
Bir gün dedem evden kaçmıştı. Bulup getirdik. Bahçede büyük, küçük toplanıp
“Neden kaçtın?” dedik.
“Kaybolmak için!” dedi. Soracaklarımız yüreğimizde sustu. “Beni Ankara’ya götürün,” dedi ardı ardına.
Ninem kızdı dedeme. Uzun uzun sustu dedem. Dedemin gözlerinde Ankara’yı gördüm, hasreti gördüm. İçeri girdi herkes. Ninem de girdi. Girmedi eve dedem. Çöktü olduğu yere. Verdi sırtını kendi yaşındaki duvara.
“Yeni geldin dede,” dedim. “Ne var Ankara’da?”
“Zamanım yok,” dedi dedem içime bakarak. “Ankara beni çağırıyor. Çağrılana gitmemek olmaz.”
Fazla durduramadılar dedemi, baktılar olmuyor.
“Tamam,” dediler.
Alıp götürdüler Ankara’ya. Yaptı yapacağını Ankara, bir daha göndermedi dedemi. Kucaklayıp yatırdı göğsünde. Özlemin bıçak olduğuna o zaman inandım. İşte ben dedemin kaybolmasıyla kaldım öyle. Elimde eski zamanlardan kalma bir fotoğraf. Bir çift göz, bir derin özlem bakar eski zamanların ardından, rüzgâr eser, su akar...