Sümerler Kimdir?

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Sümerlerin; kara kafalı halk şeklinde bir tanımlamayla da anıldıkları görülür. Arkeologlar ise Sümerlere ‘Ubaid’ ya da ‘Obaid’ adını taktılar.

Yerel dilde ise “Sum-Er” olarak kullanıldığı görülür. Sum-Er’in sözcük anlamı, “Su Adamı” ya da Suyu denetleyen adam şeklinde tanımlanmıştır. Sümerlerin İ.Ö. 3500-2000 yılları arasında yaşadıkları ifade edilir. Çünkü Mezopotamya ikliminin konumu, bölgenin yeni sahiplerine sıkıntılı günler geçirtecekti. Ali Narçın -A’den Z’ye Sümerler sayfa 365
 
Sümerler M.Ö.5600-5000 yıllarında önce Halaf adındaki aşiret topluluğuyla başlamıştır.
İkinci Aşiret Topluluğu Ubaid - Obaid; M.Ö. 5500-4000’ler dönemi.
Üçüncü Aşiret Topluluğu Uruk; M.Ö. 4000-3100 dönemi.
Dördüncü Aşiret Topluluğu Cemdet Nasr; M.Ö. 3100-2900 dönemi.
 
Sümerleri oluşturan bu dört aşiret ya da kabile toplulukları Orta Doğu, Mezopotamya, Anadolu ve çevresinde daha önceden yaşamış Neolitik dönem insanlarından oluşmuştur. Dünyanın her köşesinde yaşamış Neolitik klan ve kabilesel toplulukların hiçbirisini şu sülale, şu dil ve bu etnik kültürden insanlar olarak asla kimse sınıflandıramaz. Bunun nedeni Neolitik toplumsal yaşamda, hiçbir toplumun dili ve kendisini tarif edecek kültürel yapısı gelişmemişti, buna ihtiyaç duyacak düşüncede henüz ortada yoktu. M.Ö.12 000 ile 7000’lerde Neolitik Çağ’ın ortası ve erken Kral Tanrı döneminde, ilkel düşüncenin tomurcuk dönemi denebilecek Hiyeroglif simgesel renk ve işaretlerle, birtakım duygular yeni yeni şekilleniyordu. Söz konusu çağda ulusal, etnik herhangi bir toplumsal kültürden bahsedilemeyeceği gibi, var olan kültür düşünce izleri, ifade edilen kıta ve bölgelerde yaşayan tüm halkların ortak değerleriydi. Buna günümüzdeki hiçbir etnik ve ulusal toplum, sadece benim atamdır şeklinde sahip çıkamaz, çıkarsa en utanç ukalalığı ortaya koymuş olur.
 
Sümer kelimesinin anlamına su insanı, suyu kontrol eden denmesindeki temel kaynaksa, Dicle ve Fırat Nehirlerinin geçtiği bölgelerde, bu nehirlerin suyunu ekin ve bahçe bitkileri yetiştirmek için ilk kullanan halk topluluğu olmalarıdır. Verilen kaynaklardan da anlaşılacağı gibi gelecekle ilgili birtakım ilkel planlar ve çivi yazısı, M.Ö.4500 yıllarında Sümerli kabileleri oluşturan toplulukların birleşmesiyle başlarken, bu insanların düşünce yapıları tamamen soyuttu. Söz konusu ilkel metafizik düşünce, Kral Tanrı döneminde belirli bir aşamaya geldikten sonra, ikinci evresi olan Tek ve Gök Tanrı dönemini ancak başlattı. Bu ikinci dönem M.Ö.1500-1000 yıllarından itibaren, ‘Tek Tanrı’ düşüncesiyle daha da netleşip hız kazanırken, düşünce yapıları ve sosyal faaliyetler soyut metafizik söylencelerle doluydu. Gerçekleşen metafizik soyut sorgulama ve düşünce yapısı, kendi yaşam pratiğini iyice netleştirip, topluluklar üzerinde akıl almaz baskı, dayatmaları sürdürdü. Ve insan topluluklarına bundan başka bir düşünce, yaşamın mümkün olmadığı her seferinde dikte ettirilirken, Sümerlerde olduğu gibi tanrı kral yerine bu defa Peygamberlik ve soyu her şeyin üstünde görülen metafizik düşünceyle, insanlığı geldiği noktadan daha da geriye düşürüyordu. Her şey zıddını doğurur diyalektik ilkeden hareketle, doğa ve canlı yaşamı kendi doğallığı içerisinde her zaman ileriye doğru bir devinime sahiptir. Bu diyalektik evrimsel devinim, insanın beyin, bilinç yapısında da aynı değişimi göstermiştir.
 
