Zindan Şafağında Kızımız Şafak Melodi& Şah Turna& Ozan Şiar yaşanmış öykü, şiir, türkü

Ozan ŞİAR Ağdaşan kullanıcısının resmi
12 Eylül 1980 Askeri darbe cuntasınca sürgüne maruz bırakılmıştım. On beş yıl gibi uzun zaman tünelinde çekilen onca acılar. Dostların, canların, yarenlerin özlemi. Aydınlık, umutlu yarınlar için mücadele ettiğim, bu uğurda onurum hariç çok şeyimi, varlığımı, ömrümün baharını feda ettiğim Memleketimiz, halkımız için ödediğim ve ödenen ağır bedellerimiz! Avrupa’nın toz pembe hayatına kapılmamak, yozlaşmamak için boğuştuğumuz kişilik canavarları. Sıla özlemi, en önemlisi de türkülerim, değişlerim kafese, hapse tıkılmıştı...

Şiirlerim, melodilerimin notaları özgürce uçmak istiyordu artık. Özlemim, özlemlerimiz dur, durak bilmiyordu. Örülen hasretlik duvarını yarıp; memleketime, davadaşlarıma, dostlarıma kavuşmak için, ver elini memleket dedik. Atladık uçağa...
Adeta, uçağın kanatları yerine, yüreklerimiz uçuyordu.
Dilimizde dizeler, maniler. Sevincimiz içimize sığmıyordu. Ama bir garip duygu hezeyan sarmalı büklüm büklüm ediyordu beni, can yoldaşım, emektarım, kanadım Ozan Şiar ve henüz bir yaşında Şafak Melodi kızımızı. Sevgili kızımız Şafak, sanki yakın gelecekteki işkence dolu günlerin haberini verir, hisseder gibiydi!
Henüz bir yaşında ana sütü emiyordu. Minik elleriyle göğsüme yaslayıp, beni uçaktan geri çevirmek istercesine inliyordu.
Uçağa binmek İstemiyordu!
Mutlulukla, hezeyanın, garip duyguların iç içe geçtiği girift bir haleti ruhiye ile Ankara Esenboğa havalimanına indik. Uçak usul usul iniş yaptıkça, bizim yüreğimiz hızlı hızlı çarpıyordu.
     Körpe yavrum ve eşimle yurda döneceğimi basın yayın organlarından haber alan kimi sözde demokrat aydın görünen dostlar, akrabaların çoğu, telde dönüşümüze sevindiklerini, bizi karşılamağa geleceklerini belirtmelerine rağmen; maalesef cuntadan korkanlar beni çocuğumu eşimi karşılamağa gelmediler!
Gözaltında işkence seanslarından geçtiğimizde; feryat eden körpe kuzumu ve eşimi arayıp sormadıkları gibi, ilgilenmediler bile!
Sindiler korktular. Telefonlara bile cevap vermediler, dönek oldular, askeri darbe cuntalarına yaranmak için endam kırdılar; cuntaya methiyeler dizdiler gizli aşikar.
Tatlısu balığı sözde  demokratlar  aydınım diyenler.  Sözüm ona, özgürlük insanlık havarileri. Mücadele özgürlük emek kavramlarının arkasına saklananalar, bu ulvi değerlerin rantına konanlar, gözyaşı emek sömürücülerinin pek çokları  kaçmışlardı zorlu günde, gün batan zarlı günümüzde! İyi gün dostları...
Kolay mı? Sahneler, İnsanlık ve mücadele alanları özlemiş. Ama, orta yerde olması gerekenler yoktu.
                      Ama olsun, kuşlar, çiçekler özlemişti bizi, türkülerimizi. Karşılamağa gelen bir avuç gerçek yakın dost akrabamız gülücüklerle el çırparak, insanları yarıp geçerek bir an önce bana, bize sarılmağa, kucaklamağa koşuyorlardı.
Ben de biz de aynı duygular içinde idik.
Ancak, mutluluğun, sevincin yerini, biraz sonra, burukluğa, acılara terk etmesi uzun sürmedi!
