VALİZLER, AH VALİZLER

Akman Gedik kullanıcısının resmi
Babam Almanya’ya giderken henüz ilkokul öğrencisiydim. Annem babamın eksikliğini hiç hissettirmedi bize. Her şeyimizle ilgilendi. Beni en çok sevindiren şey ise, babamın izne dönüş zamanıydı. Babamı mı, valizlerini mi özlüyordum, bilemiyorum? Babamın izne gelişini öğrenince, dört dönerdik etrafımızda kardeşlerimle.

Almanya’dan uçakla İstanbul’a, İstanbul’dan otobüsle Muş’a, oradan da minibüsle Varto’ya, başımızın gözümüzün üstüne gelirdi babam. O gelince gün bahara dönerdi bizim için. İki gümrükten geçerdi babam. Birincisi, İstanbul Gümrüğü’ydü, doğal olarak takılırdı; ikincisi, Alican Amca’nın oğlu Hamdi’nin gümrüğü.
Alican Amca akrabamızdı. Muş İstasyonu’ndaydı evleri. Bizim köylü Almancılar, köye gelmeden önce bir gece orada dinlenirlerdi. Almancı yol yorgunluğuyla mışıl mışıl uyurken, Hamdi valizlerin kalitesini kontrol edermiş. İplerle sıkıca bağlı valizlerin bir yerinden elini sokup ne tutarsa çıkarırmış. Hâl böyle olunca, Hamdi’nin gazabından arta kalanlar ulaşırdı bize.
Bizim köylü Yüksel’in babası Hüseyin Amca da Almanya’da çalışıyordu. Hayatımda Hüseyin Amca gibi güzel elbise getiren bir Almancı görmedim. Ta o zamanlar bile çocuklarına “Levis” marka kot pantolon ve futbol topu getirirdi. Yıllar yıllı kendisine yazmama rağmen ne kaliteli bir kot pantolon ne de bir futbol topu getirdi babam. Bu isteğim içimde bir ukde olarak kaldı.
Akranlarımla bir futbol takımı kurmuştuk. Takımın her şeyinden ben sorumluydum. Her biri başka renk olsa da bütün oyuncuların forması vardı, ama bir meşin toptan yoksunduk. Ağır çekim hareketlerine karşın Yüksel’i her maçta oynatırdık. Çünkü topu vardı. Bazen mızmızlığı tutardı Yüksel’in. Maçın en heyecanlı yerinde topunu kucaklayıp koşardı, bütün takım da arkasından. En sorumlu ben olduğum için gidip, “Topu ver,” diye yalvarırdım. Yüksel topunu karnına bastırarak, “Ben de isterim berabere süren maçın son dakikalarının oynanmasını, ama ya topum patlarsa?” derdi.
 
Küçük kardeşim Doğan’ın sevdiğim bir aforizması var; “Oldum olası valizler beni heyecanlandırır,” der. Badireler aşarak bize ulaşan valizler, bizi heyecandan uçururdu. Babamın taşıdığı valizlerin meşin sinmiş ellerini öperdik sırayla. Bir an önce akşam olsun ve babamı görmek için bizim eve doluşan komşular artık evlerine dönsünler isterdik, ama nafile. Gözler valizlere çivili, kimsenin yerinden kalkmaya niyeti yok. Babamın; “Kız kardeşim ve akrabalarım gelmeden açılmaz bu valizler,” sözü bizi sinirden çatlatırdı.
Valizin içindekilere yönelik önlenemez bir merakla, bazen Hamdi’nin yöntemini uygulamaya çalışırdım, ama pek yetenekli değildim bu konuda. Zor şer elimi sokacak bir yer buluyordum, ama kaptığım şey takılıp kalıyor, bir türlü çıkaramıyordum. Bütün uğraşım boşa gidiyor, sonunda  elimi bile zor kurtarıyordum.
Valizlerin açılma anı gelip çattığında yüreğim ağzımın içinde vurmaya başlardı. Ben, kardeşlerim, akrabalar, komşular yer minderlerinin üzerinde halka biçiminde, sanki ibadet hâlinde; mübarek babam ve mübarek valizleri orta yerde.
Babam edalı edalı, Almanya’da bağladığı düğümleri çözerken, bir yandan da hâl hatır sorardı. Valizin açıldığı an, bütün gözler, gözlerden çok yumurtalara benzerdi lamba ışığında. Babamın büyük bir itinayla dizdiği eşyaların içinde artık kanıksadığımız yuva gibi bir boşluk olurdu. Biz bu boşluğa “Hamdi’nin boşluğu” derdik. Hediyeler dağıtılırdı.
Komşular neyse de akrabaların ne verirsen ver bir kez bile memnun kaldığını anımsamıyorum. Bana ve kardeşlerime hep açık mavi gömlekler getirirdi babam. “Bunlar Almanya’da pilot gömleğidir,” derdi.
Daha sonra ben de Almancı oldum ve Kaufhalle’de çokça gördüm bu gömleklerden.
 