Sümer ve devamcısı diğer uygarlıklar, sürekli insanlara metafizik düşünce ve yaşamı dayatmaları, her uygarlık içerisinde ilkel materyalist alternatif düşünceyi var etmeye başladı. Böylece her geçen gün derinleşen metafizik ve materyalist sorgulama felsefi düşünce yapıları, birbirleriyle çatışma ve çelişkiyi sürekli derinleştirirken, üçüncü düşünsel yapı dönemi olan M.Ö.700 yıllarında, Düalist felsefeye dayanan farklı bir düşünceyi ortaya çıkmıştır. Düalist ve doğacı bu düşünce yapısı, yaklaşık 300 yıl etkisini gösterirken, bu defa M.Ö.400’lü yıllarda Helen’li filozoflar, düşüncenin dördüncü aşaması, somut bilimsel felsefi sorgulama ve yaşamı geliştirmiş oldular. Eldeki tüm kaynaklar düşünce ve kültürlerin gelişimi, genel olarak dört aşamada tamamlanmıştır. Sümer vb. uygarlıkların köleci insanlık dışı uygulamalarını görmezden gelip, bunu insanlara referans gösteren bazı modern birey ve topluluklar, çağdaşlık adıyla insanları yeniden sürüleştirdiklerini bilmeliler. Tarihsel yaşanmışlıklar bu şekildeyken, Sümerlere hiçbir toplum yalnızca benim öz atamdır, sadece biz oradan geliyoruz gibi bencilce ırkçı bir yaklaşımı göstermemelidir. Sümerlerde dahil Tek Tanrı dönemine kadar gerek dil kültürü açısından gerekse etnik olarak her şey anonimdi.
                                                                                                                                 
Sümer Uygarlığını objektif şekilde yorumladığımızda, ilkel teknik bilimleri geliştirdiğinin yüz katı insan ticaretini (Kölecilik) yüceltip, acımasızca köleleri kurban eden bir gerçekliği rahatlıkla görebiliyoruz. Dünyanın tüm kıtalarında yaşayan insan toplulukları, Neolitik Çağ’ın sonuna kadar yalnızca sözlü kural, gelenek ve sosyal yapıda hep soyut yaşadılar. Tarihte ilk defa Kral Tanrıcı Sümer ve devamındaki uygarlıklar, dünyada yazıyı icat ederek belgelere dayanan düzen, kural, gelenek, hukuk, edebiyat ve ticaret yaşamını hayata geçirseler de söz konusu insan topluluklarının, insanca yaşadıkları anlamına gelmiyor, gelmez de. Çünkü bunun benzerini modern uygar insanlar, her türlü bilimsel icadı ve yaşamı elde etmesine rağmen, maddiyata gereğinden fazla göstermiş oldukları bağlılıkla, geliştirdikleri adalet ve ahlaksızlıklar, dünyadaki en modern barbarlıktır. Bilimsel icatlardan daha yüksek seviyede, gerçek ahlak ve adaleti geliştirip uygulamayan her topluluk, uyarlık, hangi çağda olursa olsun barbar demektir.
 