                        Pasaport Kontrolünden herkes sırasıyla geçerken, biz saatlerce bekletildikten sonra, görevli siyasi şube polis beni ve eşimi salıvermedi. Siz yan odaya dedi emrivaki ses tonuyla.  Sonradan öğrendiğimiz ve acılara belendiğimiz, işkencelere gark olduğumuzda anladık ki, Ankara siyasi şube dal grubuna götürüldük.
Beni ve eşim Ozan Şiar’ı da alıkoydular. Dostlarla, vefakar bir avuç akrabalarımızla aramıza polis barikatıyla duvar ördüler. Bana, eşime ve bir yaşında körpe kızıma sarılmak, hiç olmazsa, dokunmak için çırpınanlar koro olmuşlardı adeta.
Ama beni eşim ve kızımı alelacele kaçırmak istiyorlardı bir an önce gözden ırak, bilinmeyen işkencelerin beklediği meçhul dehlizlere. Ama seven can dostlarım, polisin çelikten barikatına direnmeğe kalktıklarında türlü eza işkenceye aldırmadan bana koşmak, yılların hasretiyle koklamak istiyorlardı. Engellere aldırmadan kendinden geçenler, figan ederek kanatlanıp uçmağa durdular turnalar misali.
                       Direncime türkülerime sevgilerinden dolayı ismimi kızlarına takan bir aile ve adımı taşıyan Şah Turna adlı adaşım kendin den geçerek inledi, Şah Turna’ma sarılmak istiyorum diyerek sesi inledi durdu.
İçlerinden yi niyetli bir Polis memuru, kısa süreli de olsa görüşmelerine izin verelim dedi amirine. Dediyse de söz geçiremedi.  Heyecanımız büzülmüş, sevincimiz kursağımızda kalmıştı. Derken en hazin anılarımızdan birine el sallıyordu yaşam. Polis otosunun sireni acı acı çalmağa başladı.
                   O zamanlar henüz bir yaşında olan, sevgili şafak kızımızla, canımızdan can parçamızla aramıza duvar örülmeğe başlanmıştı!
Polisler, beni eşimle birlikte göz altına alarak, polis otosuna attı. Siyasi şubeye sorgulanmaya götürülüyoruz cunta yıllarının karanlığının sürdüğü, mertliğin yerini namertliğe bıraktığı isli puslu ortamın gece karanlığında, kimsesizler ıssızlığında.
Kuzumuz şafak kızımız titrek sesle bana bakıyordu! Sanki çiçeğimizi koparacaklarını anlamış gibi. Kızımız kollarımızdan zorla alınınca, anne baba iniltisi yeri göğü sarstı!
                             San ki gökyüzü başıma başımıza çökmüştü. O an dünya başıma yıkılmıştı. Çok acılara katlanmıştım, direnmiştim yalnız ve can yoldaşım ozan şiar ile.
Ama kızımızın feryadı içimizi dağladı belli etmemeğe, metin olmağa çalıştım. Yıkılmadım, düşmedim. Ancak bazı anlar var ki mantık, direnç hükmünü yitiriyor. Acılara belendik.
Feryat edip inleyen kızımızdan zoraki ayırdılar bizi. Ki, kızımız henüz çok küçüktü bir yaşında idi emziriyordum.
Kızımın sarılan minicik ellerini, göğsüme yapışan dudaklarını, süt beyazı pembe minik yanaklarını zorla göğsümden çekerek aldılar yavrumu elimden. Yavrumuzu feryatlar içerisinde uzaklaştırdılar anasından babasından. O anda yaşadığımız bu acıları anlatmağa kalemin gücü, satırların hacmi yetmez. Acıyı ancak çeken bilir!
Yaşayanlar daha iyi anlarlar başkalarının acılarını.
Derken gözlerimiz bağlandı, polisler nezaretinde siyasi şube (İşkenceleri ile meşhur) dal grubuna götürüldük. Ki, gözlerim görmediği halde, gözlerimi bağlayıp, kelepçe vurdular. Kuş uçmaz, kervan geçmez beton yığınlarına. Sadece duvarlar değil; yüreklerin betonlaştığı çembere alındım, alındık yanımda direncim, gözüm sevgili Ozan Şiar’ ile.
                        Gadasına gurban olduğum sevgili Şafak, edasına baş koyduğum kızımızla aramıza dikenli teller ördüler.
