Kahkaha Yetmez, Başka Acıları da Dinmeli Kadının

Ahmet Bakır kullanıcısının resmi
Bin yıllık hâkim ve zalim bir gelenektir bu. Mülkiyetsiz bir rüya ikliminde kadın inisiyatifi ne zamanki erkeklere geçti mülkiyet toplumu da oluşmaya başladı.

O kadının yönetimindeki komünal toplumda bir özgürlüğü ancak bir başka özgürlük kesebilirdi.
Mahkeme yoktu.
Hapishaneler yoktu.
Devlet yoktu.
Miras hukuku yoktu.
Dinler yoktu.
Doğal olarak sömürü yoktu, herkes herkesin kimsesi, sesi ve eliydi.
Acıları bir nesne üzerinden tarif etmezlerdi.
Her şey hakikatti, duruydu, insandı.
Sonra düzen ağır ağır değişti, hayat erkeğin gücüne teslim oldu; yenebilecek ne kadar meyve varsa, onların etrafına çitler çevrildi.
Erkek;
Ağaçların sahibi oldu.
Dağların.
Çocukların, güçsüz erkeklerin ve kadınların sahibi oldu.
Olmakla kalmadı, bu köle düzeninin sürgit yaşaması için devletler kurdu.
Mahkemeler, okullar ve zindanlar kurdu.
Mülkiyetlerini sağlama amacıyla yapıldı bunlar.
Artık, dün sahipsiz olan o elma ağacına çıkıp elmaları toplamak yasaktı.
Ancak yetmiyordu bu düzenlemeler.
Yasakları sağlama almak yine de zordu, uzak yerlerde ve üstelik gece yarısı o ağaçları koruyacak güçte değildi henüz.
Erkek aklı, düşündü, insanın içine bir mahkeme yerleştirmeye karar verdi.
Ve dinleri yarattı.
Artık "Sahip" görmese bile, Allah görecekti ve bu dünyada olmasa bile, öbür dünyada ve daha acımasız bir mahkemede "Başkasına ait, meyveyi neden kopardın? Biz görmüyor muyuz sanki" diyerek cehennem denen zindana atılacak korkusu oluşturuldu.
Kadın erkeğin her alanda eşyası olmuştu.
Evleneceğine, nerede oturacağına, pencereye ne kadar yaklaşacağına erkek karar verecekti.
Din; kadın iyi bir dindar olsa bile cennet ütopyasında yeri tarif edilmiyordu.
Ne var ki, bu dünya da bir dizi günah ve hukuksal sınırlamalarla köle olarak yaşıyordu, yaşamalıydı.
Meyve ağacına nasıl ki istediği şekli verebiliyorsa kadını da öyle şekillendiriyordu.
Erkek daha bir erkek olsun diye sünnet edilirken, kadın ise zevk almasın diye bu din dünyasında ve yaygın olarak sünnet ediliyordu.
Erkek farklıydı, din ve onun hukuku böyle yazılıyordu.
Bir efendiydi erkek, sakallarını ovuştura ovuştura yürürken ve mevsimine göre kısa gömleklerle dolaşırken, kadın her yerini sımsıkı örtmesi için tembihleniyordu.
Mahkemeler, erkek olmasa bile erkek aklıyla ve erkeğin yararına dizayn ediliyordu.
Bir yeri görünmemeliydi, erkek saldırma hakkını kullanabilirdi ve kadın bu suçunun altında ezilmeliydi.
Kaç çocuk olacağına erkeği ya da erkeğinin adına temsilcisi başbakan karar vermeliydi.
Tecavüze uğrasa, bu toplumsal gücün karşısında oldukça güçsüz olması nedeniyle, karşı koyacak takati olmamalıydı, ancak yine kadın "recm" edilmeliydi.
Ne kadar özgür olacağını erkeği tayin etmeliydi.
"Dövmek ve sevmek tasarrufu" erkekteydi.
Kahkahası bile zincire vurulmuştu.
Her ne kadar "Kadının kahkahası cennettir" desek ve "kahkaha atma özgürlüğünü" savunsak bile, binlerce yıllık bilinçaltımız, hukukumuz, dinimiz kadın duyarlılığının tornasından geçmedikçe ne değişecekti ki?
Sadece kahkaha atacak, ama kendi tarihini annesi üzerinden giderek onlarca nesil kadınsal geçmişini bilemeyecekti.
Tarih ve öyküler erkeğin geçmişi üzerinden okunacaktı.
Dünyanın bütün kıtalarında "bilmem ne kızı" diye bir soyadı bulamazken, milyonlarca kadının "bilmem ne oğlu" soyadıyla dolaşması bir gerçekken nasıl bir bilinçaltı metaforunda olduğumuzu bilmeden bu bilinçaltı hâkimiyeti bitirmeden, kadın nasıl özgür olacak ki.
Erkek özgürlük için geçmişinde ve tarihinde hiç bir referans veremezken, Kadın o büyülü komünal toplumu ile özgürlüğü yaşatabileceğine referans verebilir.
Kürtler, emekçiler, Aleviler, Filistinliler, Afrikalılar belki çetin bir mücadele ile dar ve sonsuz olmayan bir hak elde edebilirler -ve elbette etmeliler de- ancak kendi dışındaki aidiyetlere bir yararı dokunmayacaktır.
Sadece kadının kurtuluşu, bu diğer alanlardaki haksızlığı tarihin çöp tenekesine atacaktır.
Kadın özgürleşirken doğası gereği bütün sıkıntılı alanları da özgürleştirecektir.
İşte o zaman gerçek kahkahalar duyulacak ve işte o zaman yeryüzü cennet olabilecektir.
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...

Konuk Yazarlar

Feyza Eren’den Akdeniz’e Lirik Bir Güzel...
  Uzun yıllardır sanat yaşamını ABD’de sürdüren Feyza Eren, “Vedadır Belki” adlı, tekli çalışmasıyla yeniden...
80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER
Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu. Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın… Emeklilerin tercih...
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...