Örneğin ilkel düşünceyle Sümerlerin yazıyı icat etmesi, dünya tarihindeki büyük bir devrim sayılırken, aynı uygarlık ve insan toplulukları, köleciliği de bir o kadar kutsayıp büyütmüştür. Sömürgesine aldığı kadın ve erkeği köleleştirip ticaret malı olarak alıp satmaktan tutalım, cinsel ego başta olmak üzere her türlü kullanılacak araç görmüştür insanı. Bu köle insanların, kral tanrı ve tanrıçalara kurban edilmesi, sürekli farklı topluluklara saldırıp öldürülmesi, büyük bir vahşilik iken, Sümer gibi uygarlıkları yol gösterici görmek, modern insanın bilinçli bilinçsiz yozlaşmasıdır. Sümerleri en büyük referans, üstün, yüce ve benim atamdır mantığıyla sahiplenmek, Sümerlerin tanrı kral ve peygamberlik soy ırkçılığına ve tüccar mantıklı kapitalist doyumsuzluğuna tapınmaktır. Çünkü Sümerler köleciliği, saldırganlığı, hükümranlığı ve doyumsuzluğu kutsayanlardı.
 
Sümerlerin bu karakter yapısını gelecek nesillere örnek olarak göstermek görünenden daha tehlikelidir. Bu yüzdendir ki Sümer Uygarlığı ahlaki açıdan, kendinden sonraki insan topluluklarına çok kötü bir kültürel gelenek bırakmıştır. Sümerlerden önceki Neolitik Ana tanrıça toplum yaşamına ve kültürüne baktığımızda, yazının henüz icat edilmemesine rağmen Ana tanrıça toplumsal anlayış, Sümerlerden biraz daha adaletli olduğu görülmektedir. Sümerler yazı, ticaret gibi birçok teknik yaşamın önünü açan buluşlarla önem kazansa da ego ve zekâyı, sürekli ahlaksızca kullanmıştır. Zekâ konusuna insanlar genelde hep olumlu bakarlar. Aslında zekânın nerede, ne zaman olumlu ve olumsuzlaştığını iyi bilmek gerekir.
 
Zekâ; doğru eğitim, gerçek ahlaki kültürle donatılmadığı sürece, insanı insanlıktan uzaklaştıran keskin, zararlı hayvani biyolojik bir güdüdür.
 
Zekilik; insanda ve birçok canlıda doğuştan var olan hayvani güdüdür. Bu zekâ güdüsü doğru bilgi ve gerçek ahlak kültürüyle donatılmadığı sürece, sürekli insanın egoist çıkarları için hizmet eden en büyük silahtır. İnsanlık yaşamından her zaman gördüğümüz gibi, insanların büyük çoğunluğu ego ve zekâ gücünü kullanarak en iğrenç pratikleri geliştiren yarı akıllı hayvandır. Onun için dünya gerçek bir barışa kavuşamadı. Sümerlerin türlü ahlaksızlıkları Akad, Asur, Babil, Mısır vb. topluluklara direkt geçmiş olmalı ki Sümerlerin başkalarına yaptıklarının, benzerini bu uygarlıklar Sümerlere uygulayıp yok etmişlerdir. Hükümranlık, ego ve zekâ üçlüsü, günümüz modern inanının da kullandığı en büyük silahıdır. Demek ki insanın bilimsel bir şeyler icat etmesi, insanlık duygu ve düşüncesini de aynı ölçülerde geliştirdiği anlamına gelmiyor. Buluşlarına hayranlıkla bakılan uygarlıkların ne kadar insanlık dışı davrandıklarını böylece daha net anlamış oluyoruz. Sümerlerde dahil ardılları ve günümüz modern uygarlıklar tam bir barbarlıktır. Sümer vb. ilkellikleri ve ahlaksızlıkları bir noktaya kadar anlaşılabilir, fakat modern toplumların ahlaksızlığına ve barbarlığına ne demeli? İnsanlığın gerçekten insanileşmesinin tek yolu, en ufak maddi ve manevi kutsiyeti gerekçe yapmadan, gerçek “Üst Ahlak” kültürü tartışmasız kabul edilip uygulamakla mümkündür. Bunun dışındaki her uygulama ve gerekçe, Sümerlerde olduğu gibi en büyük barbarlıktan başka bir şey değildir.
Cemal Zöngür
 
