Birbirlerinin pervanesi olmuşlardı. Etrafında döndükleri aşk ateşi yakıcı değildi. Tam tersine, taze kan pompalanıyordu yüreklerine.
Görüşemeden edemiyorlardı. Yeni bir kapı aralanmıştı önlerinde. O kapı onları alıp rengârenk dünyalara götürecekti. Hissediyorlardı tüm bunları; mutlu olacaktılar. Kasabalarına sık sık gelmeye başlamış ve gittikçe de birbirlerini deli gibi sevmişlerdi. Sonunda ailelerin onayını alarak evlenmiştiler. Kağnının tekeri bir taşa denk gelmişti. Şaklama sesiyle kendine geldi. Ded Leon’a baktı.
Ded Leon’un yaşlı vücudu yorgun düşmüştü. Auda ve Anna da yorulmuşlardı. Nihayet baba ocağı görünmüştü. Bir heyecan dalgası yayıldı bedeninde. Babası kim olduklarını bilmeden onlara bakıyordu. Evlerinin avlusunda kağnıdan indi. Babasının titrek adımlarla merdivenlerden aşağıya indiğini gördü. Anna, babasına ağlayarak sarıldı. Yanaklarını bastırdı babasının göğsüne. Hazin bir tablo oluşmuştu. Kimse konuşmuyordu.
Komşular toplanmış, neredeyse soluk almadan onlara bakıyorlardı. Köyün gençleri gelip eşyaları yukarıya taşıdılar. Auda’yı gören gençler, bir an durup hayran hayran ona bakıyorlardı. Auda, gençleri umursamıyor gibi görünüyordu. Sonra kalabalık dağıldı. Evlerine çekildi herkes.
Karanlık çökünce mumun etrafında oturup sohbet etmeye başladılar. Anna’nın gözlerinde yaşlar birikmişti. Bıraksa kendini hüngür hüngür ağlayacaktı. Annesi daha o çocukken ölmüştü. Hayal meyal onu hatırlıyordu. Babasını görür görmez de annesinin silueti, bir gölge gibi gözlerinin önünde belirivermişti.
Başına gelenleri baştan sona kadar anlatmak zorunda hissediyordu kendisini. Kapkara bir taş gibi acıları yüreğine oturmuştu. Anlatmasa patlayacak ve un ufak olacaktı. Hem anlattıkça da acısı hafifler gibi oluyordu. Kendisini tutamamıştı sonunda, sular seller gibi gözyaşı döküyor ve anlatıyordu…
Babası olanları duyunca şaşırdı. Kızıyla birlikte üzüldü. Ölümün üzüntü verici bir şey olmadığını belirtti. Hele Lautard gibi birisinin ölmesine asla üzülmemek gerekiyordu. Çünkü tanrının sonsuz ışığına katılacak biriydi. Hiç kimseye en ufak bir zararı olmamıştı. Kızı ile torununu da anlıyordu. Ve onların üzüntüsünü de paylaşıyordu.
Anna’nın babası Armanno, ‘’Zor. Evet, onun yokluğuna alışmanız zor. Ama alışmak ve katlanmak zorundasınız. Ben de onu çok özleyeceğim, inanın. Öz evladımmış gibi severdim onu.’’
Hak verdiler ona. Hemen evin bir bölümü Auda ile Anna’ya ayrıldı. Ded Leon’a da bir oda verilmişti.
Pirene dağlarında soğuk rüzgârlar esmeye başlamıştı. Akşama kadar evde kalmaktan başka çareleri yoktu. Armanno, torununa masallar anlatıyordu. Her bir sözcüğü inci tanesi gibiydi. Tek tek ve ışıldayarak dökülüyorlardı ağzında. Torunu da dedesinin masallarını zevkle dinliyordu. Dedesinin öylesine güzel bir üslubu vardı ki, adeta onu alıp bulutların üzerine uçuruyordu. Öylesi dünyalara gidiyordu ki, o dünyalardan masalın bitimiyle geri dönüş yapmak zorunda kalması kabul edilecek gibi değildi. Ama her şeyde olduğu gibi, masalların da bir sonu vardı.
