FOTOĞRAF HIRSIZI ROMAN İNCELEMESİ

Alihan Demir kullanıcısının resmi
Bavul kapağının açılmasıyla eski fotoğraflar saçılır odaya. Soli Sütunları’nın altında bikinileriyle poz vermiş küçük kız kardeşler, arkada Şahmeran motifli duvar halısının önünde duran kadın, erkek ve bir bebek, zeytin ağaçlarının altında piknik sefası yapan aileler, Kız Kalesi’ni arkasına alarak poz vermiş sevgililer, Barış Anıtı’nın üstüne çıkmış çocuklar, Opera Binası’nın önünde sanatçılar, Uzuncaburç Harabeleri’nde lir çalan kadın… Fotoğraf hırsızı Barış’ın başkalarından çaldığı karelerden bazıları. Bu romanın belirgin karakteri bir hırsız. Bu yazıda bir hırsızın ensesinden neden çaldığını anlamaya çalışacağız.

Fotoğraf Hırsızı, Baran Aslan’dan okuru felsefi sorgulamalarla, tarihi dokusuyla roman sayfaları arasında sürükleyecek bir ilk roman. Okyanusların derinlerinden, sıra dağlara uzanan, o dağları tırmanırken dengbejlerden, felsefecilere, mitolojiden, gerçeklere, bilinçten, bilinç akışına, aşkın çılgın halinden, ölgün haline, lotus çiçeğinin duru yapraklarında ruhlardaki ışığı bir sinema canlılığında görüyoruz.
                 Merdivenlerden aşağıya doğru bağırdı: “Tamam burası.” Evime bir polis daha geldi. Yatak odasına geçtiler. Polis, cebinden çıkardığı aynayı yaşlı kadının burnuna tuttu, bekledi. “Yakınınız mıydı?” “Sayılmaz, üst komşumdu.” “Burada ne geziyor?” “Bilmiyorum.’’ Yazar Arslan, polisiye tadında romanın kurgusunu titiz bir çalışmayla ilmek ilmek örmüş. Karakterlerin kendi bilincinden anlatılmış hikâyelerde hem romanın polisiye heyecanını hem de edebi lezzetini koruyabilmesi övgüye değer. Bir solukta okunabilecek bir akıcılık yakalamış. Anlatıcılar romanın atmosferini sürekli canlı kılmış. Olayların içindeki bağlı gizemler ve kesişme noktaları çok güçlü. Hikâyenin sürükleyici ritmi ilk sayfadan son sayfaya kadar düşmüyor. Bir polis gibi olayın ayrıntılarına kafa yorup bir dedektif gibi bulmacayı çözmeye çalışıyoruz. Burada gözden kaçan bir detayı vermek gerekiyor. Polisiye roman içerisine gizlenmiş felsefenin kurmacayla dans ettiğini görüyoruz.
. Romanın dili oldukça sade ve kimi zaman şiire yakın: Ölüme yaklaşma halinden çıkıştı haç biçiminde korumalı tahta kapının arkasındakiler. İçeri adım atarsam ölüm yenilecek… Sessizlik… Tak tak tak… Sessizlik… Tak tak tak… Davet yok… İçeri gir yok… Hoş geldin yok…
               Felsefi göndermelerin varlığı ve felsefenin merak duygusu uyandırma kışkırtıcılığı kitabın sonuna kadar hiç eksilmiyor. Yanıtları bulmak ümidiyle çıkacağımız bu yolculukta karşılaşacağımız gerçeklik, okuru çarpıyor. Kitabın kapağını kapatıp soluklanmamız gerekiyor. Roman karakteri Hayal yazdığı eserinde, “Aşk varlığın evidir,” derken okur Hayal’in peşinden aşkın izini sürerken keyifli bir tarihi geziye çıkıyor.
                Yerel olmayanın evrensel olamayacağına dair baskın görüşten hareketle burada bir Çukurova betimlemesi yapılmış. Kökü bire on veren toprağa bağlı romanın okurlarca fark edilmesi gerekiyor. Kimi zaman dünyanın öbür ucundaki örneğin Güney Amerika’daki bir sokağın sıcağında terleyen Kübalı bir çiftçinin terinde gördüğümüz emek, tam da burada burnumuzun dibinde yazılmış. Görmek isteyene çokça verilen bu yerel özellikler evrensel bağlamdan ve modern romanın unsurlarından taviz vermeden ilerlemiş. Roman tam da Çukurova gibi. İçine girmek için korkuyorsunuz, zorlanıyorsunuz girince çıkmak istemiyorsunuz. Uçsuz bucaksız bu coğrafyada mitsel ve tarihsel dokular hikâyenin akışında zenginlik oluşturmuş. Kleopatra kapısı, Cennet Cehennem mağarası, Soli Harabeleri, St. Paul Kuyusu, İshak Paşa Sarayı gibi. Her yönden mistik; düşle gerçeğin iç içe geçtiği, aşka derin bir anlam yüklenerek, hem gerçek hem düş arasında düşe, mitsel olana yaklaşan aşkın halleri arasında kayboluyoruz. “Necdet, piyano şeklindeki taşın başına geçer, piyano çalıyormuş gibi yapar; yengem de ona kızardı. Gel buraya Necdet. Kime söylüyorum bak çarpılacaksın!” diye. Piyano çalan mezar derdik ona çocuk aklımızla, Necdet şimdi tam karşısında yatıyor piyano çalan mezarın.” ( bu mezar Tarsus Mezarlığındaymış)
                Bellek yitimi, varoluşsal sorgulamalar roman boyunca sık sık karşımıza çıkıyor:  “Gözlerim, bir açılıyor karşımda uzun karanlık koridor, bir kapanıyor uzun karanlık bir koridor… Uzun, nemli, küflü, karanlık bir koridorun insanın derinliğine beton gibi çarpan yüzüyle tanışıyorum. Koridor derinliklerine götürüyor beni. Yalnızım,  ancak tüm dünyayı içine alan bir insanlık idesiyim ben.”