Almanya’da fazla kalmadı Hüseyin amca. Temelli döndü. O şen şakrak Hüseyin Amca’dan eser kalmadı. Durgun bakar şimdi; saatlerce aynı noktaya, bıkmadan, usanmadan. Kimse sormaz derdini, o da anlatmaz zaten. Derler ki:
 “Gavur elleri yedi bitirdi onu.”
 Hayatın yolu zikzaklıydı. Kimimiz evlendi, kimimiz işinden, mesleğinden dolayı gidince, annem yapayalnız kaldı. 1988 yılında zorunlu bir göçmen olarak babamın yanına geldi Almanya'ya. Ne annem Almanya’ya ısınabildi ne de Almanya annemi tutabildi. İçinde hep köyünün özlemi vardı. 1994’ün ağustos ayının on birinde göçtü aramızdan. Bir yanımız eksildi bizim. Çocukluğumda bana ve kardeşlerime anlattığı masallar hâlâ taptaze duruyor beynimde; yüreğimde ise sevecenliği, paylaşımcılığı ve insancıllığı.
Babam, annemin ölümünün üzerinden kaç yıl sonra dul-bekârlığa veda edip, evlendi. Emekli şimdi. Yılın birkaç ayını Türkiye’de, gerisini Almanya’da geçirmekte. Evde otururken üşür. Dışarıya ise paltosuz çıkar, gezer. Şimdiki gençlerin tavırlarına, giyimlerine akıl sır erdiremez. Konuşmalarında, “Şimdiki gençler ya egal (önemsiz), ya da normal deyip geçiştirirler her şeyi kurban, gel de orta yolu bul. Kime ne diyebilirsin kurban, kime?” diye serzenişte bulunur. Birine kızdığında ise; “Sıfatı insan, ama kendisi hayvandır!” der. Hüzünlüdür çoğu zaman. Öğrendiği kadar bilirmiş hayatı insan. Ya da bazı şeyler kolayca unutulup gitmiyor.
Hayat yapraklarının çoğu uçmuş gitmiş göçmen kuşlar misali, farkındadır. Bundandır, her konuşmasında, “Dinya zure kere (yalancı dünya)” der durur o akışkan Zazacasıyla. Yüzünde eksik olmayan kaygılı bir ifade durur hep. Sanırsın ki, anılarının yasını tutuyor.
İleri yaşlarda insan yüreği inceden kırılgan bir cam gibidir. Hani dokunsan, tuzla buz olur, tıpkı babam gibi. Sevinse belli etmez. Bazen taştan sert olur yüreği, bazen gülden narindir.
 
Akman Gedik
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Yeni sergi çalışmamız. "Sınırsız Kü...
  Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf Grubu ve Karşı Sanat Çalışmaları olarak politik tutsaklar ve fotoğrafçılarla yeni bir sergi hazırlığına...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...