Dağlara Gün Işırsa
Şark Islahat Planı’nda, Erzincan Kürtlükten arındırılmalıdır denilir. Kürtlüğün ve Aleviliğin bitirilmek istendiği Erzincan’da dünyaya gelmiştir. Aslen de Dersimlidir. Onun için Munzur geçer birçok dizesinde.
Şark Islahat Planı’nda, Erzincan Kürtlükten arındırılmalıdır denilir. Kürtlüğün ve Aleviliğin bitirilmek istendiği Erzincan’da dünyaya gelmiştir. Aslen de Dersimlidir. Onun için Munzur geçer birçok dizesinde.
Direnişlerin az, ihanetlerin çokça yaşandığı, umutların söndüğü, aydınlığın karanlığa gömüldüğü, kitapların yakıldığı, dostlukların unutulduğu, bir merhabanın esirgendiği, özgürlüklerin bastırıldığı acı yıllar... Darbeciler silindir gibi ezip geçmişti ülkemiz aydınlarını, devrimcilerini.
Oysa ne kadar da görkemliydi, yürüyüşlerimiz. Mitinglerde ettiğimiz yeminler ‘Bıkmadan, usanmadan, yılmadan, kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğime ant içerim!’ diye haykırdığımız zamanların üzerine kara bir gölge gibi çökmüştü postal sesleri.
ovmakla silemezsin koynumdaki yazıyı
kırk kilit vurulmuş kırklar kapısından döndüm
her harfi çıkartıp koydum sofrana misafir
al onlardan bana bir masal yaz
bir tas şaraba değiş gözlerimin nazını
belki yeni baştan yaşanır midyat’ta ayıp bir aşk
sedef kakmalı kalpler çekilir karşılıksız
hiç sebep yokken durup aynaya bakılır belki
-ordayız- dışımız rahatlanır
yağmurdu yankısıydı eski bir eylülün
sesinde bölünüp suyunda azaldığım
Umuttur işte. Umut, kurşungeçirmez geceleri bile aydınlığa çevirebilir. Ve o umudun hiç bitmesini istemezler öykü kahramanları. Henüz ilk öyküsüyle insanı kendisine bağlayıp, yarına olan inancımızı daha da büyütüyor.
SESİN PATLAR TENİMDE
El gibi bakıyor yüzüme aynalar;
dilimde, ezgisi çıplak şarkılar.
Son kuşlar da göç etti, mevsimler senden yana
hangi buluta sarılsam, yağmur olur düşersin;
gökyüzü artık dar gelir bana.
Ayaklanmış öfkeyim, sevdamın doruğunda
dokunsam gülüşüne, sesin patlar tenimde.
Gizli bir yas gibi büyüyorsun içimde;
ölümsüzlük olmalı, seni yaşamak sende
Günümüze taşınmış kültürel yaratılar kendi dönemlerinin toplumsal devingenliğinin belirleyiciliğinde oldukları gibi, günümüz yaratıları da içinde bulunduğumuz toplumsal devingenliğin belirleyiciliğindedir. Sınıflar ve onların örgütlerinden bağımsız değildirler. Bu entelektüel üretimlerin sanatçının kendi sınıfı için ürettiği anlamındadır. Ancak bu da yetmez.
Dersim’e dair fotoğraflar, resimlerle oldukça duyarlı bir kitap. Yazarın duyarlılığı dizelere yansımış. Dersim’i anlatımdaki karelerden tanır gibi oluyor insan. Yaklaşıyor ona ve dokunuyor... Gitmeli ve görmeli Balaban Deresi’ni ve tüm diğer nehirleri, dağları ve çiçeklerini... Munzur’dan su içmeli, kadim zamanlardan bu yana adanan kurbanlardan tatmalı... Böylesi bir istekle mutlaka sözcüğü kafanızda devinip duruyor. Dersim’in tarihsel çığlığı daha da tanıdık oluyor.
Şiirlerinde hayatı, umudu, sevgiyi ve mücadeleyi anlatıyor şair. O, insanları, çocukları, şiiri ve hayatı çok seviyor. Onun şiirsel dünyası emekten, eşitlikten, insan ve yurt sevgisinden oluşmakta.
Bu ara, Hans Lukas Hıeser'in, İletişim Yayınları'ndan çıkan, 850 sayfalık Iskalanmış Barış'ını okuyorum. Hans Lukas, 1957 Zürich doğumlu. Doktorasını Basel’de yapmış, Zürich ve Freiburg Üniversitelerinde modern tarih doçentliği yapmakta. Iskalanmış Barış'ta 1839-1938 arasındaki yüz yıllık bir süreci değerlendirir.1830’larda gelindiğinde Mısırın başındaki Mehmet Ali Paşa, yayılmacı bir politika izleyerek, Osmanlı'yı parçalanmanın eşiğine getirir.
Yazar bizim kuşağın bir savrulanı, o da uzakları zorunlu barınma yeri olarak bilmiş. Uzak da olsa bile doğduğu toprağı, gizemli diyarın tınılarını ve özlemini hep yüreğinde saklamış ki gün gelince boy vermiş, çocuklarına, çevresine bunu bir güzel de aşılamış.
Uzakların öyküsü kendi halinde küçük insanların sıcacık, ekmek buğusu gibi sımsıcak, okuyanı sarıp sarmalayıp tanımadığımız diyara konuk ediyor.
Çok güzel anlatmış insanları, özlemini ve kendi toprağını, hissederek, koklayarak.