Ayla, serçenin kanatlarını gıpta ederek seyretti. "Bir kuş olup uçsaydı, dünyanın en güzel, en sıcak yerine konsaydı. Hep sıcak sıcacık olsaydı, tepesinde bir ev de istemezdi. Ağaçların içinde, çalı çırpıyla bir kulübe çevirip, denizden balık tutup,
kumsallarda hayali saraylar yapsaydı çocuklarına. Kazak, mont da istemezdi iklim. Dört mevsim yaz olsaydı! Dört mevsim.
Kar, geceden beri yağmıştı. Ayaz attı, don başladı. Kahvaltıdaki kırıntıları toplayıp, bardağın içine atıp üzerine sıcak su koydu. Ekmek bulamacını yedirdi Esra’ya.
Battaniyenin içinde terledi çocuk. Bu iyiydi, üşümüyordu demek, terlemişti işte. Ağlamaya başladı Esra. Altını kirletmişti. Açtı hızla yeni bez koydu altına. Titredi çocuk. Battaniye ile sardı iyice. Bir zamanlar koyu yeşil olan kaşe mantosunu geçirdi sırtına. Ayakkabısının altında ince kırıktan su girdi ayağına. Yürüdü, apartmanların önünden geçti. Bahçedeki kırmızı güllerin üstündeki kar yere düştü. Camdan bir kadın ona baktı. Elinde çay bardağı ile karı seyrediyordu. Dudakları kalındı kadının.
Ekmek asıyordu apartman sakinleri çam ağaçlarına. Önceleri utana sıkıla alıyordu. O ekmekler de olmasaydı! Ne olurdu bir tutam da odun assalardı! Marketlerden gelen kokuları çekti içine. Peynir, salam, bal, zeytin kokuyordu. Toklar bilmezdi, almazdı marketin kokusunu. İştahla yutkunmazdı. O yutkunmak istemiyordu ki.
Ara sokaktaki oduncunun bürosundan kömürün sıcağı
vücudunun her noktasına şok etkisi yaptı. Birazcık daha, birazcık daha oturabilse. Oduncu, diğer müşteriyi gönderip parayı kasasına koydu.
Ayla, cebinden altı lirayı çıkarıp masanın üstüne koydu. “Bu kadarlık odun alacaktım.” dedim.
Kafasını kaşıdı oduncu. Bugün iyi günündeydi. Kasasını da doldurmuştu üstelik.
"Torbası on beş lira yenge." dedi.
"Bir yakımlık versen. Çocuğum var."
Kafasını sağa sola çevirdi oduncu.
"Koy paranı cebine yenge. Bu da benden olsun."
Çıktılar. Üzerine yağmur, kar yağmış odunu sırtladı Ayla.
İçi ısındı, elleri ısındı. İnsanlığa küsmüş yüreği ısındı.
Çocuk, üstündeki battaniyeyi atmış, elleri buza kesilmiş, yüzü soğuktan elma elma kızarmıştı.
Doldurdu odunları sobaya. Eski poşet, kazak, kâğıt koydu aralarına. Atıklar yandı, odunlar karardı kaldı. Odundan sular akıyordu sobaya. Zeytin ağacının yapraklarını budayıp attı sobaya. Yağ gibi yandı geçti. Evde ne kadar eski varsa bastı sobaya. Soba, kül doldu. Odunlar külün altında kaldı. Mutfağa girdi. Çamaşır ipini alıp tavana astı. Fön makinesini prize takıp açtı. Çocuğu böyle ısınabilirdi. Tekrar mutfağa gitti boynuna ipi geçirdi. İskemleye vurdu ayakları.
Dört mevsim yaz olacaktı hayat! Dört mevsim yaz, başının üstünde çalı çırpıdan tavan. Tavandan yıldızlar göz kırpacaktı. Dört mevsim yaz!