Kaynak Notlar
__________________
Alaeddin Şnel – Kemirgenlerden Sömürgenlere İnsanlık Tarihi, İmge Yayınları. Sayfa 358 Sümer’de katmanlaşmaya götüren itici güçler.
Sayfa 381, İ.Ö.4 binyıl Sümer’i: Haraç ekonomisi dönemi. 
Ali Narçın-A’dan Z’ye Sümerler. Ozan Yayıncılık:
Kaynak Notlar: Sümerler:Karakafalı halk şeklinde bir tanımlamayla da anıldıkları görülür. Arkeologlar ise Sümerlere ‘Ubaid’ ya da ‘Obaid’ adını taktılar. Yerel dilde ise Sum-Er olarak kullanıldığı görülür. Sum-Er’in sözcük anlamı, “Su Adamı” ya da Suyu denetleyen adam şeklinde tanımlanmıştır. Sümerlerin İ.Ö. 3500-2000 yılları arasında yaşadıkları ifade edilir. Çünkü Mezopotamya ikliminin konumu, bölgenin yeni sahiplerine sıkıntılı günler geçirtecekti. Sümerler sayfa 365
Sümerlerle ilgi verilen tarihler kesin olmamakla birlikte mevcut kalıntılara göre hesaplanıp mevcut tarihler belirlenmiştir. Bu tarihlere göre Akadlar; 2334-2279 yılları arasında Sümerleri ortadan kaldıran krallıktır. Benim kanaatime göre büyük ihtimalle Akadlar; Sümeleri oluşturan dört aşiretin içerisinde çoğalarak var olan bir topluluktu. Akad dönemi olarak bilinen hanedanlık İ.Ö. 2350-2150 tarihler arasında hüküm sürmüş olduğu belirtilir. Bu halk, Sümerlerin egemenliğine son veren bir krallıktı. Bunlar Mezopotamya’nın Sami soyundan gelenlerdi. Akad kelimesi bir yer, bölge adıdır. Akadlar bu yerin adını kendilerine almışlardır. Akadlar; Akadça dilin, Asur’ca ve Babilce olan dili konuşurlardı. İ.Ö. 2340-2198 tarihleri arasında hüküm sürecek Sami İmparatorluğunu kurar. Yaradılış kitabında ‘Akad’ olarak geçmektedir. Akad Sümer kent devletleri uzun süre Mezopotamya’da varlığını sürdürdü. Zaman içinde birçok küçük devletlere bölündü. Kurucu kral olarak bilinen Sargon’un (Büyük Sargon ya da Sargon I) çocukluğu Mısır’da doğan ve Firavun Ramses II’nin eşi tarafından büyütülen Musa’ya benzetilmesi, bazı önemli çelişkileri yaratır. Ali Narçın- Sümerler sayfa 37,38, 483
Sümerlerdeki Yaratılış Destanı. Enuna Eliş: “Gökyüzünde İken” anlamını taşıyan Babil’in Kozmogoni destanıdır.1845 yılında İngiliz Arkeologlar, Irak topraklarında bulunan Ninova’daki Akad Uygarlığı’na ait harabeleri incelerken İ.Ö. 2 bin yılına ait olduğu saptanan ve Akad (Ya da Akat) dilindeki çivi yazısı ile yazılmış yedi adet kil tablet buldular. Destan şeklinde yazılan bu metinler yedi tablet üzerine yazıldığı için ‘Yaratılışın yedi tableti’ olarak isimlendirildi. Bu tabletleri İngiliz dilbilimci, Sir Leonard W. King, İngilizce’ye çevirdi. Destan evrenin ve güneş sisteminin yaratılışı hakkında antik hipotez örneği oluşturup, uzayın uzak bir yerinden “Karduk” adlı yabancı bir nesnenin dünya insanına gelip düzeni kurtaracağından söz edilir. Hatta bazı araştırmacılar tabletlerin çevirilerini inceleyerek genç tanrılarla büyük tanrılar arasındaki bir olası savaştan söz ederler. Her ne kadar mitolojik bir öykü gibi işlendiği anlaşılmışsa da o dönemde