Şiir Üstüne-4

Barış Erdoğan kullanıcısının resmi
Bir şairin saçları dağınık olabilir, gönlü ince bir rüzgâra kapılmış olabilir, yaz günü tiril tiril gömlekler de giymemiş olabilir ama şiirinin dağınık olması, düşüncelerinin savruk olması affedilmez. Ha bunlar –yani giyimi kuşamı bize ipucudur o ayrı bir konu- sanatçının portresinin parçalarını bir araya getirmede yararlıdır. Sadece şairlerle sınırlamayalım, bütün sanatçılar bu çember içinde değerlendirilmelidir.

İsterseniz söze bir alıntıyla başlayalım: “Borges’in seksen yaşında kendini kaybedercesine âşık olması, James Joyce’un hiçbir zaman Ulysses’i okumayan karısının nasıl biri olduğu, Cemal Süreya’nın Kadıköy sahilinde yürürken her an karşıdan Fazıl Hüsnü gelebilir düşüncesiyle ceketini ilikleyerek gezmesi, Turgut Uyar’ın, ardında kendi el yazısıyla oluşturulmuş hiçbir metin bırakmama ilkesi gibi ilginç bilgilerin ne kadarı edebiyatla ilişkilidir? Önemli olan, bir yazarın yaşam öyküsünün, yazarın yaratılarını yorumlamada ne kadar etkili olduğudur.” Demek ki haklı olduğumuz yanlar varmış. Gerçi benim gözümde koca Çehov’un, “Elinize su dökebilir miyim?” diye seslendiği sevgili Sait Faik, yazdığım her şeyin dışındadır. Diliyle, giyimi kuşamıyla avcılara ormanını teslim etmeyen çalı kümesidir. İkinci bir yazar var mıdır, sanmam. (Yenilerden söz etmiyorum, hakkın rahmetine kavuşmuş olanlar tercihimdir.)
Şairleri bir yana bıraktım, bir de bağımsız bir romancı büyüğümüzden söz etmeliyim: Hüseyin Rahmi. Ben oldum olası Gürpınar’a gıpta etmişimdir. Evindedir, üstünde entarisi, ayağında terlikler… Yüzlerce eldiveninden biriyle kapı açar, hasbelkader yabancı birisi konuk olmuşsa elini onlarca kez sabunlar, romanlarının karşılığı olarak aldığı –sayfa sayısınca cumhuriyet altını aldığı rivayet edilir, allah daha çok versin- ücreti kendi elini sürmeden cebine indirtirmiş. Biz şairlere dönelim, okurun canını sıkmadan.
Sizin de var mıdır bilmem, benim bir huyum var: Şairlerin okul kitaplarındaki resimlerine bakarak ruh hallerini anlamaya çalışmak. Divan şairlerinin sakallı halleri beni cezp etmezdi, bana itici gelirdi ancak kınadığım başıma geldi. Tanzimat dönemini açtığımda Namık Kemal’in görkemli resmi, papyonlu hali, bakışlarındaki azamet müthişti, şair dediğin böyle olmalıydı. Ziya Paşa’nın – Avrupa sonrası padişaha yanaştığı için sevmezdim- fesli hali berbattı. A. Hamit Tarhan tam bir Avrupalıydı, eşi Fatma Hanımın ölümünden etkilenmemişti sanki. Şairin şanssızlığı mı nedir, üç eşini de toprağa verir vermez evlenir ve dördüncüsüyle ömrünü uzatır. Recaizade Ekrem Galatasaray Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaparken bir poz verir ki of of of. Çocuklarının (unutanlar için özellikle Nijad Ekrem) acısını içine gömer, belki A. Hamit Tarhan da öyle yapmıştır, günahına girmeyelim. Edebiyat-ı Cedide’den Tevfik Fikret’i anlatsam yeter. Kendi fırçasından bir Fikret portresi… Sinirli ama gözleri çakmak çakmak… Çok şık, bıyıkları yanaklarını dürter. Bildiğimiz bir şey var ki, sağında kimse yürüyemezmiş. Soranlara, “Orası eşime ait.” dermiş. Çekirge gibi zıplamanın zamanı geldi çünkü dönem dönem gidersem bu yazıdan bir roman çıkar.
Ahmet Haşim’e özel bir paragraf açmak isterdim, üzülürsünüz. Belalısı –Arap Haşim diyen- Yahya Kemal’de Osmanlı padişahlarının heybeti görülür. Şiir benimle bitti dediği kadar da vardır. Y. Kemal’e Nişli Agah diyen Haşim aslında şiirde daha dişlidir diyenler de çıkar aranızda. Beş Hececilermiş, Yedi Meşalecilermiş ilgimi çekmedi benim. Milli Edebiyat döneminden M. Emin Yurdakul, soyadına yakışır pozlar vermiş.
Dağlarca gök gürler gibi bakar, A. İlhan küçük dağları ben yarattım havasında – aslında en beğendiğim portrelerden biri de onunki-, Cemal’im –tabii Süreya- yüzüne kuş konmuş çocuk gibidir, Cansever’de malını peşin satan tüccar havası vardır –duyduğumuza göre ticarette kısa sürede iflas etmiş-, Orhan Veli’yi merak edenlere söyleyeyim tam bir derviş… 
Benim en çok muhatap olduğum Cemil Meriç’ti, konferanslarını kaçırmazdım. Kızının kolunda girerdi salona; yüzme bilmeyen bizlere derya sunardı. İç dünyasını merak ederdim, yazdıklarından çıkarmam da olanaksızdı. Aslında yazarlar yazdıklarında ayak izlerini bırakırlar. Keyifle ama içiniz burkularak okuyacağınız bir alıntı burada tam zamanı: “Hem zengin bir yazınsal birikimi vardı hem de bilinçli bir okurdu. İlyada, Don Kişot, Hamlet, Suç ve Ceza, Yabancı gibi başyapıtlar derin izler bırakmıştı onda. Sık sık anıyordu bu yapıtları. Öte yandan yokluk ve yoksullukla geçen çileli, örselenmiş bir çocukluk dönemi yaşamıştı. O yaralı çocukluk günlerini anlatmaktan hiç çekinmiyordu, çekinmek şöyle dursun anlatırken kahkahalarla gülüyor, az sonra gözleri buğulanıyordu. Aslında anlattıkları hiç de gülünç değildi. Dinlerken içim burkulur, ağlamamak için zor tutardım kendimi. Kahkahalarının tınısında nasıl bir duygu gizliydi? Haz mı, acı mı, öç alma mı? Ayıramazdım bir türlü.”
Her şairin kendi dev aynası vardır başkalarının cüce kaldığı.
.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...