Ahlak ve Namus Kavramını Yozlaştıran Etkenler -1-

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Filozof Nietzsche’nin ifade ettiği gibi, “Kim namus ve ahlak şövalyeliği yapıyorsa, bilin ki en namussuz o’dur”.

Tarih, kültür, sosyal psikoloji üzerine yapmış olduğum araştırmalarda, istisnalar hariç, uygarlıklardan günümüzdeki modern toplumlara kadar hepsi, genel olarak ahlak ve namus kavramını, direkt, dolaylı kadın cinsiyeti üzerine şekillendirmişlerdir. Bu o kadar iğrenç bir anlayış ki kadın sosyal, siyasal, cinsel olarak her şeyi erkekle birlikte yaşarken, çoğu zamanda erkeğin zorlaması neticesinde gerçekleştiği halde, erkek yerine kadını suçlu göstermek en büyük ahlaksızlıktır. Yaşanan ahlaksızlıkları bir çocuğa sorsak dahi, erkeğin direkt suçlu olduğunu rahatlıkla ifade edecektir. Gerçekler tüm çıplaklığıyla ortada iken, dünya genelinde bu hastalıklı düşünceyi kral tanrılar ve tek tanrılı dinler, Âdem - Havva masalıyla insanların beynine yerleştirdiler. Söz konusu tek tanrılı dinler içerisinde yer alan İslam; gerek Âdem - Havva masalıyla gerekse Hz. Muhammed’in uydurduğu ayetlerde kadını aşağılaması, İslam’a inanan toplumların her olayda, direkt kadını suçlamada, en ufak sakınca görmüyorlar. Ve milyarlarca insan ayetler sayesinde kör, cahil, düşünemez bir haldeler. Düşünce, kültür yoksunu, harem düşkünü İslam anlayışı, yaşatıldığı her yerde birçok kötülüğün birinci sırada başlatıcısıdır. Bunu şu kaynağa göre ifade edebiliyoruz. İslam toplumları gerek kendi içinde gerekse çevresiyle sürekli çatışması ve kadın cinayetlerini sürdürmeleri, somut kaynaklardan sadece birisidir. Konunun tarihsel, sosyolojik evrim sürecine baktığımızda, her şey daha net bir şekilde ortaya çıkıyor.
 
Birey, aile ve toplumu insan yapan temel değerlerden ahlak ve namus kavramı, evrensel ölçülere uygun şekle getirildiğinde, insan yaşamına tahminlerimizden daha büyük olumluluklar sağlayandır. Evrensel mantık ölçüsünden uzak, tanrı krallar ve eğitimsiz peygamberlerin uydurduğu masalsı geleneklere göre yaşatılan her kavram, insanın ahlak yapısında derin yozlaşmalar yaratmıştır. Dünyadaki herhangi bir toplumda ahlak, namus zedelendiği zaman, orada adalet, hak, hukuk, düzen yok olmuş demektir. Ve şu ifadeyi kullanmak yerinde olacaktır. Ahlak, namus kavramı; kutsanan inançlardan daha etkili bir kültür ve sosyal araçtır. Çünkü insan kendisini geliştirdiğinde, tanrı ve dine ihtiyaç duymadan normal insani ölçülerde yaşantısını rahatlıkla devam ettirebiliyor. Diğer taraftan bir kişi ya da toplumun ahlak, namus gibi kültürü yozlaştığında, o birey ve toplum içerisine düştüğü kötülükten, tanrısı dahi kurtarmamıştır. Ahlak, namus kavramıyla ilgili diğer bir ayrıntıysa, her toplumun yaşadığı coğrafi, sosyal özgünlüğüne göre anlam kazanmasıdır. Güzellikte olduğu gibi ahlak, namus kavramı da toplumdan topluma görecelik taşırken, bir toplumun diğerinden daha ahlaklı ya da ahlaksızlığı anlamına asla gelmiyor. Her kültürel kavram, kendi toplumsal ve çevresel yapısına uygun geçerliliğe sahiptir.
 