O cehennemde gördüğüm, yaşadığımız işkence ve zulümleri burada tek tek anlatmayacağım.O acıları çekenler, ağır bedelleri ödeyenlerimiz iyi bilirler.
Beni ve Şiar’ı Sorgulayanlar arasında 1970 yıllarda beni işkencelerden geçirmiş, yaşını başını almış, emekliliğine bekleyen yıllanmış müdavim polis de vardı. Her ne kadar kod ismini kullansalar da, ses titreşimlerinden tanıdım. Ki, benim durumumda olanlar, daha çok hislerden ve ses tonlarından, tavırlarından anlarlar.  Geçmişte karşılaştığım işkenceleri ve sürgün mekanlarımda tanık olduğum tavırlarını hatırlatıp, işkenceci kişiliksiz kişiliklerini tarif edince, irkildiler. Yıllar sonra hala kendilerini tanımam (Üstelik de gözlerim organize görmediği halde!) çok şaşırtmıştı onları.
                           Uzun baskı, sorgu ve yıldırma faslından sonra, hiçbir ilişkim olmadığı halde, birçok hayali suçları üzerimize yıkmağa çalıştılar. Direncimizden ve gerçekten hiçbir illegal unsurla bağımızın olmadığına ve artık ikna olmağa yüz tutmuş olacaklar ki; baskı ve işkence fasılları yerini son zamanlarda biraz yumuşa mağa bıraktı.
Duyarlı kamuoyunun ve özünü koruyan bir avuç aydın dostların yurt içi ve uluslararası duyarlılıkları sonucu yetkililerin yaptırım ve ağır baskı zulümleri değişmeğe yüz tutmuştu bu kez.
Ki, ben ve değerli sanatçı yazar sevgili  ozan şiar, yarım ay değil, dolunay olduk yaşamımız, sanatımız ve mücadelemiz boyunca! Sırtımızı hiçbir zaman emperyal güçlere dayamadık o zulümkar sömürücü, dünyayı ablukaya alan ceberut sistemlere karşı Avrupa’da ve ABD’ye karşı duruş sergiledik, protesto eylemlerine öncülük ettik. Bestelere şiirler imza attık, suikastlar atlattık! Emperyal güçlerden tehditler aldık. Güdümlü medya tarafından yasaklara baskılara, sansürlere maruz bırakıldık. Sözün özü, bir tarafın zulüm ve karanlığına karşı çıkarken diğer tarafın, emperyal güçlerin baskı, zulüm ve karanlıklarına karşı boyun eğmedik. Acılarımızı ve bedellerimizi ranta çevirmedik. Pek çok uluslararası  maddi manevi olanakları ve isli şöhretleri teptik. Tek taraflı  yarım ay olmadık, her tür karanlığa baskıya sömürüye karşı dolunay olduk. Bedellerini ağır ödeme pahasına tıpkı, denizler, m. Akifler vb. değerler gibi...
Yaşam boyunca unutamadığım bir dram yaşadım ki, benliğimde ve belleğimde derin acılar yaşatan ve gelecekte kızımız Şafak’ta unutulmaz sendromlara neden olan acılı yaşamımı okuduğunu da sizler de irkileceksiniz, ruhunuz yaralanacak!
Şöyle ki, yoğun kampanyalar sonucu, kızımız minik ŞAFAK Melodi can paremizle görüşme, süt emzirme izni çıktı emniyetten.
Kızımız süt emzirilmeğe getirildiğinde, on dakikalık izinli süt emzirme süresi dolunca, göğsümden çekerek kızımı aldıklarında; mahzun kızımızın inleyerek ağlaması, yüreğimizi dağlıyordu ben ve Şiar’ın. Adeta, bir acılar üçgeni oluşmuştu kızımız ben ve eşim aramızda. Zaten kızımız bize hasretti. Halası ağlamaklı, gözlerinden yaşlar süzülerek kızımızı almak istediğinde, hıçkıra hıçkıra,
-Anne, Baba! diye inlemesi yeri göğü inletiyordu adeta! Merhametini koruyan bir kadın ve bir bay polisin de gözleri den yaşlar süzüldü bu acımız karşısında, onlar da dayanamadılar. Bir on dk daha izin aldılar müdürden.