Alışmıştı artık Bram’a. Ağlamıyordu eskisi gibi. Zaman zaman köyünün özlemi şöyle bir yüreğini yoklayıp gerisingeri gidiyordu.
Babasının, ‘’Bizi öldürecekler,’’ demesini unutamıyordu. Bunu Ded Leon, dedesine açtığında, ‘’Koca dağlar var arkamızda. Kötü bir durum olursa Pirene dağlarına sığınırız,’’ diye cevapladı. Ded Leon, bir sığınak yapma taraftarıydı. Kasabadaki insanlara da tedbir almalarını söyledi. Herkes gülüp geçti. Lautard, tanrı mıydı ki geleceği önceden bilsin. Sonuçta o da onlar gibi insandı. Aynı maddeden yapılmışlardı; yani tanrının nurundan.
Günler su gibi akmaya başlamıştı. İlk başlarda çok zorluk çekmişlerdi. Sonra Juli ile tanışmıştı. Hemen kapı komşularıydı. Saatlerce birlikte oluyorlardı. Karı kışı umursamadan bazen sokağa çıkıyorlardı. Genç ve ataktılar. Demirci Manuelle’nin dükkânının önüne geldiğinde zınk diye duruyordu Juli. Kapıda durup yaşlı adamın oğlunun çalışmasını izliyordu. Yine Juli’yle gelip demircinin kapısında durmuşlardı. Kaslı kollarıyla örsteki kızgın demiri dövüyordu yaşlı demirci. Vurdukça kıvılcımlar saçılıyordu her bir yana. Sonra suya batırıyor ve su kabından yukarıya cıs diye dumanlar yükseliyordu. Oğlu körükle meşguldü. Babası gibi iri yarı birisiydi. Demirci Manuelle, elinin tersiyle terini silerken onları gördü.
Gülerek, ‘’Merhaba kızlar, gelin içeriye. Dışarısı soğuk,’’ dedi. Körükte yanan ateş Manuelle’nin yüzünde parıldıyordu. ‘’Tamam, biraz ısınıp çıkarız,’’ dedi Juli. Demircinin oğlu gözünü Auda’dan ayıramıyordu. Juli’nin kalbi kıskançlıktan yanıp tutuştu. Kinlendi yüreği. Kor bir ateşe döndü. O ateş kıskıvrak tüm bedenini sardı. Auda, arkadaşının gözlerinde kini yakaladı. Daha önce de kıskançlıklarına tanık olmuştu. Manuelle’nin oğluna karşı bir şey hissetmiyordu Auda. Neyin kıskanmasına sebep olduğunu biliyordu ama. Yapılacak bir şey yoktu ki, gören her erkek kendisine çarpılarak bakardı. Alışkındı bu duruma.
Demirci dükkânında çıktıktan sonra Juli surat astı. Sevdiği erkeği elinde almak istediğini söyledi. Auda, ona yanıldığını söylemeye çalıştı. Anlamıyordu. ‘’Artık seninle konuşmuyorum,’’ deyip çekip gitti. O günden sonra Juli, Auda’yı gördüğü yerde yüzünü çeviriyordu.
Kışın bitimiyle Asmin ile dost olmuşlardı. Her gün birlikte çıkıp, dağda bayırda dolaşıyorlardı. İkisi de hayat doluydu. Bahar gelmişti. Köyün etrafı rengârenk çiçeklerle donanmıştı. Ağaçlar çiçeğe durmuş, cümle mahlûkat oradan oraya koşuşturuyordu. Her şey bir devinim içerisindeydi. Baharla birlikte Auda’nın içinde bir sevinç şelalesi akmaya başlamıştı. Arkadaşı Asmin ile kırlara çıkıyor ve saatlerce yürüyorlardı. Asmin ile tanıştıktan kısa bir zaman sonra, Pierre’i Asmin’in evinde görmüştü. Pierre, Asmin’in dayısının oğluydu. Daha ilk görüşlerinde birbirlerinden etkilenmişlerdi. Birkaç gün sonra da ilişkilerini ilerlettiler. Seviyorlardı birbirlerini. Yüreklerinde papatyalar açıyordu. Umursamıyordular hiçbir şeyi. Auda, onu götürüp ailesiyle tanıştıracaktı. Dedesinin de bu ilişkinin evlilikle sonuçlanmasını isteyeceğini düşünüyordu Auda.
Pierre, onu ilk öptüğünde, utanıp kızarmıştı. Ama hoşuna gitmişti. Sevgilisinin şehvetli öpücüğü, aşkın bin bir gülünü koklaştırmıştı ona. Sevincinden içi içine sığmıyordu. Her anı o ateşli öpücüğün şevkiyle dolmuştu. Üç hafta kaldıktan sonra Beziers’e dönmüştü Pierre.
Asmin ile ikiz kardeş gibiydiler, birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Bazen geceleri de oturup saatlerce Pierre ve Berttrand hakkında sohbet ediyorlardı. Asmin, komşusu Berttrand ile nişanlıydı. Bazen geceleri gizlice görüşüyorlardı. Bu gece de görüşecektiler. Heyecandan yerinde duramıyordu. Yüreği alev alevdi. Vücudu bir hoşluk deryasında uçuyordu sanki. İçindeki alev gün geçtikçe harlanıyordu. Arzuluyordu onu.
Karanlığın çökmesiyle, Asmin dere yatağına gitti. Berttrand orda bekliyordu. Birbirlerine sarıldılar. El ele tutuşup yere oturdular. Kendiliğinde dudakları kenetlendi. Berttrand’ın eli aşağıya kaydı. Tüyleri avucuna değince, daha da tahrik oldu. Parmak uçlarında bir ıslaklık hissetti. Diğer eliyle de göğüslerini avuçladı. Çıldırmış bir durumdaydılar. Asmin’in göğüs uçlarını dişlerinin arasına aldı. Dikleşmiş cinsel organı Asmin’in bacak arasına dayamıştı. Zevkle kıvranıyordu altında. Otları avuçlayıp yerinden söktü. Çılgınca avucunun arasına alarak sıktı. Bernard, organını çıkarmaya çalışınca da bırakmadı. ‘’Evlenmeden o işin olmayacağını,’’ söyledi. Asmin, sevgilisini bel üzeri yatırdı. Elbiselerini çıkarmadan, gitti geldi. Bulutların üzerinde uçuyorlardı. Gitti geldi. Kıvranma sırası Berttrand’a gelmişti. Dünyayla olan tüm ilişkileri kesilmişti. Tek bir vücut olmuş gibiydiler. Islaklığı hissettikten sonra, Berttrand tüy gibi hafifledi. Gökyüzüne baktı. Yıldızlar neşeyle parıldıyorlardı. Ay sarı ışıklarını salmıştı. Her yan ışıl ışıldı. Esen yelle birlikte ağaç dalları sallanıp duruyorlardı. Çiçekler şevkle başlarını uzatıyorlardı.
Asmin ise orasını tırnaklarıyla kazımak istiyordu adeta. Bacaklarını sıktı. İçindeki kaşıntı tüm vücuduna yayıldı. Ağrıdı kasıkları. Eli kendiliğinde orasına kaydı. Nişanlısından utanarak, tekrardan elini çekti. Gitmesi gerekiyordu. Yoksam evde merak ederlerdi.
Asmin, üstünü başını düzelttikten sonra, Auda’nın evlerine doğru yürüdü. Evin duldasına girince, sağ eli cinsel organına kaydı. Sol eliyle de göğüs uçlarını ovalıyordu. Göğüs uçları birer böğürtlen tanesi kadar büyümüşlerdi. Nefes alış verişleri hızlandı. Zevk çığlığı gelip boğazında kilitleniyordu. Bıraksa kendini iniltiler, çığlıklar kopacaktı boğazında. Zevkten uçuyordu. Bir kelebek gibi gökyüzüne doğru kanat çırptı. Harika diyarları dolaştı. Unutmuştu dünyayı. O an masum ve pırıl pırıldı yüzü. Hiçbir şey düşünmüyordu. Sadece aldığı zevke odaklanmıştı. Hafif uzamış tüylere eli değiyor ve şehveti bir kat daha artıyordu. Elinden olmadan diz çöktü. Islak eli daha da hızlandı. Orgazm olduğunda içi boşaldı. Bir süre diz çökmüş vaziyette bekledi. Sonra ayağa kalktı. Yüzündeki gülücük daha da büyüdü. Kendisini tüy gibi hafiflemiş hissetti. Kanat takıp uçacaktı neredeyse.