Bir toplumun ahlak ve namus kültürü, başka bölge, kıta topluluklarının ahlak kavramlarına uyacak diye bir kural kesinlikle söz konusu değil. Namus ve ahlak ile birlikte toplumun genel kültürü, kendi coğrafi, ekonomik, siyasal, dinsel niteliğine göre, ya çağa ayak uydurarak yaşatılır veya çağı hep geriden takip etmesi neticesinde, önemli farlılıklar meydana gelmektedir. Kaldı ki bugün dünyada modern ve Orta Çağ normlarıyla yaşayan halkların ahlak, namus kavramlarından tutalım, diğer birçok kültürel temel, ilkel komünal, feodal toplumlar tarafından atılmıştır. Bazı topluluklar bunları değiştirmeden yaşatmaya devam ederken, bazılarıysa değiştirerek yaşatıyorlar. İlkel, komünal, feodal toplumların yaşadıkları çağlardaki bilgi, bilinç düzeyleri düşünüldüğünde, kültürel birçok konuda yanlış, eksik, hata olması bir noktaya kadar anlaşılabilir. Ancak modern çağda toplumların çoğu, çağın gerçekliğine cevap vermeyen ve etkisi bitmiş kültürel yapılarını, akılcı şekilde düzenlemeleri gerekirken tam tersine ayak diretmeleri, ilkel toplumlar kadar gericilikten başka bir anlama gelmiyor. Halbuki gerilik yaratan ve etkisi geçmiş kültürel kavramları değiştirmek için, günümüz toplumlarının önlerinde hiçbir engel yok.
 
İnsanı; insanileştiren değerlerden başta gelen kültürel değerler, ahlak ve namus kavramıdır. Bilerek veya bilincinde olunmadan ahlak, namus kavramında en ufak aymazlık, suistimal, toplumların yozlaşmasında büyük etkiye sahiptir. Bunu yaratan etkenlerse, insanların maddi varlıklara sahiplenmede doyumsuzluk ve cinsel dürtülerinin terbiye edilmeden yaşatılması, tüm kötülüklerin başlatıcısıdır. Zekâ, akıl yoksunu kişi, toplum, dini anlayışlar, sahip oldukları maddi doyumsuzluk ve tecavüzkâr duygularını sorgulamak yerine, direkt kadını suçlamaları cambaz tüccar düşüncesidir. Ve bu mantığın bilinçaltında, kadını her türlü köleleştiren süperegoizm mevcuttur. Kadının özgür, erkekle eşit haklara sahip olmadığı toplumlar, gelişemediği gibi sürekli kendi içinde çatışarak, başkalarının maşası olmaktan kurtulamamışlardır. Maddi görgüsüzlüğün bırakalım ahlak ve namus kavramını dejenerasyona uğrattığını, en büyük yüce değer, kültür görülen tanrı ve dinleri de aynı şekilde yozlaştırmıştır. Buna rağmen namus şövalyeliği yapmak, mevcut olan kötü niyetlerinin üzerini kapatmaktan başka bir şey değildir.
 
Diğer taraftan anasının, eşinin, kızının ve bacısının bir kadın olduğunu, bacısının ve kızının kendisi gibi düşünen erkekle evlendiği, o kişilerin bacısını kızını aynı şekilde ahlaksızlıkla aşağılandığını göremeyen bir anlayışın, ahlaksızca yaşadığını kanıtlamıyor mu? Bu kadarını dahi düşünemeyecek zekâ sorunlu bir anlayış ve düşüncenin toplumu yönetmesi, her türlü ahlaksızlığın resmi ve yasal olması demektir. Kadın üzerinden ahlak, namus şövalyeliği sürdürenlerin bilinçaltındaki daha farklı bir amaç ise, din ve kadını kullanılarak daha kolay servet elde etme psikolojisidir. Maddiyatçı, doyumsuz bu psikolojik anlayış, en çok tek tanrıcı dinlerde ve burjuvazide mevcuttur. 
 
