Alançeşme’ye dönüyorum Abide’nin önünden dereboyu.
Hey gidi top sahası, mesire yeri.
Ne gelin kızlar gördün sen ne dünürcülüklere ev sahipliği yaptın.
Şimdi nerde o insanlar bilmem…
Ali Sarıgözoğlu
Eskidendi… Çok eskidendi… Top sahası, futbol maçlarının yapıldığı, aynı zamanda bayramlarda salıncakların kurulduğu, hıdrellezlerde piknik yapılan geniş bir alandı. Hayal meyal hatırlıyorum. Gözümün önünden geçiyor birer birer. Bayramlarda ip cambazlarının tel üstündeki yürüyüşleri, yüreklerimizin ağzımıza geldiği anları, düştü düşecek derken cambazın teli bir uçtan bir uca geçişini, ardından gelen alkışları duyuyorum. Gösteriler öncesinde tahta bacaklı adamın, elinde megafonla, masallardaki dev gibi yürüyüşünü şaşkınlıkla izleyişimizi hatırlıyorum. Bayramlarda kurulan salıncaklarda sallanırken mutluluğumuz hiç bitmesin isterdik. Macun şekerinin tadı ise hâlâ damağımdadır. Ama top sahasının daha büyük bir şeye tanık olduğundan haberimiz olmazdı. Genç kızların ve damat adaylarının beğenme ve beğenilme yeri olduğunu çok sonraları öğrendik. Babama bile sormuştum. “Annemi nerede gördün de beğendin?” diye. Tabii ki cevap aynıydı: “Top sahası!”
Top sahasında gençler birbirlerini beğendikten sonra görev büyüklere düşerdi. Kız istemenin ardından söz kesme, söz mendili verme gibi törenlerle ilk adım atılmış olurdu. Ardından nişan... Nişan töreninin yapılması, evliliğe ilk adımın tüm aile yakınları tarafından onaylanması demekti. Kız evi düğün hazırlıklarını yaparken yakın akrabalar da “damat kaldırma” veya “gelin kız kaldırma” gibi adetlere uyarlardı. Gelin kızın akrabalarının damat ve yakınlarını yemeğe almasına “damat kaldırma”, damadın akrabalarının gelin kız ve ailesini ağırlamasına da “gelin kız kaldırma” denirdi. Bu davetlerin vazgeçilmez yemeği çarşı fırınında pişirtilen “oğlak dolması” ile evde pişirilen su böreği idi. Ayrıca dünürlerin top sahasında buluşması, gelin kız ve damadın ömür boyu unutamayacakları anıların oluşmasına vesile olur, gençler birbirlerini daha iyi tanıma fırsatı bulurlardı. Fakat oğlan tarafı bu buluşmalardan hem maddi hem de manevi yönden yorulduklarını sık sık dile getirirdi. Oğlan evi, düğünü bir an önce yapıp gelini alma çabasında olurdu hep. Ramazan Bayramı’nda kız evine gönderilen bayramlık sadece gelin kıza alınan giysilerle kalmaz, anne baba ve kardeşlere de hediyeler alınırdı. Bunların yanında ayrıca çeşit çeşit çerezler, tepsi tepsi susam helvaları, taş helvalar, ballı pişiler gönderilirdi. Kurban Bayramı’nda ise bunlara ek olarak iri bir koç alınır, tüyleri rengârenk boyanır, alnına kırmızı kurdele ile bir sarı lira takılarak kız evine gönderilirdi. Konu komşu ve akrabalar hediyelere bakmaya geldiklerinden her şeyin en iyisinden olması gerekirdi! “Ele güne karşı” diyerek her şey önemsenirdi. Oğlan evi, düğün tarihi alabilmek için sık sık dünürleriyle bir araya gelirdi. Tabii bu da yemek davetleri şeklinde olurdu. Önce düğün tarihi almak için, daha sonra da nikâh işlemlerinde gerekli olan kızın nüfus cüzdanını almak için oğlan evi hazırladıkları özel yemeklerle kız evine gider, akşam yemeğini birlikte yerlerdi. Düğün tarihi kesinleştikten sonra hazırlıklar devam ederken, konuklara ikram edilecek yemekler için hummalı bir çalışma başlardı. Düğüne bir hafta kala “okucu”lar gönderilerek eş dost, hısım akraba davet edilirdi. Evlerin ahşap kapılarının tokmaklarını vurarak “Okucuyuz, okucu geldi.” diye seslenirlerdi. Okuyucunun elinde bir bez torba olurdu. Gittiği evlerden ona çerez, kuru meyve ve üzüm gibi ikramlarda bulunulur ve bunlar o torbaya konulurdu.
