Babam insandı; sevgi kokardı!

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Hava sıcaktı, içerde durulmuyordu. Dışarıya, kapının önündeki kaldırıma kilim serdi annem. “Nedret, Nuralp dışarıya gelin ” diye sesleniyordu babam, “ rüzgâr efil efil esiyor… Birazdan çay ve sevdiğiniz kurabiyeler de olacak!"

Durur muyuz, kendimizi hemen dışarıya attık. Babamın bir dizine ben, diğer dizine Nuralp yattı. Birazdan başımızı okşayacaktı. Elleri sıcacıktı; sevgiyle atıyordu. Annem elinde çay tepsisi ile görününce yerimizden olduk, rahatımız kaçmıştı. Ama kurabiyeler her şeyi unutturdu. Babam elini omzuma koydu.
“Evlat”  dedi, “nedense aklıma babam geldi. Hamza dedeniz kapalı bir kutu gibiydi. Kendinden pek bahsetmeyi sevmezdi. Senin yaşlarındayken bir gün beni balığa götürdü. O zaman İzmir’in her yerinden denize giriliyordu. Balık gibi yüzerdim. O yaşımda diplere dalıp çıkardım. Epey bir balık yakaladıktan sonra dolmuş taksiyle eve dönüyorduk:
 ‘Evlat’  dedi kulağıma fısıldayarak, ‘eline, beline, diline sahip çık!’
Neden öyle dedi bilemiyordum. O günden sonra hep dikkat ettim; elime, dilime, belime! Elimi yaralamadım, dilimi her sabah aynada kontrol ettim, belimi incitmemeye çalıştım. Ta ki dedenizin ne demek istediğini anlayana dek…”
“Hamza dedeniz 1921 yılında Arnavutluk'un bir şehri olan Priştine’den Ankara’ya gelmiş. Hatta deden Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki odacısıymış. Diğer akrabalarının İzmir'e göç ettiğini duyunca, onların yanında olmak istemiş. Atatürk'ün  “Burada, yanımda kal” ısrarına rağmen Arnavut inadı tutmuş ve İzmir'e göç etmiş.”
Çayımızı içip, kurabiyeler ağzımızda erirken, hayranlıkla babamı dinliyordum. Sabriye, Hayriye halam ve amcam Ali’den sonra babam Murteza 1924 yılında İzmir’de dünyaya gelmiş. Onu Kamber ve Haydar amcam takip etmiş.
Hamza dedem her nedense ilk oğlu olan Ali'ye farklı ve imtiyazlı davranmış. O zamanki zor koşullarda onu okutmuş, liseyi bitirmiş Ali amcam. Babam ise ilkokuldan itibaren hem okuyup hem çalışmış. Tenis kortlarında top toplayıcılık yapmış, çivi ve kutu fabrikasında çalışmış. Hatta plajlarda cankurtaranlık bile yapmış. Kamber amcam:
 “Murteza abim çok iyi yüzerdi” derdi hep, “hem de sinema oyuncusu Tarzan Johnny Weissmuller gibi yüzerdi. Alsancak’tan Karşıyaka’ya kadar yüzerdi. Gemilerin en üst noktasından denize balıklama atlar, dipteki madeni parayı bulur çıkarırdı…”
Bu bir ironi miydi, gerçek miydi, hiçbir zaman öğrenemedim ama övündüm yine de.
Ankara'da -1941-1945 savaş yıllarında- 4 yıl askerlik yapmış babam. Askerde tutulduğu sıtma malarya hastalığı yüzünden döşeğinde ölümle uzun süre pençeleşmiş. Sonunda paçayı yırtmış, terhis olup İzmir’e dönmüş. Bulduğu her işte çalışmaya başlamış. Hatta gündüz tütün fabrikasında, akşam gazetede çalışmış.
 Çok yakışıklı biriymiş. Güzel ve temiz giyinmeyi severmiş. Tütün fabrikasında çalışan genç kızların gözü üzerindeymiş hep. Ama o gönlünü on altı yaşındaki anneme kaptırmış, kısa süre içinde tanışıp birlikte kaçmışlar. Hamza dedem affetmiş onları, yardımcı olmuş sonra.
