1. Öğrenmek, Değişim İçin Yeterli midir?
2.Acılar Her Zaman Öğretici midir?
3.Görmek ile Bakmak Aynı Şey midir?
4.Algı Nedir, Neden Etkilidir?
1. Öğrenmek, Değişim İçin Yeterli midir?
Öğrenilen konuların ve öğreten sistemin niteliğine göre, her zaman değişen bir durumdur öğrenmenin değişime yeterli etkisinin olup olmaması. Dünyanın herhangi bir ülkesinde, toplumu yöneten üst aklın, insanlarını eğitim kurumlarında veya diğer alanlarda, temel düşüncelerden Materyalist ve Metafizik felsefeden hangisine ağırlık verdiğine bağlı olduğu gibi, bunu gerçekçi, samimi şekilde uygulayıp uygulamaması da önemli etkendir.
Örneğin A Ülkesi; Materyalist felsefi düşünceye bağlı olarak bilimsel, laik ve çağdaş temel üzerine toplumu eğitip, bu yapıyı baltalayacak herhangi bir politik uygulamaya fırsat vermediği sürece, bu toplumda ve bireylerde değişim, ilerleme her zaman daha kolay gerçekleşir. Aynı ülke yapısında bilimselliğe rağmen çeşitli politik oyunlara gereğinden fazla ehemmiyet gösterilmesi durumunda, söz konusu toplumda değişim sekteye uğradığı gibi bazen yanlışta gerçekleşebiliyor. Ancak şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki, tüm olumsuzluklara rağmen Materyalist felsefi düşünce temeline dayanan öğretim yapısında, istisnaların dışında toplumun her zaman değişim için yeterli bir alt yapısı vardır.
Diğer açıdan ise B ülkesi; Metafizik felsefi düşünceye bağlı şeriatçı, teokratik, aristokratik ve otoriter yapılara dayanan bir devlet sisteminde, toplumdaki değişimler hiçbir şekilde umut verici değildir. Mevcut felsefi yapıda istisna birey, grup ve anlayışlar dışında, toplumdaki değişimler her zaman yanlış, eksik ve giricidir. Çünkü uygulanan eğitim sistemiyle verilen bilgiler, insanları her zaman tapınılan metafizik düşünceye daha fazla sorgusuz inanmasını sağlamak olduğundan, değişimler adına sürekli geriye düşüş ve yerinde sayma gerçekleşir. Bu sistemde istisna birey, grup ve anlayışlar, gerçek değişim bilgi ve kültüre sahip olsalar dahi, bu durum kendi özel çabalarının bir sonucundur. Mevcut sistemden aldığı bilgi ve eğitimin etkisi, ifade edilemeyecek kadar belirsizdir.
Metafizik veya sosysuzlaştırılmış materyalist devlet yapılarında, sisteme muhalif birey ve anlayışlar, mevcut sistem ve toplumsal yapıda değişimi gerçekleştirmeleri için, her konuyu derince, doğru ve gerçekçi inceleyip öğrenmelidirler. Sırf muhalif olunarak belirli basma kalıp siyasi, felsefi ve politik ifadelerle yetinilmesi halinde, bu anlayışlarda birtakım değişimler görülse bile, sakat ve yarımdır. Türkiye gibi ülkelerde sisteme muhalif olan anlayışların her zaman, duvara toslayıp kalmalarında olduğu gibi. Onun için öğrenmenin çapı, çerçevesi, niteliği ve gerçekten bilimsel olup olmadığı, en temel belirleyendir her toplum, siyasi anlayış ve birey için. Değişimler de buna göre gerçekleşir ya da yerinde sayar.
2. Acılar Her Zaman Öğretici midir?
Acılar her zaman öğretici değildir, aksine istisnadır. Acıların öğretici olup olmaması, yine birey ve toplulukların dünya görüşlerine ve aldıkları eğitimin niteliğine göre değişir. Örneğin şeriat aşığı bir birey ya da topluluğun, yaşadıkları acılardan doğru gerçekçi ders çıkarması istisnadır. İstisnalar kaideleri değiştirmediğine göre, demek ki acılar her sistem ve toplumda öğretici olmaktan çok, genelde içine kapanan veya acılarıyla mutlu olmaya çalışan karakteri şekillendirmektedir. Bu konuya somut örneklerse; Türkiye’de Aleviler bin yıldır sürekli katliam, aşağılanma acılarını yaşadıkları halde, istisnalar dışında bunlardan akılcı, gerçekçi, bilimsel temelde acılardan ders çıkarılmadığını kanıtlıyor. Bugün bile aynı acılar yaşandığı halde, eski tas eski hamam misali kendilerini oylamayı en büyük varoluş görmeleri, acıların her birey ve toplulukta aynı etkiyi göstermediğini ifade ediyor. Aynı şekilde Filistin Halkı; Sosyalist Marksist felsefeye göre uyanıp örgütlendikleri halde, geldikleri nokta sıfırdır. Bunun temel nedeni, Filistinli acı çeken halk ve liderleri, İslam topluluklarının ve İslam’ın hangi çağda hangi coğrafi ve koşullar içerinde, insan tarafından icat edildiği gerçeğini görmezden gelmeleri ya da bu konuya hiçbir zaman gerçekçi eğilmemeleridir. Ya hep ertelendi ya da Müslümanların en kutsal değeri mantığından yorumlanıp bıkıldı. Hani acılar öğreticiydi? Demek ki acıların her zaman öğretici olabilmesi için, felsefi kültür derinliği ve niteliğe göre mümkündür.