Dinler sürekli süsleyerek vadettiği cennet yaşamıyla birlikte, peygamberlerin emirlerine uygun ibadet edildiğinde, tüm suçlarının Allah tarafından affedilip özellikle erkeklerin, cennette sayısız Hurilerle sefa süreceği safsatası, sürü toplum oluşturmada kullanılan en büyük araçlardan sadece birisidir. Tek tanrılı dinlerin bu safsatasına inanmayan ve mantığına ters geldiğini düşünen insanlar fazla olduğu halde, buna alternatif düşünce geliştirmediklerinden veya toplum baskısından korktukları için, inanıyormuş gibi yapanların yüksek sayıda olduğu da bilinmelidir. Aynı şekilde kapitalizm de kadının gerek güzelliğini gerekse zekâsını, büyük bir sömürü aracı olarak kullanıp amacına ulaşmakta. Ve kapitalizm kendi adına bunda önemli maddi, siyasi kârlar sağlamaya devam ediyor. Her iki düşüncenin uygarlıklardan itibaren insan mantığında nasıl başladığı, kar topu gibi büyüyerek günümüze kadar nasıl geldiğini, insanlığı uçuma sürükleyişini, tarihsel örnekleriyle ikinci bölümde  daha açıklayıcı şekilde verilmiştir.
Cemal Zöngür
Kaynaklar :
https://evrimagaci.org/ahlak-felsefesine-etige-giris-neye-gore-kime-gore-7828
Ahlaki Sözleşmecilik
Ahlaki sözleşmecilik, adından da anlaşılabileceği üzere, ahlaki doğru ve yanlışları bir tür varsayımsal sözleşmeye dayandırmamız gerektiğini ileri süren ahlaki pozisyondur. Sözleşmeciliğin birkaç farklı versiyonu olduğu ve yerimiz kısıtlı olduğu için, bu yazıda T.M. Scanlon’ın çizdiği ve sözleşmeciliği tekrar popüler hale getiren sözleşmecilik türünü tartışacağız. Buna Scanloncı ya da Kantçı sözleşme diyebiliriz. Scanlon’ın kendini dinlersek: “doğru ve yanlış hakkında düşünmek, en temel seviyede, diğerlerinin makul biçimde reddedemeyeceği [kuralların] ne olduğu hakkında düşünmektir.
 
Makul biçimde reddedebilmek ne demektir? Burada kullandığı şekliyle, makul biçimde reddedebilmek, bir ilkeye dair akla yatkın bir itiraz getirebilmek demektir. Bir ilkeye itirazlar ancak ve ancak o ilkeye itiraz etmek için iyi nedenler varsa akla yatkındır. Örneğin, eğer bir ilke benim refahımı büyük ölçüde zedeliyorsa, bu ilkeye itiraz etmek için iyi bir sebebim var demektir. Burada şunun altını çizmek gerekiyor: Bu itiraz sadece makul olmakla kalmamalı, belirli bir amaç açısından, “diğerlerinin davranışlarını, makul biçimde reddedemeyecekleri biçimde düzenleyebilecek ilkeleri bulmak” açısından makul olmalıdır. Tim Scanlon
 
İnsanın Doğası.
Sayfa101. Erkek Kadın ve İş Bölümü. Değerlendirmelerimizden tüm ruhbilimsel etkinliklere iki büyük eğilimin egemen olduğunu öğrendik. Bu iki eğilim yani, toplumsal dugu ve de güç ve egemenlik savaşımı, insanın her etkinliğini biçimlendirir ve hem güvenlik arayışında hem de yaşamın üç büyük meydan okuması olan sevgi, iş ve ilişkilerin gerçekleştirilmesinde bireylerin tutumunu etkiler…
 
Sayfa 103. Eril Egemenlik: özellikle kendileri için ayrıcalık sağlamak isteyen belli bireylerin ya da toplumun belli sınıflarının çabaları sayesinde kültürümüzün kişisel güç doğrultusunda gelişmesinin bir sonucu olarak bu işbölümü tüm uygarlığımızı etkilemiş olan tipik kalıplara ayrılmıştır…
 
Sayfa 107.Kadınların Sözde Aşağı Oluşları: Erkek yalnızca bu konunun doğal olduğunu öne sürerek değil aynı zamanda kaçınılmaz bir biçimde kadının aşağı oluşundan doğduğunu iddia ederek kendi egemenliğini haklı kılmıştır. Kadınların aşağı olduğu şeklindeki bu kavram o kadar etkilidir ki tüm ırkları etkiler. Bu ön yargıya erkeğin, dişi gücünün gerçek bir anksiyete kaynağı olduğu anaerkilliğe karşı savaş döneminden kaynaklanmış olabilecek belli bir huzursuzluğa eşlik eder… Alfred Adler
 

Kategori: 

Yorumlar

Bektaş TOSUN kullanıcısının resmi

Bektaş TOSUN (doğrulanmadı) tarafından tarihinde gönderildi

Ahlakı galiba iki oluşum bozuyor.
1.Din
2.Devlet
Marsizm'de aile bireyi olmadığından, namusa kavramıda yoktur.
Namus benimsemekten oluyor. "Benim" denilince, benden başasına bakılmasına dahi namusuzluk anlayış doğuyor.
Kolay gelsin yoldaş.
Konu güzel ama bir o kadar da zor...

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...

Konuk Yazarlar

ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...