MEMLEKETİMİN İNSANI/ ERhan Altun

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Yıldız mavisi egemendi geceye

Çırılçıplak döşünde adamın
Zulümden doğan bir yangın vardı
Yığılmış taş duvarın dibine
Perdelerini kapamış yalnızlığının
Uykusuz ve yorgundu kaç zamandır
Gözlerine işlemiş kokunun rengi
Oğul acısı kan kırmızıydı

Bütün şehirleri dolaşmış tek tek
Ankara İstanbul İzmir
Tenine yapışmış gibi
Bulutlar hep taşımış aynı kokuyu
Ve türküler
Hep aynı acının notalarına basmış
Ve gözyaşları adamın
Hep aynı acının renginde akmış

Sonra bir şafak vakti
Dönmüş baba yurdu Kürdistan’a
Vakit yine aynı vakit
Ve yıldız mavisi gecede
Gölgesine sığınmış gibi ayın
Gözlerindeki aynı acının rengiyle
Uzaktan uzağa el eyliyordu
Sahipsiz sessizliklerine zamanın

Zirveleri kara saplanmış Ararat
Çıplak köy damlarını resimliyordu
Dilsiz ve suskundu gece
Bütün yıldızlar saklanmış
Işıltıları üşümüştü hepsinin
Sessizliğe ilişmekten korkuyordu adam
Yine de içeri seslendi usulca
Birazdan kopacak namlu avazları yine
Kırmamı ve kütüklüğümü getirin
Oğul acısına barut çalma zamanıdır diye

İki helikopter rüzgârı
Eteğini yalayarak Araratın
Makineli çığlıklarıyla taradılar köyü
Herkes pürdikkat kesilmişti
Kırma tüfeğin sesine kilitlenmişti kulaklar
Taş duvarın dibinde adam
Tüfeğin kabzasına yapıştırmış yanağını
Barut kusuyordu helikopter gürültüsüne
Sessiz adımlarla sokuldum yanına
Kırmasının avazına katmak istedim sesimi
Şimşek şimşek çaktı gözleri
Tetiğe dokunurken işaret parmağı
Sen git ölüm sırası benim dedi

Kışı ilmik ilmik ipe çekiyordu Munzur
Jandarma şiddeti
İhbarcı puştlukları
Zalimin haddini bilmez tehditleri
Durumu tersine çevirmeye yetmiyordu
Direniyordu Dersim
Fırtınaların eteğinden kopmuş kız
Morarmış parmakları
Bileklerine kadar şişmiş ayakları
Sıcağını görünce odun sobasının
Dayanılmaz bir hal almıştı sızıları

Gözlerinde newroz gülüşleri vardı
Umurunda değildi kapıya dayanmış zulüm
Şiddeti bakışlarında eritiyor gibi
Harı yükseldikçe sobanın
İyice belirginleşiyordu gözlerindeki ateşin rengi
Bir başka kız girdi içeri
Saç örgülerinde donmuştu soluğu
Batı dağ uçlarını öpmeden güneş
Siperlere soluk yetiştirmek gerekti

Vadilere erken düşecekti karanlık
Dağda gecenin sert olacağı belliydi
Soluklar ısınacak
Ses dudaklar arasında donacaktı kızın
Keskin namlu çığlıkları bölmeden geceyi
Lekenleri geçirip ayaklarına
Omzunda beşli tüfeği
Sırtında babuko ekmeği dolu çantası ile
Sızılarını yedirip dirayetine
Yola koyulmuştu aşkla

Kızın saçları karlı rüzgârla dans ediyor
Ayaz saç örgülerine ilişmekten çekiniyordu
Gedikleri tıka basa kar doldurmuş
Kan kokusuna koşan yabaniler 
Arsız iştahlarını kilitlemişlerdi
Zulüm dolanırken ülkemin dağlarında
Suskun ve eylemsiz kalmak olmazdı
Sokuldum yanına usulca
Yükünü almak istedim sırtından
Yavuklusuna sarılır gibi
Sımsıkı sarıldı sırt çantasına
Yetim gözyaşları çatlatırken zulmün hükmünü
Sırtımdaki yükü almak değil
Beslemek için direnişin kudretini
Yeni yükler omuzlamak gerek dedi

Geçerken Kürdistan’ı boydan boya
Korkuların ağıtlarda unutulduğu
Tarih boyunca göğün altına sığmamış
Toprağı hep kanla yıkanmış
Bir Kürt şehrine düştü adımlarım 
Yüzyılı aşan özgürleşme düşleri
Mezar taşlarında dikleşerek
Kapısına dayanmış Amed’in

Köşesine dikildiğim asfaltsız sokakta
Tozun toprağın arasında
Tanrılardan uzak
Düşleri parçalanmış bir çocuk
Sevinçlerini koşturuyor gün ortasında
Gün gibi yüzü
Bakışları su kadar berrak duru
Geleceğin izleri var gözlerinde
Hani mehlem çare olur ya yaraya
İşte öyle
Güce dönüşmüş çocuk umutları
Ölümlerin adı olmuş çocuk
Umar olmuş Kürt kalkışmalarına