Süre bittiğinde, kızımız minicik elleriyle, körpe bedeniyle sımsıkı göğsüme sarılarak, anne bırakma beni dercesine feryat etmesi, bağrımızı deliyordu!
Beni bırakmayın anne baba diyen mahzun bakışları, feryadı yürekleri dağlıyordu!
Bağrımız yangın yerine dönmüştü.
Şu gerçekliği de teslim etmeliyiz ki, bazı görevlilerin kimi zaman anlayışlı hallerini unutamam.
-Sn. Şahturna, Şiar ozanlarımız; biz de emir kuluyuz. Maalesef fazla yardımcı  olamıyoruz size ve sabi yavrunuza. Gözetleniyoruz, yoksa işimizden oluruz.
Hatta, bizi de hapse atarlar...
İnsani hallerini es geçemeyiz, dürüstlük erdemli olmak adına...
Eşim Şiar ve sevgili kızımla çok acılara gark olduk. Zulüm ve bedensel psikolojik işkencelerin denek taşında öğütüldük. Bizi ölümle tehdit ettiler. En üst kata çıkarıp, gözlerimizi bağlayarak,
-‘’sizi buradan atarız!’’
Ayrıca başkalarına yapılan işkence seanslarını, işkence inleme seslerini...
Ölüm kalım iniltilerini bana ve Şiar’a dinleterek, zulümlerden zulüm beğen seanslarına girmişlerdi. Kaldığımız farelerin cirit attığı hücreden çıkınca, yine aynı tehditler ve travmalar bir karabasan gibi devam etti.
Bunlar alışık olduğumuz, çektiğim acılar zincirinin sadece birer halkaları idiler...
                              Daha acısı ise, biz salıverildikten birkaç yıl sonra, suikastlar atlattık. Kızımız şafak şoka girdi. Zira yaşı biraz büyümüştü. Aklı eriyordu olanlara...üzüntülerden ve ıstıraplardan ağır hastalandı. Kabuslar gördü!
Bu kabusların derin izleri belleğinden hiç silinmedi! Yaşamının baharını bu acılı sendromu yaşayarak ge çirdi. Hala da sayıklıyor o karabasan ıstırap dolu günleri.
Çocukluğunu yaşayamadan, ağır bedel ödeyenlerden, alev alev yanarak közlenen altın yılları.
Ankara’da cuntalara ve cunta başı Kenan Evren’e suç duyurusunda bulunmak adına TBMM’de düzenlediğimiz basın toplantısıyla; sazımız, sözümüzle Şah Turna Ozan Şiar iki yüreğin öncülük ettiği ve ilklere imza attığı  tarihi ve güncel eylemliliğimizle  gündeme getirmiştik. Kamuoyu oluşturmada, basın yayında manşet olan ana haberlerde gündem yaratan aktivist aydınlanmacı  mücadelemizle, işkencecilere ve yıllarımızı çalan maddi manevi  kayıplarımız hukuksuza hapis sürgünler...
              Yıllarca ürettiklerimizin talan edilmesine, sömürü aracı yapılmasına  ve emek sanatımın mütevazi birikintisi olan Ankara’da haksız yere el koyan cunta elebaşlarına suç duyurusunda bulunduk tüm acı çekenler ve mağdur olanlar adına...akabinde resmi dava açmak için savcılığa müracaatta bulunduğumuzda, Şafak Melodi kızımız da dava açanlar arasında idi bizimle beraber.
Zulmün o karanlık günlerinde, Can Şafak Melodi (şafigom) annesi Şah Turna, babası Ozan Şiar yılgınlığa düşmedik. Direndik Dadaloğlu haykırışı, Yunus Emre nahifliğinde. Yüreğimizin ateşini, ışığını  söndürmedik.
              Gel sevgili Şafak’ımız, yarınlarda adın gibi şafaklarda gene doğacaksın. Yeniden. Seher vakti, şafak gibi sökeceksin karanlık zindan duvarlarını aşarak.
Işıltılarınla şavkın aydınlatacak zifiri karanlıkları.
Gelecek güzel günlerin, yaşanası renklerin buket oluşturduğu güzel memleketimiz ve dünyanın müjdecisi şafağım.
Umutla sabahladım, bekledim yolunu. Bekliyoruz doğacak  aydınlık günleri;
Şafak vaktinde, şafağımda, şafaklarımızda...