Kız evi özenle hazırladığı çeyizleri damadın babası tarafından gönderilen at arabalarına yerleştirirdi. Kırılabilecek olanları da çocuklar ellerinde veya selelerde oğlan evine götürürlerdi. Oğlan evinden bir kişi bu çocuklara cep harçlığı verirdi mutlaka.
Düğünden bir gün önce odun ateşinde koca koca kazanlarda yemekler pişirilirdi. Bir taraftan da konu komşunun yardımıyla köz üzerinde su börekleri hazırlanırdı. On dört on beş kişinin oturduğu sofralara birer tepsi su böreği konulduğundan bu iş uzun sürer ve çok yorucu olurdu. Ancak bu sırada yapılan şakalar, atılan kahkahalar yorgunluğu hissettirmezdi. Bu mutlu anlar gelecekteki mutlu günlerin de habercisi diye düşünülürdü.
Kız evinde yapılan “çendekli” gecelerini hatırlıyorum bir sis perdesinin ardından. Gelinin en yakın arkadaşları çendekli tabir edilen üç etekli yöresel kıyafetleri bir gün önceden sandıklardan çıkarırlar, eksikleri varsa konu komşudan tamamlarlardı. Renk renk şalvarların üzerine giyilen atlas kumaşlardan yapılmış üç etekler, içine giyilen el dokuma ipek gömlekler, göğüs kısmına gelecek şekilde birleştirilen sim işlemeli peşkirler görülmeye değerdi doğrusu. Gündüzden mahallenin kızları “ondüleci”de buluşurdu. Saçlar yapılırken kaşlara rastık çekilmesi de adettendi.
Çendekli gecesinde, oğlan evinin gençleri davul zurna eşliğinde kız evine gelir, kadınları bırakır, davul zurna ekibiyle geri dönerdi. Evlerin avlusunda kadınlar kendi aralarında eğlenirler, oyunlar oynarlardı. Bir kenarda “Dümbekçi Dudu” ve bir iki arkadaşı o yılın en sevilen şarkılarını söylerler, dümbelek eşliğinde oyun havaları çalarlardı.
“Sepetçioğlu sepetini satamamış
Satmış ama parasını alamamış.”
Ve de
“Aman bu fasulye yedi buçuk lira
Hem kaynasın hem oynasın
Yandan Süleyman yandan” sözleri hâlâ kulağımdadır.
Kula düğünlerinde kendiliğinden oyuna kalkılmaz, birilerinin kolundan tutarak meydana çekmesi beklenirdi. Zira oyuna istekli görünmenin hoş karşılanmayacağı düşünülürdü. Her düğünde çoğunlukla düğün sahibinin yakınlarından bir “kaldırmaçcı” bulunurdu. Bu kadın isteksiz gibi görünen davetlilerin kollarından çekerek onları oyun alanına getirir ve düğüne katılmalarını sağlardı. İlla bir nazlanma gerekirdi.
Bunları yazarken çok küçükken yaşadığım bir anımı da anlatmadan geçmeyeyim. Hiç unutmuyorum, çendekli gecelerinden birinde kaldırmaçcı annemi kolundan çekerek oyuna kaldırdı. Annem ve arkadaşları oynarken ayağında bol bir pantolon, sırtında kocaman bir ceket, başında fötr şapkası, gözünde siyah gözlükleri olan pos bıyıklı bir adam çıkageldi. Oynayan kadınların arasına daldı ve onlarla birlikte başladı oynamaya. Bense başladım ağlamaya. Çünkü adam ara sıra annemin elini tutuyor, ona sarılıyordu. Herkes kendini oyun havasının temposuna kaptırmıştı. Adam kadınlara sarıldıkça kahkahalar, bağrışmalar yükselirken, ben daha içten ve yüksek perdeden ağlıyor, annemin eteklerinden çekerek onu yerine oturtma savaşı veriyordum. İnsanlarsa gülmekten yerlere yatıyordu. Annem neden ağladığımı anlamış, beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Kızım, niye ağlıyorsun? O ‘pellanço’, erkek değil. Az sonra şapkasını çıkarınca kadın olduğunu göreceksin.” demişti.