Gözlerim gün gibi yüzünde çocuğun
Yeniden yorumluyorum tarihin akışını
Zulüm en acımasız
En gaddarca akmış çocuk hayallerine
Görmüyorsunuz
Boş bakıyorsunuz yekinen tarihi ilerleyişine
Siz barış dedikçe beyler
Su çığlıkları yataklarından taşıyor
Güneş güne doğmaktan utanıyor
Özgürleşme düşleri darbeleniyor çocukların

Gün henüz dikilmişti tepelere
Sevinçlerine siren sesi düşen çocuk
Ana avrat kutsuyordu polisi
Biber gazı kokusunda tıkanınca soluğu
Avucuna sığmayan bir taş aldı yerden
Yiğitlik inadına yürümek olmalıydı
Öyle öğrenmişti zamanın öyküleşen dilinden
Döşüne ateş saplandı ansızın
Taş düştü elinden
Dizlerinin üstüne kapaklandı istemeden
Karanlık el ovuşturuyordu gözlerinde
Yaşama dair bütün umutları
İki damla yaşta toplanıp
Upuzun kirpiklerinde busa kesmişti
Bir kadın çığlığı baskıladı namlu avazlarını
Oğlum oğlum oğlum

Çocuk diyorum beyler
Çocuklar diyorum
Siz barış dedikçe aptalca
Kör olası gözleriniz görmüyor
En sevimli çağlarında
Çocuk ölümlerinde dikleşiyor özgürlük
Çocuklar ölüyor çocuklar
Her biri bir volan parçası
Zulmün fırtınalarını yiyerek
Umutlarını söndürmüyorlar Kürt kalkışmasının

Suskun ve sakindi İstanbul
Haziran ağrılı zamanlara açmıştı kucağını
Yaz sıcaklığı güne dikilirken kırılıyor
Erkenden sarı renge sarınıyordu mevsim
Gamsız tasasız esen yel karşısında
Umarsız sıkıntılar içinde eziliyordu güneş

Faşist diktatörlüğün yasak hükmüyle
Taksimin yüzü yürüyüşlere yasaklanmış
Tomalar kesmişti sokak başlarını
Havanın rengi değişti aniden
Güneş batarken deniz mavisinin menzilinde
Duru pınarların çığıltısı akmaya başladı
İnsanlık başkaldırıyordu iktidarın kudretine
Taksimden zebranın izleri silinecek
Özgür haykırışların eline verilecekti

Tarlabaşında bir işçi kadın
Yapılı gergin ve sert bakışlı
Bir Mayıs acıları canlanmış yüreğinde
Akşamı çatlatan sloganlara kulak kesilmişti
Hangi sokakta patlasa ses
Tecrübeli bakışlarını oraya kilitliyor
Adımlarını sokağın akışına teslim ediyordu

Küçük ateş barikatlarından akıyordu insan seli
Dalga dalgaydı eylemin ilerleyişi
Genç yaşlı kadın erkek
İşçi öğrenci emekli işsiz
Ama örgütsüz
Ama öndersiz kendiliğindenci
Her öfkeli dalga polis barikatına çarpıyor
Biber gazı kokusunda soluğu kesiliyordu
Tazyikli su plastik mermi
Polis şiddetinde adım adım geriliyor
Soluklarını toparlayıp yeniden yürüyüşe geçiyor
Kapıkulu polisin kalkanlarını göğüslüyordu

Eylemin seyrini işçi bilincine yatırmıştı kadın
Direnişin temel ihtiyacını sorguluyordu
Başkaldırının bir uyum içinde olması
Ve baskı gücünü kırmak için iktidarın
Haykırışların bir tek sese kulak vermesi
Bütün akarların bir derede toplanması
Sabır ve bilge inatla
Örgütlü işçi bilincinin egemen kılınması gerekti

İstanbul’un karanlık köşelerine yayılan ışıltılar
Ankara’da Kızılay meydanına
İzmir’de gündoğdu’ya 
Bir çırpıda bütün kentlerinde ülkemin
Direnişin mevzilerine düştü
Her eylem genç ölümlerden alıyordu gücünü
Akan kanla yıkanıyordu sokaklar
Analar ağlıyordu
Bir değil
Onlarca ananın yüreğinden kopan ağıtlar
Koca koca ses duvarları yaratıyordu

İşçi kadın bağırıyordu
Gençler ölüyor beyler gençler ölüyor
Siz yasalcı reformist koridorlarda düzenle öpüşüp
Barış çığlıklarıyla fink atarken
Şiddeti şiddetle yok etmek
Özgürleştirmek için insan bilincini
gençler ölüyor beyler gençler
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/18/2024 - 15:42
04/09/2024 - 18:27
04/09/2024 - 14:09
01/30/2024 - 12:13
01/29/2024 - 19:13

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...