İŞPORTACI/ Yavuz Aközel

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Abi, bu zabıtalar var ya, tam sekiz kez tezgâhıma el koydu. Yılmadım. Her defasında da kesilen cezamı ödedim. Hayatımız mapus damlarında geçmiş abi... Yani dosyalar dolusu sabıka kaydımız var. Hep vurmadan kırmadan! Resmi görevliye hakâretten,yaralama’dan...

 

Haksızlığa dayanamıyorum abi... Ağzımız, şöyle kendimizi savunacak lakırdı yapma yetisinden uzak, lal! Doğru dürüst mektep medrese görmemişiz ki! Ne olacak? Ekmeğimizi yabani hayvanlar gibi hırlayarak, birbirimizle didişerek, vurarak, kırarak pençelerimizle almışız ve ekmeği kaptığımız gibi kaçmışız. Peşimizde bizi kovalayan bir ordu... Bağırtılar, çağırtılar, siren sesleri, tehditler, alarmlar, kuşatmalar, sille tokatlar, küfürler! Sanki ne yapmışız? Yaptığımız, bir kenarcığa üç-beş şey dizip namusumuzla satmaya çalışmışız! Hepsi bu!

Bizi yakaladıklarında ceza kesmekle yetinmiyorlar. Aralarında sinirleri iyice bozulmuş, küfür ve hakaret edenler de çıkıyor.

—Abi sövme, diyorum, kes cezanı, al paranı...

Adam, tüm gün zabıta olarak, bizlerin peşi sıra aç susuz koşturup durmuş ve nevri iyice dönmüş.

—Sövsem ne olacak lan, diye kan çanağı olmuş gözlerini dikerek adeta inliyor!

 

Ama bizim de psikolojimiz bozuk abi! Sabahın köründe yollara düşmüşüz, gidip mal almışız, yalvar yakar, pazarlık yapa yapa… Zaten daha orada iflahımız kesilmiş. Mal almak kolay mı?

 

Pazarlık yapmak, dil dökmek çok zor abi. Toptancılar kurt gibi! Fiyatları en yüksekten sallıyorlar; biliyorlar ki pazarlık başlayacak! Diledikleri rakama gelince artık bir kuruş dahi aşağı inmiyorlar. Biz de anlıyoruz ki, en son, asıl satış fiyatı bu, o zaman parayı bastırıyoruz. Ama pazarlık yapmaktan ağzımız dilimiz kuruyor valla abi. İçimizden lanet okuyoruz, isyanları oynuyoruz  üstelik. Bu pazarlık savaşı bizi yoruyor da! Sanki sırtımızda on ton yük taşımışız gibi... Yani henüz satış yerine gidip tezgâhı kurmadan kan ter içerisinde kalıyoruz.

 

Kârlı bir alışveriş yapıp yapmadığımız da meçhul. Çünkü Çin malı satıyoruz. Mallar bazen çok kalitesiz, bozuk çıkıyor.  Geri verme olanağımız da yok gibi...

 

Tezgâhı kurduğumuzda da işte böyle oluyor! Zabıtalarla yani!

 

—Sövsem ne olacak lan, dediğinde ağzının tam ortasına Allah ne verdiyse geçiriveriyorum.

—İşte bu olacak lan, diyorum.

 

Seyyar  satıcılar, kendi aramızda da  bu gibi hallerle karşılaşıyoruz:

Yok “benim yerimdi burası”, yok “manzaramı engelliyorsun”, yok “aynı malı yan yana satıyoruz” vesaire gibi söylemlerle didişiyoruz. Bazen çok anormal durumlar oluyor abi..

 

Kan da akıyor!

 

Gidiyoruz, ellerimiz kelepçeli... Hep aynı istasyona... Yerimiz hazır. Çok şükür, tanıyorlar bizi... Artık “Allah kurtarsın” demeye bile gerek duymuyor arkadaşlarım. Söyledikleri şey:

—Geç kaldın lan... Özlettin kendini, oluyor.

—Ne yapalım abilerim... Bu sefer kaşınanlar başka yerde eşeleniyorlarmış, diye yanıt verdiğimde, koğuşta bir kahkaha tufanı kopup gidiveriyor...

—Hoş geldin lan can dost, hoş geldin! Ellerin dert görmesin, diyorlar.

 

Çaylar içiliyor, şamata, gırgır gırla gidiyor... Bir bakıma beni gördüklerinde moralleri düzeliyor, dertlerini unutuyorlar. Yani ben de onları özlemiş olduğumu ve bu insanları gerçekten sevdiğimi anlıyorum. Kaybedecek bir şeyi olmayan insanlarız nihayetinde. Birbirimize yüreklerimizi sevinç ve kederlerimizi veriyoruz. Bundan daha güzel ne olabilir?

