“ Edebiyat“ yapma merakıyla süslenip, püslenmemiş yazılanlar; öylesine olduğu gibi, yaşananlar anlatılmış.
Yalın bir dil.
İçtenlik, samimiyet var yazılanlarda. Hiçbir zorlama yok.
Duygular, hisler olduğu gibi aktarılmış.
Öyküleri teker teker özetlemeyeceğim.
Her biri bir roman konusu olabilecek kadar derinlikli, acılı, sevinçli gerçek öyküler bunlar.
Çocuklarını köyde, kocasına, kendi anasına bırakıp yola düşen gencecik kadınları okuyacaksınız.
Köyden, kırdan, tertemiz güneşli havalardan kopup gelen, Bremerhaven'in balık fabrikalarında buz gibi havada sekiz saat çalıştıktan sonra, biraz daha para kazanabilmek için akşamları da turşu fabrikalarında çalışan gencecik kadınların öykülerini okuyacaksınız.
Emzirdiği çocuğunu bırakıp gelen kadının, memelerinden akan sütü ve memelerinin ağrımaya başladığını ağlayarak anlattığını okuyacaksınız.
İki sene sonra köyünü ziyaret eden kadının, annesinin kucağındaki yavrusuna sarılmak istediğinde çocuğun, “ nine bu teyze kim?“ diye sorduğu andaki duygu patlamasına şahit olacak, o genç kadınla birlikte kahrolacaksınız.
Para kazanmaktan başka hiçbir düşüncesi olmayan kimi zalim babaların, çocuklarını eğitimden koparıp fabrikalara işçi olarak göndermelerine “ lanet“ okuyacaksınız.
Sadece işçi olarak gelenlerin değil, 12 Eylül faşizminden binbir zorlukla Almanya'ya gelerek iltica alan devrimcilerin çektiklerini de okuyacaksınız.
Kitaba neden ANAHTAR KOLYELİ ÇOCUKLAR isminin verildiğini de, kendiniz kitabı temin edip okuyarak öğrenin; kitabın ruhunu en güzel anlatan bu çocuklar çünkü.
Kitabın yazarı Sadık Şahin kardeşim de bir çok işte çalışmış emekli bir işçi. Bu kitabı okuduktan sonra beni sevindiren ne oldu biliyor musunuz? Artık emekçiler kendi öykülerini kendileri yazmaya başladı. Kibirli, burnu büyük, kimi entel ve “dentel“ sözde yazarlara artık ihtiyaçları yok. İnanıyorum ki, işçi İrfan Erdoğan, Sadık Şahin gibi arkadaşlar çoğalacak ve göçmen işçilerin gerçek yaşamları tarihe böyle not düşülecek.