3. Görmek ile Bakmak Aynı Şey midir?
Bakmasını ve görmesini bilen için, bakmak ile görmek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Ancak bilgi, birikim ve gerçek insani karaktere sahip olmayanlar, bakmayı ve görmeyi yalnızca biyolojik araç olarak görürler ki, bu seviyedeki insanlar için bakmak ya da görmek felsefi bir anlam taşımaz.
Bakmak veya görmek için felsefi derinlik, bilimsellik, samimiyet en belirleyici faktördür. Herhangi bir birey ve toplum ya da topluluk yeterli, doğru kültür ve karaktere göre yetiştirilmemişse, bir sorunu veya noktayı görse dahi, oraya bakmamak için kendi kendisine her türlü engeli icat ederek, onun yokluğunu kafasında şekillendirir. Aynı şekilde, aynı kişi ya da topluluk bir yere ya da soruna sürekli baktığı halde, onu görmediğini ifade etmesi, bilincinde akıl almayacak senaryoların sonucudur. Konuya tarihsel derinliği olan bir örnek; Türkiye Cumhuriyeti’nin temel mantığı ve bu mantığa göre eğitilen toplumun büyük çoğunluğunun, Kürtleri her gün gördüğü, baktığı ve sürekli iç içe yaşadığı halde, Kürt yok denmesi veya Kürtler var ama Kürt sorunu yok denmesi. Metafizik ve dejenere edilmiş Materyalist mantığa göre yetiştirilen Türkiye toplumu, Kürtlerin en insani hakları olan “ANADİLLERİ KÜRTÇE’Yİ” hâlâ yasak etmeleri ve eğitim dili olarak tanımamakta ısrar etmeleri, baktıkları halde görmediklerini, gördükleri halde bakmadıklarını savunmaları, başka nasıl ifade edilebilir? Bu mantık ve mantalite gördüğü halde bakmak istemediği, baktığı halde ise görmediğini ileri sürmeleri, çağdışılıkta ısrardır. Bu duruma daha farklı örneklerde verebiliriz.
4. Algı Nedir, Neden Etkilidir?
Algı; kelimesi temelde iki anlama sahiptir. Birincisi psikoloji biliminde duyu organlarımızın, dıştan ve işten gelen ses, ışık, koku vb. etkileşimlere karşılık verilen tepkidir. İkinci anlamıysa; yanılsama demektir. Örneğin suyun içindeki küçük bir balığın daha büyük olduğunu düşünmek gibi. Ya da din ve inançsal topluluklarda, öncü, rehber edinilen kişileri, cemaat içerisinde olduğundan daha güçlü, kudretli, yetenekli, her şeyi bilip çareler üreten maneviyatı üstün kişi olarak gösterilmesi. Bunun sonucunda topluluğun büyük çoğunluğunun bu algıya inanması, önemli bir yanılsama veya algı yöntemidir. Güncel ve daha farklı örnek.
Siyaset, politika, ekonomi veya herhangi bir konuda ister gerçek olayla ilgili ister de bilinçli olarak aslı astarı olmayan konular hakkında, sözel ve yazınsal olarak algı yaratıp topluluğu etkilemek amacıyla, yalan yanlış iddiaları belirli bir süre savunup gündemde tutmak ciddi bir algıdır. Bu tür olaylarda birey ve topluluklar şayet çok çabuk etkilenip, o algı doğrultusunda hareket ediyorsa, söz konusu toplum ve bireylerin eğitim ve kültürlerindeki niteliksizliğin bir sonucudur. Türkiye gibi toplumlarda bu tür algılar büyük iş yapıyor. Çünkü sağından soluna dincisinden dinsizine kadar büyük bir kitle, yarım ve eksik kültür neticesinde algılarla yaratılan ortamda kısa süreli de olsa bir çeşit rahatlama psikolojisini yaşamaktalar. Bu yüzden Türkiye ve benzeri ülke toplumlarında algılar, yarattığı etkiden daha fazla yanılsatma gücüne sahiptir. Diğer konularda ifade edildiği gibi toplumun eğitim, öğretim ve kültür niteliğine göre algının etkisi görülür.
Cemal Zöngür
Kategori: