
kara sular sardı serçe ayağını,
masum toprakla karıştı.
geride gözyaşlı bir gülüş.
rüzgâr dondu,
ağaçlar eğildi,
dallar yasa sarındı.
insan olma sınavı başladı.
felek çöktü içine,
bulutlar ağırlaştı,
ufuk daraldı,
zaman büküldü acıyla
bir köyün damında.
kim korur şimdi
sokakların ölü nefesini?
gizlice titreyen evleri,
kim bilir o üşük kulakları?
o gün deniz bile sustu,
gölgesi suya düştü.
dalgalar çırpınmadı,
irin sinsice aktı,
kabuk altından.
on dokuz uzun gün,
köyün göğsü çatladı.
kapılar mühürlendi,
bakışlar sırra boğuldu.
dertler duvarlara yaslandı.
yaralar sustu,
çakıllar dile gelmedi;
dilsizlik en keskin çığlıktı,
yahut pişkin bir ihanet.
gözyaşları itiraftı.
bir çocuk eksildi,
gece onun adına kışlandı.
ay duyunca soldu,
toprak seyirdi,
hüzün hayrete düştü.
yokluğun cidarıyla örtüldü.
adı dudaklara ağır geldi;
her harfi granit gibi çöktü.
eller poyrazladı,
bir mezar kadar.
bir yük indi omuzdan:
taş çuval, içinde ten,
kaderin soytarılığıydı bu.
Cemile, Uğur, Berkin, Leyla, Rabia,
Ceylan ve daha niceleri...
aynı gökyüzünün yetimleri,
kederli toprağın,
kutsanmış ailelerin,
çürümüş güçlerin,
aynı kararmış vicdanların kurbanı.
Narin’in kardeşleriydi onlar,
her biri bir oyunla vedalaştı,
bir masaldan alındı.
hayat bir adım geri çekildi,
yas, küf gibi sindi her köşeye.
tebessümler küle döndü.
Narin’in sessizliği ağırdır,
gözlerin görmediği,
kalplerin hapsettiği.
bir gün daha gelecek,
bir çocuk daha eksilecek,
bir sır daha kapanacak;
toprağın sakladığı,
sözlerin tutulmadığı,
vaktin affetmediği,
pis masalarda.
ama bil ki,
bu sessizlik bir gün
göğsüne çökecek,
ve hiçbir nefes
o ağırlığı kaldıramayacak.