 

Her mahpushaneye düşüşümde, dönek güvercinlerimin akıbetini düşünürüm. Onlar benim her şeyim...

 

Hele birkaç tane kırmızılı yanardöner güvercinlerim var ki! Ahh!.. Sorma abi, kucağımdan indirmek istemem. Öperim, severim, özel beslerim. Satın almak isterler. Satar mıyım? Onlar benim her şeyim. Onlar benim sevgililerim...

 

Önceden çok güvercinim vardı. En az 60-70 tane olurlardı. Siyahlı-beyazlı, gök mavisi-beyazlı, lacivertli-beyazlı ve kırmızılı-beyazlı... Onlardan her ayrı düşüşümde, bir bölümünü yitirdim. Şimdi elimde 7-8 tane kaldı, yeniden üretmeye çalışıyorum. İnşallah başım belaya gitmez de barış içerisinde yağımızla kavrulur, güvercinlerimle, işimle, anamla, dostlarımla haşır neşir olur, şu fani dünyada el ele gönül gönüle geçinir gideriz..

 

Güvercinlerim... Onların şehrin üzerinde süzülmelerini ve bir pervane gibi kıvrak dönüşler yapmalarını gözlerken hafifliyorum. Bir masallar dünyasında muradıma eriyorum.

 

Onlarla uğraşmak ne kadar güzel! Bana her dertten uzak müthiş bir dinginlik ve huzur veriyor.

 

Yaşım 35’i geçti. K’da oturuyoruz. Anam, babam ve bir oğlan kardeşim daha var. O da kaportacıda çalışıyor. İşte ben de meslek olarak bu işi seçtim. Tabi ki, sabit bir iş bulamadığım için böylesine belalı ve zor bir işe bulaştım. Dosyam oldukça kabarık abi, başka yerde iş bulamam, bulsam da dikiş tutturamam. Kavgacılığım var! Hakarete, hor görülmeye, haksızlığa hiç gelemiyorum, hemen nevrim dönüveriyor! Elimde değil abi... Dedim ya hakarete, haksızlığa hiç gelemiyorum. Tıpkı Yılmaz Güney Abimiz gibi anlayacağın!..

 

Tezgâhımı yüklenip evden her ayrılışımda, anam kavga yapmamam için sıkı sıkı tembihte bulunur:

—Uysal ol oğlum, hoşgörülü ol oğlum, ne olur kavga falan yapma. Artık üzme bu anacığını, der. Her defasında söz verir, ona sıkı sıkı sarılır öperim, öperim, öperim.

 

Ama çok kez sözümde duramam. Vukuatım olur, anamı üzerim, ağlatırım.

Söz aramızda ben de gizlice ağlarım “anamı üzdüm” diye, “anamı ağlattım” diye. Mahpushanede de ağladığım olur. Anam ve güvercinlerimin benim yokluğumda o öksüzleşmişler gibi mahzun halleri gözlerimin önünde canlandığında...Yatakta, lambalar söndükten sonra...Sessizce...

 

 

İşin aksi bu ya, Taksim, Gezi Parkı eylemleri başlamıştı. Memleket kaynıyor. Tayyip amcam Nuh diyor, peygamber demiyor! Yok Taksim’e Topçu Kışlası yapacağım, yok o yetmez yanı başına da şöyle kocaman bir alışveriş merkezi konduracağım diyor. Taksim gezi parkındaki ağaçları gece yarısı kestirdi. Aklı sıra kışla, alışveriş inşaatlarını bir an önce başlatacak. Kıyamet o zaman tam koptu işte. Millet ayakta, Taksim’i işgal etmiş. Tayyip amca da polisini sürmüş oraya, basıyor biber gazını, basıyor ilaçlanmış tazyikli suyu, basıyor copu. Kan gövdeyi götürüyor. Tayyip amcam bir de tutup demez mi, “Taksimde direnenler üç-beş çapulcu, üç-beş ayyaş, ben Türkiye’nin %51’ini temsil ediyorum. İstediğimi yaparım!”

O zaman millet daha da öfkelendi!

http://www.emeginsanati.blogspot.ch

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

11/20/2024 - 20:50
11/14/2024 - 19:11
11/03/2024 - 12:12
10/10/2024 - 20:58
09/30/2024 - 13:44

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...

Konuk Yazarlar

ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...