Kurşun Yarası/Gülçin Yağmur Akbulut

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Bilmem ki kaç roman olurdu boğazına sıralanan yumruları yazsa Hülya. Kaç şehrin istasyonunu ateşe verirdi İçindeki acılar. Fatih’in yumuk yumuk elleri vardı, sevgiyle bakan gözleri; boşluğa bırakıldıkları gün. Kolay olmasa da kalınca bir yorganla örtüp yaralarının üstünü, sıkıca sarıldılar hayatın olmazlarına. Yokluğun, yalnızlığın bütün bohçalarını bir bir sermişti önlerine dünya.

Murat gittiğinde an ağır kurşunla vurulduğunu zanneden Hülya, her gece korkuların eşiğinde Fatih’i beklerken yanıldığını anlıyordu. Dağlar üzerine devriliyor; güneş, her sabah kapkara doğuyordu penceresine. Murat’tan sonra Fatih de ellerinden hızlıca kayıp gidiyordu. Hülya’nın susuz bir denizdeki çırpınışlarını hiçbir balıkçı teknesi de görmüyordu.
İstanbul’da çalışmadığı lokanta, temizliğe gitmediği villa kalmamıştı. Tek amacı Fatih’i kimselere muhtaç etmeden büyütmek, okutup bir meslek sahibi olmasını sağlamaktı. Gel gör ki Fatih on yedi yaşına gelmiş, yaşça büyüdüğü halde, karakteri de baş aşağı yol almıştı.  Hülya oğlunun nereye gittiğini, ne yaptığını, kimlerle vakit geçirdiğini bilmiyordu. En kötüsü de bunu Fatih’e soramıyordu. Çünkü Fatih onu çoğu zaman tersliyor, hatta bazı zamanlar küfürler savurup Hülya’nın kalbinde derin mezarlar kazıyor, annesinin bütün bedenini lime lime doğruyordu. Hülya bir dakika içinde binlerce parçaya ayrılıyordu. Nerede hata yapmıştı, nasıl bir günah işlemişti ki böyle bir bedel ödüyordu.  Fatih hep daha fazlasını istiyor, elindekilerle yetinmeyi bilmiyordu. Çok lüks bir yaşamları olmasa da kimselere muhtaç değillerdi. Kendi yağlarında kavrulup gidiyorlardı.
Uzun zamandır şiddetli baş ağrıları çekiyordu Hülya, ama pek fazla umursamıyor bunu; evde bulduğu ağrı kesicilerle günü geçirmeye çalışıyordu. Son günlerde bu ağrılar sıklaşmış, beraberinde bulanık görme, mide bulantısı, halsizlik hatta dilinde bir pelteklik hissetmeye başlamıştı.  Fatih’in akşam yemeğine gelme ihtimalini düşünerek ekmek almak için evden çıktı. Ayakları birbirine dolanıyor, soğuk soğuk terliyordu.  Dünya ayaklarının altından kayıyordu sanki. Sokağın hemen başında bulunan ekmek fırınının bu kadar ulaşılmaz olduğunu daha önce hiç fark etmemişti. Nihayet fırına geldi, parayı uzatarak iki ekmek istedi. Fırıncı ekmek vermek için arkasını döndüğü anda büyük bir gürültü ile irkildi. Yılardır sevip saydıkları müşterisi Hülya Hanım, yerde hareketsiz olarak yatıyordu. Bütün çalışanlar başına üşüştü. Ne yaptılarsa Hülya Hanım bir türlü gözlerini açmadı.  Fırıncı Hayrettin Usta hemen telefonuna sarılarak telaşlı bir şekilde ambulansı aradı. Fatih’i arıyorlar ama ulaşamıyorlardı. Hayrettin Usta’nın evi fırının bitişiğindeydi. Koşarak eşine haber verdi. Eşi Nurcan Hanım’ın gözleri büyüdü, heyecanlandığında, endişelendiğinde hep böyle olurdu. Evinden apar topar çıktı. Hülya Hanım’ı kısa boylu hemşire ile sedye yerleştirip ambulansa bindirdiler.
*   *   *
Hastanenin acilinde bekleyen Hayrettin Usta ve eşi doktorun kendilerine doğru geldiklerini gördüler. Doktor, Hülya Hanım’ın beyin kanaması geçirdiğini, hemen ameliyata alınması gerektiğini, ameliyat olsa bile hayati tehlikeyi atlatma ihtimalinin düşük olduğunu söyledi. Hayrettin usta ve eşi ne diyeceklerini ne yapacaklarını bilmez bir halde derin bir acının boğazlarında düğümlendiklerini hissettiler. Ameliyat olmazsa ölecekti Hülya Hanım, olursa zayıf bir ihtimal de olsa yaşama şansı olacaktı. Ameliyat olabilmesi için de birinci dereceden bir yakınının imzası lazımdı.
Hülya Hanım’ın oğlu Fatih, edilen telefonların hiçbirine cevap vermiyordu. Hülya Hanımı yoğun bakıma alan doktorlar, Hayrettin Usta ve eşinin telefon numaralarını kaydederek onları eve gönderdiler.
*   *   *
Hülya Hanım hastaneye yatalı iki gün olmuştu. Hayrettin Usta ve eşi her gün hastaneye uğruyor, Hülya Hanım hakkında doktorlardan bilgi alıyor, bir ihtiyacının olup olmadığını soruyorlardı. Ne acıdır ki Hülya Hanım’ın durumunda hiçbir farklılık yoktu. Fatih de yer yarılıp yerin içine girmişti sanki. Ne bir ses ne bir haber vardı.
Nurcan Hanım’ın içinde çok tuhaf bir huzursuzluk vardı. Saat gece yarısını geçmişti fakat bir türlü uyuyamıyordu. Çalan telefon sesiyle kalbi duracak gibi oldu. Arayan hastane görevlisi, Hülya Hanım’ın vefat haberini bildiriyordu. Dizlerinin bağı çözülen Nurcan Hanım gökyüzündeki bütün bulutların yeryüzüne indiğini, dağların ardı ardınca yıkıldığını hissetti. Hayatın lacivert çizgilerinde savrulup duran Hülya Hanım artık yoktu. .
Bütün mahalleye haber verildi. Hülya Hanım hastaneden alındı, mahalle sakinleriyle oluşan küçük bir kalabalık tarafından şehir mezarlığına defnedildi.
*   *   *
Hoca talkın verirken Hayrettin Usta ve eşi Nurcan Hanım, büyük bir boşluğun içinde debelenir şekilde ayrıldılar mezarlıktan. Evlerine dönerken trafik tıkandı, birkaç araç ötede, yolun tam da ortasında üstü gazete kâğıtlarıyla örtülmüş bir ceset yatıyordu. Ambulans, polis arabaları hepsi birbirine girmişti. Hayrettin Bey, trafik açılıncaya kadar, araçtan inip bir sigara içmeye karar verdi. Yolun ortasında yatan cesede doğru adımladı. Cesedin tam kapanmamış haldeki başı dikkatini çekti. Hafif bir rüzgâr değdi gazete parçalarına ve cesedin siyah ve sık saçları gördü. Gözlerine inanamıyordu. Fatih’ti bu boylu boyunca uzanmış ceset. Şakağında ise bir sıkımlık kurşun yarası vardı.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...

Konuk Yazarlar

Feyza Eren’den Akdeniz’e Lirik Bir Güzel...
  Uzun yıllardır sanat yaşamını ABD’de sürdüren Feyza Eren, “Vedadır Belki” adlı, tekli çalışmasıyla yeniden...
80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER
Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu. Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın… Emeklilerin tercih...
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...