Yanakları al aldı. Gülümsüyordu. İçindeki neşe şaha kalkmıştı. Tekrar üstünü başını düzeltti. Mavi gözlerinin içi bir sevinç deryasına dönüştü. İçi neşeden ışıl ışıl; amansız fırtınadan sonraki pürüzsüz bir deniz gibi durgun ve huzurlu…
İlk Auda’nın yanına gitti. Boynuna sarıldı. İçindeki neşe sel olup taşmıştı. Auda da onunla sevindi. Bir sevinç yumağı olmuşlardı. Asmin gülerken gamzeleri çıkıyordu. Annesi sorarsa, Auda yanında olduğunu söyleyecekti. Asmin hemen evine gitti. Annesi kapıda onu bekliyordu. ‘’Neredeydin,’’ diye sordu. O da Auda’nın yanında olduğunu belirtti. Yemek hazırdı. Hemen yemeğini yedi, sonra gidip yatağına uzandı. Nişanlısını düşündü. Uzun boylu ve geniş omuzluydu. Kalın dudaklarının tadını damaklarında hissetti.
Sabahın erken saatlerinde insanlar Ded Leon’un etrafında toplanmaya başladılar. Çember şeklinde oturup ibadet biçimini aldılar. Herkes karşısındakinin yüzüne bakıyordu. O yüzlerde dünyanın güzelliklerinin keşfine çıkmışlardı. Ucu bucu olmayan koca bir deryaydı insan cemali. Yürekleri ise sonsuz bir evren… Dünya iyilik ve kötülük dengesine dayanıyordu. Sürekli bir mücadele içerisindeydi. Bu mücadelenin sonucunda iyilik kazanacaktı. Asıl olan insandı. Arınmak ve tertemiz olabilmek… Ded Leon durmadan anlatıyordu. Uzun uzadıya…
Ded Leon, herkesi teker teker kutsadı. Auda sevgiyle Asmin’e bakıyordu. Ded Laon’nun uzun aksakallarının içinde yüzü parıldıyordu. Dingin bir görüntüsü vardı. Dudaklarında ise ta yüreğinde gelen bir gülücük… Dünya güzeldi. Her baharda olduğu gibi yine doğa canlanmıştı. Ve yarından tezi yok, herkes var gücüyle çalışmalıydı. Güzelliklere güzellik katmalıydılar. Ded Leon coşmuştu. Ağzında dökülen her sözcük güzellik üzerineydi. Dışarıda nal sesi geldi. İbadete ara verdiler. Tüm dikkatleri kapıya yönelmişti. Kapı açıldığında beyaz tenli uzun boylu Pierre içeri girdi. Selamladı içerdekileri. Gözü Auda’ya takıldı. Büyülenmiş gibi birbirlerine baktılar. Kendini tanıttı. Beziers’ten geldiğini belirtti. Aslında çoğu onu tanıyordu. ‘’Haberlerim var,’’ deyip söze girdi.
Son Vaaz Dördüncü Bölüm
Bram’a varmak üzereydiler. Anna’nın kalbi heyecanla çarpıyordu. Kocasıyla ile tanıştığı dönemleri hatırladı. Arkadaşlarıyla birlikte öylesine, gezmek için kasabaya gelmişti Lautard. Yerinde duramayan, hayat dolu biriydi. Kızılımsı saçları, geniş omuzları, şevkle gülümsemesi ve sıcacık bakışları onu alıp başka diyarlara götürüyordu. Birbirlerini gördüklerinde, içlerinde bir şeyler kıpırdamış ve sonra kelebekler dönenmişti yüreklerinde.
Kategori:
Bunları Okudunuz mu?
Hapishane Edebiyatı
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan
Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Konuk Yazarlar
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı.
“Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...