Umuttur işte. Umut, kurşungeçirmez geceleri bile aydınlığa çevirebilir. Ve o umudun hiç bitmesini istemezler öykü kahramanları. Henüz ilk öyküsüyle insanı kendisine bağlayıp, yarına olan inancımızı daha da büyütüyor.
Ozan Yayıncılık'tan çıkan Mendil Sen Kokuyordu adlı öykü kitabı, belki birkaç sefer okunması gereken bir kitap. Fırat'ın işsizlik sürecindeki acılarına tanıklık etmek zordur. Her gün balık avlamaya gelen bayandan, onun kendisiyle kavga ettiğini öğreniyoruz. İnsanların yabanıl bir ot gibi köşesine çekildiği bir süreçte, kendimizle kavga etmekten başka çaremizin olmadığına inanırız. Şehir bir sansar tuzağıdır aslında, karanlık odakların ustalıkla gizlendiği... Çünkü her şey öylesine maskelerle örtülmüştür ki, hep şatafatlı gelir uyuyanlara. Şehrin kıyısında köşesinde yüreğinde güzellikler taşıyan insanlar da vardır. Ali'nin Güllüsü adlı öyküsünde olduğu gibi.
Ali'nin babası Libya'dadır. Kepçe kulaklarından dolayı okulda alay konusu olmaktadır. Babasına zaman zaman ihtiyaç duysa da kanıksamıştır durumu. Yalnızdır. Annesi ona bir kuzu alır ve Ali kuzunun ismini Güllü koyar. Tüm dertlerini, sevinçlerini ona anlatır. Mekân belirsiz gibi görünse de olayların bir şehirde geçtiğini anlıyoruz yazdıklarında. Önümüze çocuk duyarlılığına dair bir fotoğraf serilir. Ve tüm ayrıntıları satır aralarında sezinleriz.
Ali'nin Güllüsü kurban bayramında kesilir ve şok olur gördükleri karşısında. Ülke gerçeklerinin sadece bir boyutunu kapsar kurban ritüeli. Ve kurban edilen insanları görüyoruz kitabın ilerleyen sayfalarında. Babaları cezaevine atılan çocukların acı gerçeklerine tanıklık ediyoruz, götürülüp kaybedilen anaların gonca güllerini. Acılar hücuma geçiyor ve mizaha da rastlıyoruz zaman zaman.
Töre kurbanlarının çığlıkları kulaklarımıza doluyor. Sultan adlı öyküsünde bir ailenin uğradığı talihsizlikler bizi alıp içine gömüyor. Ahmet ile Sultan'ın aşkı umut vaat ediyor. Çünkü Sultan'ın babası Ahmet'in babasını öldürmüştür. Bir düğünde birbirlerinden hoşlanırlar ve geçmişteki talihsiz olaydan bihaberdirler. Bir gün Ahmet'ten intikamın alınması istenir. Kabul etmez Ahmet. Amcasının oğlu Sultan'ın evini basar ve Sultan'ı kaçırıp tecavüz eder. Dağda inmemiştir Sultan. Tüm değer yargıları yerle bir olmuştur. Yaşamak da istemez. Ahmet tüm gerçekliği öğrenir. Ama vazgeçmez sevdiğinden. Ortalık soğuktur ve bir kovukta talihsiz akıbete uğrarlar ve töreye karşı direnişin bir sembolü haline dönüşürler. Ahmet'in anası da istenmeyen sonuca hazırlamıştır oğlunu. Sonrasında acı gerçeklikle yüzleşme... Cahilliğin getirdiği acı bir sonuç...
Anaların çocuklarına olan sevgilerini görüyoruz. Yakalanmamak için kaçıp İsviçre’ye giden oğul gibi. Araya yıllar girdikten sonra ülkesine dönebilme olanağına kavuşmuştur. Mercedes’iyle köyüne doğru yol alırken görüyoruz onu. Bir çocuk gibi sevinci şaha kalkmıştır. Çocukları ve eşi şaşkınlık içinde onu izlemektedir. Çünkü havasına suyuna hasret kalmıştır ülkesinin. Baba evine döndüğünde bir süre onu tanımazlar. Çok trajik bir hâl alır bu görüşme. Anne ve baba oğlunu tanıdıklarında şaşkına dönerler. Anne gider oğluna ait mendili getirir. Ve yıllarca oğluna ait olan o mendili kokladığını söyler. Sonunda bayılır. Olaylar devam eder. Öykü insanı kendi atmosferine alıyor. Onun için de hüzünlü anlar yaşatıyor.
Dağdan gelen insanların Avrupa karşısında yaşadıkları hüsranı görüyoruz. Bir öyküsünde Çingenelere misafir oluyoruz; yani devrimcileri asmak için cellatlık eden bir Çingene'nin babasına. Babanın yaşadığı dönüşüm ve sorgulama sürecine... Kitapta, Hz. İsa'yı çarmıha gerenin ve ellerine ilk mıh çakanın bir çingene olduğunu öğreniyoruz. Binlerce yıllık zulüm sistemleri en kötü işlerini hep en aşağıda gördüklerine yaptırırlar. Bu gerçeklik tarihten gönümüze kadar hiç değişmemiştir.
Bu kitapta yazar Necmettin Yalçınkaya ezilenleri, hor görülenleri anlatırken şiir tadında öykülerle buluşturmuş bizi. Ve yazarımızdan yeni eserler bekliyoruz.