki bakir ve hakir bakışları. Bizden en çok onları sakladılar.
                                                                                                                     

Kategori: 

Yorumlar

Tarık şan kullanıcısının resmi

Tarık şan (doğrulanmadı) tarafından tarihinde gönderildi

Sen hep var ol dostum güzel insan ellerinden kalem düşmesin...

Bunları Okudunuz mu?

04/18/2024 - 15:42
04/09/2024 - 18:27
04/09/2024 - 14:09
01/30/2024 - 12:13
01/29/2024 - 19:13

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...