
Kartal Dağı’nın yel değirmeni, yaylalardaki mantar lezzeti, Nurhakların karlı zirveleri, Tahtalı Ovası’nda buğday karacası, kayısı tadı, sarmalık tütün kokusu, Elma Deresi mevkiinde kenger ışkını, oradan geceleri yüksek yerlerden Elbistan Ovası’nın renkli kent merkezini seyre durmak, çocukluğumun unutulmaz anıları bir film şeridi gibi gözlerimin önünde gelip geçer yaban ellerde…
Fırtınalı bir günde, toprak damlı bir evde dünyaya gözlerimi açmışım; açmasına ama yoksulluğun, sömürü çarkının doruğa çıktığı zamanda büyümek ve yaşamı devam ettirmek, insanın çocukluğunda inanılmaz travmalar bırakır.
Nurhakların zirvesindeki mis gibi havayı soluyarak, sabah uykusunda uyandığınızda, yayıktaki ayranın üstüne çıkan taze topaç tereyağı ve kerpiç yoğurt üstündeki kaymağa, ekmeği banmanın lezzetine doyum olmazdı.
Hele öğle vakti yaklaştığında, koyun sürüsünün çıngırak sesleri, berivanların sitillerle davar sağmak için yerlerini almaları, köy ortamına ayrı bir ahenk katardı.
Yaylalara göçün başlamasıyla, yaylacılar kervanlarını geceden hazırlayarak yola koyulmaları, obalara kıl çadırlarını (Kon) kurmaları, cıvıl cıvıl bir yaşama yeniden başlanırdı.
Yaylaların bir başka konukları da, keçiboynuzu, dut pekmezi, kurutulmuş üzüm, kırık leblebi vs. satan çerçileriydi. Biz çocukların önceden toplayıp sakladığımız yün topaklarıyla, çerçicilerin küçük tüketicileriydik.
Çobanların kaval sesleri, kenger, mantar toplayan kız ve erkeklerin obalardan grup hâlinde şarkı söylemeleri, bir başka güzellik katardı yaylalara.
Bir özelliğim de; birileri bir şehir hakkında bahsettiğinde, o kentin nasıl bir coğrafik konuma sahip olduğunu kafamda çizerdim. O kente vardığımdaysa düşündüğümün aynısıyla karşılaşırdım.
Geceleri dağ zirvelerinin en yüksek tepesinde, Elbistan şehir merkezini seyre dalarken, sezgilerim bana şehirlerin çok şatafatlı olduğunu hissettirirdi. Büyüdüğümde, okuyup o kentin en büyük yöneticisi olacağımın hayalini kurardım. Maalesef ne ailemin beni okutacak maddi gücü vardı ne de sosyal bir alt yapı mevcuttu.
Oysaki sosyal çelişkilerin en çekilmez girdabının bu kent merkezlerinde olduğunu henüz kavrayacak yaşta değildim. Genelde o zamanlarda köylerde bu çelişkinin farkında olmadan yaşıyordu insanlar.
Bırakın bir çocuğun en temel gereksinimlerini temin etmeyi, en az dörtte birini karşılayacak maddi gücü bile yoktu.
Yoksulduk ama çok mutluyduk yine de…
Ancak insanoğlu ve kızı öğrendikçe, imkânlara kavuştukça, araştırdıkça ufkunun genişlediği kadar da mutsuz olabiliyor.
NOT: Bu deneme İsviçre’de Almanca-Türkçe çıkan Merhaba Gazetesi’nin Kasım 2014 sayısında yayınlanmıştır…
İsmail Güner