HASRETİM PRANGALI !
On üç yıl sonra ülkeme
Vardım hemen tutuklandım
Suçum dostluk, türkü deme
Ne hak yedim ne de çaldım
Biri kızım biri eşim
Biri gözüm, biri yaşım
Ne yalnızım ne tek başım
Halkımın içinden geldim
Şah Turna ümit kesemem
Sazı duvara asamam
Ölene kadar susamam
Sanmayın ki pişman oldum!
GÖRÜŞ GÜNÜMDE!
Kulağım sestedir, gözüm yol çeker
Canlara erişim, görüş günümde
Zindanlar çınlatır, Umut gül eker
Sevdamı derişim görüş günümde
Su ısınır, buhar olur kovada
Sis dağılır, güneş açar havada
Özlem kanatlanır, uçar havada
Yara can serişim görüş günümde
Gün gelir, ayrılık ateşi söner
Saniye uçuşur, bir yıla döner
Şiar yaran yoldaş, bin yola döner
Diş sıkıp gerişim görüş günümde...
O ACILI GÜNLERDE, henüz Minik kızımız ŞAFAK MELODİ yol gözler ken, hasretle acılar içinde yazdığım, yaşamımızdan reel kesitler anlatan dizelerimden bir demet.
Bu öykülü yazı ve şiirler Aşık şah turna, minik kızları  Şafak Melodi ve Ozan Şiar’ın ateşlerde dans ederek 1991 yılında Ankara’da ağulardan süzülmüş gerçek yaşamlarından esinlenerek yazılmıştır.
               Not: Şimdi maalesef aramızda olmayan sevgili Şafak Melodi kızımız, can paremiz
Seni hep seven ve ömür boyu sevecek olan; hasretinle yanıp tutuşan baban, sırdaşın, candaşın baban.
Sensiz boynu bükük, bir yanı kırık babigon, yaşarken ölmeden ölen!
Canımda canımız Şafak Melodi’m, seni güzel adın gibi ışıklarda melodilerle uğurladık, ışıklı yüreğinle sonsuzluğa, toprağa...
Toprağın ışık, devrin daim olsun Can parem Şafak Melodi kızım, bu dünyanın cehennem ateşinde hasretinle kavrulan bağrı yanık baban Ozan ŞİAR Ağdaşan
Yüreği dağlı annen Aşık ŞAH TURNA ve sırdaşın, can yoldaşın kardeşin ŞiRiN Ağdaşan
HİÇ SUSMAYAN DİLİM ŞAFAK
Kalbimin avazı sesi
Çok acı evlat yarası
Gönlümün çiçek bahçesi
Hiç solmayan Gülüm Şafak
Ateşler düştü canıma
Dağ dayanmaz figanıma
Ayağa kalk gel yanıma
Yakışmadı ölüm Şafak
Şair sanatçı oyuncu
Ölüm götürmesin genci
Yüreğimde özlem sancı
Kırık kolum dalım Şafak
Kalbimizde taşıyorsun
Hep bizimle yaşıyorsun
Güneş gibi ışıyorsun
Havam suyum yelim Şafak
Şiar’ın gonca gülüsün
Şirin’ın can yoldaşısın
Şahturna’nın sol yanısın
Hiç susmayan dilim Şafak
Söz Müzik Aşık Şah Turna
SİLİNMEZ ANIM ŞAFAK’IM
Oy yandı canım ciğerim
Kapanmaz ki yaram derin
Dolmaz asla senin yerin
Koptu bir yanım Şafak’ım
Oyuncu ve şair sözlüm
Besteleri türkü yüzlüm
Güller açar gülen gözlüm
Silinmez anım Şafak’ım
Yaşamının baharında
Genç ölüm zor ah zarında
Yandım hasretin narında
Çekildi canım Şafak’ım
Gariplerin haldaşıydın
Şirin’in can yoldaşıydın
Şah Turna tan yoldaşıydın
Can kızım şanım Şafak’ım

Sen ölmedin ki sır oldun
Gönüllerde hep var oldun
Şiar’a sırdaş yar oldun
Silinmez anım Şafak’ım

Ozan ŞİAR AĞDAŞAN
 
 
 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...