Annem güzel bir kadınmış; nazik, sevecen. Sinemaya gitmeyi çok severmiş, bu yüzden fabrikadaki işini bırakmış. Zamanın bütün artistlerini ve filmlerini bilirdi. Hatta bu film merakı annemin başına iş bile açmış. Bir gün Necati dayım anneme uğramış, “Müşerref” demiş, “sinemaya güzel bir film gelmiş, gidip izleyelim.” Heveslenip gitmiş annem. Aynı fabrikada çalışan, annemi tanıyan bir kadın onları görmüş, haberi yememiş içmemiş hemen babama yetiştirmiş:
 ''Senin hanımı sinemada biriyle gördüm!'' demiş heyecanla. Babam:
“Hele tarif et bakalım yanındaki adam nasıl biriydi?” demiş.
 Yapılan tarif üzerine Necati dayım olduğunu anlamış, rahatlamış, akşama anneme bir güzel basmış kalayı. Babamla annem bol bol roman, hikâye ve o zamanın magazin dergilerini okurlarmış. Tepecik, Yeşildere, Alsancak, Eşrefpaşa, Ballıkuyu semtlerinde kirada oturmuşlar hep. Sonunda babam, o zamanlar ıssız ve kimsenin olmadığı, çakal ve tilkilerin cirit attığı Mehtap Mahallesi'nde bir arsa almış ve orada yıllarca oturacağımız bu evi 1960 yılında yaptırmış. Çok güzeldir evimizin mimarisi. Hem gecekondu hem değildir. Çok şirindir çok. Gerçi yıllar sonra yapılan derme çatma, betonarme evlerin gölgesinde kaldı ama şirindir yine de. Her köşesinde annemin, babamın ve çocukluğumuzun izleri duruyor hâlâ.
Evimizin olduğu sokakta Anadolu’nun en ücra köşelerinden ve Balkanlardan gelen komşularımız oturuyordu. Babam yalnızca bizim değil mahalledeki tüm çocukların Murteza Babası’ydı. Hiç tanımadığı çocukları toplar sinemaya götürür, gazoz ısmarlar, onlara naylon toplar alırdı. Önceleri kardeşim Nuralp’le bu durumu yadırgıyor, kıskanıyorduk hatta. Ama zamanla alıştık, babamla övünç bile duyuyorduk artık.
Büyüyorduk, büyüdükçe algılarımız, dünyaya bakış açımız da değişiyordu. Yeni arkadaşlar, yeni fikirlerle tanışıyorduk. Birlikte büyüdüğümüz “Heci” diye lakabı olan bir arkadaşımla Kemeraltı’nda karşılaştım. Koltuğunun altında bir kitap tutuyordu. Dikkatimi çekti. Aldım, sayfalarını gelişi güzel açtım. Orada rastladığım bir başlık beni derinden etkiledi. “Eline, diline, beline sahip ol” yazıyordu. O zaman Hamza dedemin babama ne demek istediğini zınk diye anladım. Eve dönüp düşünmeye başladım. Hamza, Ali, Murteza, Haydar, Kamber…  Etrafımızda o kadar çok Hamza, Ali, Murteza, Haydar, Kamber vardı ki. Hepsi de Aleviydi üstelik. Sorup soruşturdum. Dedem ve Haydar amcamın Bektaşi inancına göre yaşadıklarını ve Yavuz döneminde Bektaşi inancına sahip olanların Balkanlara ve Arnavutluk’a zorla göçe zorlandırıldıklarını öğrendim.  Üzüldüm, hüzünlenip kederlendim.
Şeker hastasıydı babamız. Doksanlı yıllarda yitirdik onu. Evimizde derin bir boşluk oldu, ama evin her köşesinde babam vardı. Ve evimiz babam gibi sevgi kokar hâlâ.
Nedret Yenisöz

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

02/20/2025 - 10:30
01/18/2025 - 21:05
11/20/2024 - 20:50
11/14/2024 - 19:11
11/03/2024 - 12:12

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...

Konuk Yazarlar

80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER
Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu. Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın… Emeklilerin tercih...
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...