Beni ağlatan adam oyunun sonunda şapkasını çıkarınca, şapkanın altına sakladığı uzun saçları savrulmuş, ben de rahat bir nefes almıştım.
Bu palyaço Kula düğünlerinin vazgeçilmez bir eğlencesiydi. Çendekli gecelerinde eğlencelerin sonuna doğru “Oğlan evi geliyor!” diye bağırırdı biri. Kadınlar kenara çekilir, davul zurna eşliğinde yol boyu oynaya oynaya gelen damat ve arkadaşları avluya girerler, harmandalı ve çeşitli zeybek oyunlarıyla geceye renk katarlardı. Kenara çekilmiş kadınlar ve genç kızlar onların başlarından para saçarlardı. Oyunlar devam ederken Kula düğünlerinin olmazsa olmazı “Yaren ekibi” avluya girer, yere serilen kilimin üzerine yerleşirdi.
“Merhaba, merhaba hepinize birden merhaba!” nidalarıyla gösteriye başlar, hünerlerini sergilerdi. Herkes eğlencenin doruğunda, coşkulu türkülere alkışlarla eşlik ederdi. Gösteri bitiminde damat ve arkadaşları Yaren ekibiyle birlikte kız evini terk eder, türküler söyleyerek uzaklaşırlardı. Eğlence gecenin geç saatlerine kadar devam ettiğinden bazı aileler evlerine dönerdi. Daha sonra gelinin yakın arkadaşlarıyla kına kutlaması yapılırdı. Kına kutlamalarında oğlan evinin gelirken getirdiği çerezlerle tahinli çörek konuklara dağıtılırdı bu arada. Daha sonra gelin kıyafetini değiştirir, kadifeden yapılmış “bindallı“sını giyer ve bir sandalyeye otururdu. Yüzünü kapatacak şekilde, başından aşağıya kırmızı bir örtü örtülür, mumlarla süslenmiş gösterişli bir tepside kına getirilir, gelinin avucunu açması beklenirdi. Biri “Gelin avucunu açmıyor, ne yapsak acaba kaynanası?” diye seslenince kayınvalide yanında getirdiği bir altını gelinin avucuna koyar, üstü kına ile kapatılırdı. Kına kutlaması acıklı manilerle gelin ve annesini ağlatana kadar sürer giderdi.
“Duz daşını duzsuz goyan
Anasını gızsız goyan
Mahalleyi ıssız goyan
Yarenim, gınan kutlu olsun.
Çatdılar ocak daşına
Vurdular düğün aşına
Haber edin gızgardaşına
Gızgardaşsız gelin mi olur
Olur, amma melin olur.
Genellikle perşembe günü başlayan düğün pazar günü gelin almayla son bulurdu. Önde kocaman bir Türk bayrağı ile davul zurna eşliğinde kız evine gidilirdi. Gelin ata binmeden önce babası kırmızı kurdeleyi beline bağlar, çözer, aynı hareketi üç kez tekrar ederdi. Bu hareket gelinin gideceği eve iyi bağlanmasını sağlayacağına inanılan güzel bir adetti. Kız evi buruk bir sevinç içinde olurdu. Oğlan evi ise gelini sorunsuz alıp götürmenin mutluluğunu yaşardı. Gelin, damat ve yengeler eşliğinde odasına çıkartılırken başından aşağıya bereket simgesi olan buğday, şeker ve bozuk paralar saçılırdı. Oğlan evinin avlusunda küçük çaplı eğlenceler devam ederdi. Üç gün üç gece süren Kula düğünlerinin bazı adetleri hâlâ devam ederken bazı adetleri ise ne yazık ki unutulmaya yüz tutmuştur.
Münevver Ongun
Kula Düğünleri
Dün gece Kula’yı gördüm rüyamda.
Kategori:
Bunları Okudunuz mu?
Hapishane Edebiyatı
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan
Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Konuk Yazarlar
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı.
“Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...