kendilerine tanrı süsü verenler, halkın zayıf yönünü iyi kullanarak inandırıcı gibi bu tür konuları nesnel hale getirmeyi başarıyorlardı. Enuna Eliş ile Marduk’tan söz eder. Babil’de her yıl yapılan festivalde”Enuna Eliş” destanı ezbere okunurdu. Ve dramatize edilirdi. Destanda evrenin yeniden yaratılması, kurulması, hayatın yenilenmesi ve geleceğin, insan kaderinin belirleyici olmasını ister. Bu destan daha sonra yıldırımlar tanrısı “Marduk”un yüce iktidara ulaşması ve Babil’in övülmesi hikayesine dönüşür. Sayfa 380, 381, diğer bazı uygarlıklardaki yaratılış mitolojisi, Babil tufan mitolojisi, İbrani tufan mitolojisi gibi. Sümerlerin yaratılış ile ilgili arkeologların “Enuna Eliş” adıyla adlandırdıkları mitolojik destanla karşımıza çıkar. Sümerlerin yaratılış miti ile Asur ve Babillerin yaratılış mitleri arasında benzer anlatımlar görülmez. Sayfa 132,133
Sümer Tufanı: Her ne kadar çağımızdaki Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar tufan olayının Tevrat’ta geçen gerçek tufan olduğunu savunsalar da arkeologlar aynı görüşte birleşmiyorlar. Yapılan arkeolojik kazılarda Sümerlere ait olan bir tablette bir tufandan söz ediliyor. Tek parça olarak bilinen tabletin bazı parçaları okunmadığından metnin nasıl başladığı bilinmiyor. Bu tablet yazıtbilimci Arno Poebel tarafından kopyalanarak dilimize kazandırılmıştır. Tabletteki metinde tufanın olacağını haber veren bir tanrının yakınmaları var. Devamında insanların yaşamını yeniden düzenleyeceği vaatlerde bulunur, insanları yerlerine geri göndereceğim gibi (...)çeşitli ifadeleri yer almakta.
An, Enlil, Enki, Ninhursag gibi tanrıça ve tanrılar/ karafalı halkı (Sümerlliler) biçimlendirdikten sonra, yer yüzünde bol bitki yeşerdi. Sayfa 383 (…) Wikipedia da da “Tufan (deluge), çeşitli tradisyonlara göre yeryüzünde bir veya birkaç kez meydana gelmiş olan büyük doğal felaketi ya da büyük doğal felaket dönemlerini ifade eden bir terimdir. Tufan yalnızca kutsal metinlere özgü bir kavram değildir; kutsal metinlerden önce de mevcut bulunan pek çok mitoloji, masal, inanışlarda yer etmiş bir kavramdır ve Tevrat’ta anlatıldığı gibi suların her yeri kaplamasından ibaret olarak belirtilmez; daha doğrusu, Tevrat’ta anlatılan afet yeryüzünde meydana gelmiş afetlerden ya da afet dönemlerinden yalnızca birini oluşturmaktadır. Birçok tradisyona göre, dünyada çağımıza dek birçok büyük doğal afet dönemi olmuştur. Bunu Heraklitos, Empedokles, Platon, Aristoteles geçmişte insanlığın uğradığı su ve ateş felaketleri olarak ifade etmişlerdir. Pisagor’a göre insanlık böyle 6 “doğal afet dönemi geçirmiştir, 7’nci devrede bulunmaktayız. Aynı şekilde Maya tradisyonunda da insanlığın geçirdiği çağları birbirinden ayıran birçok büyük felaket dönemi yaşanmış olduğu belirtilir.  Sayfa 381       
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...

Konuk Yazarlar

ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...