Sinekler yapışıyor vücuduma terden. Büyük marketlerin pahalı şampuanlarını hatırlamak bir yana sabunun bile kokusunu unutacağım bu gidişle. İçinde bulunduğum bu durum moralimi bozuyor, amacımı düşünmeme engel oluyor nedense. Geceden kalma halimle, sırtımda çantam, saçlarım dağılmış ve günlerin tozu birikmiş gözlüklerimin camında. Etrafıma tozlu bir pencereden bakıyorum bir kaç gündür. Dinlenmeye ihtiyacım var ve bol köpüklü sıcak bir banyoya da Sora sora gideceğim mıntıkaya daha epeyce bir yolum var. Lakin temmuzun kavurucu sıcağında, korkunç derecede çukurları olan ve en az 60-70 yıllık asfalt kaplı kötü bir yolu geride bırakmanın buruk sevincini yaşıyorum. Bundan sonra daha ne kadar yürümem gerektiğini henüz bilemediğimden uzaktan görünen kasabaya giden yolun kenarındaki bir taşın üzerine oturuyorum. Güneş ışınlarıyla ısınan taş popomu yakıyor ama nasıl olsa birazdan sıcaklığı geçer edasıyla istifimi bozmuyorum. Öyle de oluyor zaten, biraz sonra geçiyor. Canım sigara çekiyor. Pantolonumun sağ cebinde bulunan sigara paketimi çıkartmak için bacağımı az ileriye doğru uzatıyorum. Cebimde sıcaktan ve terden yıpranmış paketten bir sigara yakıyorum. Derin ve sabırlı nefesler çekiyorum.
Saat 14’ü çeyrek geçiyor. Uzaktan bir dolmuşun ana yoldan kopup toz duman içinde gideceğim kasabanın yoluna girdiğini görüyorum. Çocuksu bir sevinçle ayağa kalkıyorum. Beni görünce duruyor fi tarihinden kalma külüstür dolmuş. Şöförü:
’’ Merhaba ğeyo, Şiraf’ê ye mi gideceksiniz?’’ diye soruyor.
Evet, ismini henüz iyi telaffuz edemediğim kasabaya gideceğimi söyleyip biniyorum. Dolmuşun içi tıka basa yolcu dolu. Bütün gözler üzerime yoğunlaşıyor hemen. Yabancı olduğumu hemen anlıyorlar. Oturacak koltuk yok. Ayakta, olduğum yerde çarşaflara sarılmış eşya ve valizler var. Dolmuşun içi çok sıcak ve yoğun ter kokuyor. İçimden gülüyorum kendime, ’’ben de çok ter kokuyorum ve sanırım dolmuştakilerle iyi bir kombineyim’’. Hem bu havada terlememek mümkün değildi zaten. Çantamı sırtımdan indirip dış cebinden çıkarttığım kâğıt parayı şoföre uzatıyorum. Üstünü bir avuç dolusu bozuk para şeklinde veriyor. İstifleyip başımı dolmuşun açık penceresinden dışarıya sarkıtarak, saçlarımı rüzgâra bırakıyorum. Bir başka kokuyor bu ülkenin rüzgârı, başka kokuyor toprağı ve seyrek ağaçların yaprakları başka şekilde hışırdıyordu.
Devam edecek...