Romandaki diyaloglar toplumsal belleğe ilişkin göndermelerle devam ediyor: “Hangisini? Soli kazılarında çıkan lotus çiçeği koklayan fahişeyi mi?” “Evet, çok heyecanlanmıştım amphorayı bulduğumda.” “Peki, bu kadın, fahişeye nasıl dönüştü, hatta kutsal bir fahişe yaptın onu. Yani bir kadın var, elinde bir çiçek var, nasıl oldu da bu kadın fahişe oldu?” “Kıyafetlerinden, lotus çiçekleri içinde bir bahçede durması, yanındaki cinsel bereketi çağrıştıran boğa figürü, başka kazılarda elde edilen bulgular ve bunları birleştirince...” “İşte bütün mesele bu… Bizim erkek zihniyetimizden kaynaklanıyor. Geçmiş çağlardan günümüze erkek egemenliği yarattı bunu.” Bir yazar, olur olmaz en inanılmaz dünyada bile okuru ikna edebilirse güçlüdür. Bu diyaloglarda bizler karakterlerin inandırıcılığından şüpheye düşmüyoruz. Özellikle son zamanlarda çokça satılan eserlerdeki ayağı yere basmayan karakterler burada yok. Buradaki karakterleri görmek için perdeyi açıp sokağa bakmak yeterlidir. Ömür İklim Demir’in öykülerindeki gerçekçi karakterler burada bir yerden sonra tıpatıp size benzeyen bireyler olmaya başlıyor. Ömür iklim Demir’in buzdolabındaki yumurtalık içerisindeki yarı sıkılmış yarım limon gerçekliği burada da görülebilir. Bir anlamda Baran Aslan, yeraltı edebiyatına giriş yapıyor diyebiliyoruz. Dilini sakınmadan dobraca cümlelerle kimin ne düşüneceğini umursamadan edebiyatından taviz vermeden karakterini betimliyor ve konuşturuyor.
                    Zihnin felsefi patlamaları romanda karşımıza çıkıyor: ‘’ Ne anladım! Her okumada yeni bir şeylerin çıkacağı felsefe okyanusundan: Bilgi ve ona duyulan inançlar, doğanın metafiziği, hakikati arama çabaları, kuşkuculuk, duyu ve akıl bilgisi ayrımları, insanın her şeyin ölçüsü olduğu, varlık, yokluk ve zaman, estetik ve aklın yasaları, idealar.. ’’ Yazar, sorular soruyor ve cevaplarını okura da bırakarak yer yer okur için düşünce alanı bırakıyor. Boşluklarla okuru deneysel bir metne davet ediyor. Ey okur kalk ve katıl bu anlam seline
               Yazar Arslan,  romanda terapötik bir evren yaratıyor: “Küflenmiş koridorun içinden fışkıran bir kolonya çiçeğini düşün… Tam karşımızda… Yemyeşil yaprakların içinden… Tomurcukları patlamış… Bembeyaz çiçek açmışlar değil mi… Hisset… Dokun onlara... Okşa onları… Kokuyu içine çek… Bırak… Çek… Bırak… Bir kadının kokusuna dönüşmeye başladı mı koku… Yanında çok güzel bir kadın var… Sarılmak istiyor sana… Hadi sarıl ona… Sımsıkı sarıl… Bırakmasın seni… Sen de onu bırakma… Hayallerimizde koridorlar yok...” Alt satırlarda feryat edeni bir karakterin sessizce hareket ettiğini yazarak yeri geldiğinde okuru da kışkırttırarak onu karakterle karşı karşıya getiriyor. Edebiyatta başarılması arzu edilen nokta da budur.
                    Deliliğe övgü, deli kızın bilincinden yazılan romandaki bölüm müthiş yazınsal olasılıklara da gebe görünüyor: “Benim adım kız. Bakkalın kızı. Bakkalın deli kızı... Senin adın ne? Krem kahve demek. Ne güzel adın var. Siz buraya nasıl geldiniz? Bilmiyor musunuz? Ben biliyorum. Sizi buraya ben getirdim. Sizi, harabelerden topladım. Ceplerime doldurdum. Barış’ın evinde hepinizi serbest bıraktım. İlk sen çıkardın kafanı yuvandan Krem Kahve. Bana bakıyordun antenlerinden. Çok korkmuştun. Seni okşadım. Kabuğunun içine geri çekildin hemen. Toprak getirdim. Gezmeye başladınız.”
                  Romandaki ‘’kayboluşa duyulan arzu.’’  Cennet Mağarasında bitiyor: Ebedi bir hayata başlangıç hissi duyuyoruz göklere uzanan bu yerde… Korku yok… Geriye dönme isteği yok… Geriye dönmeyeceğimiz için üzülmüyoruz… Bazı yerlerde kendimize bile anlatmaya çekindiğimiz o kötü yanımızla bizleri burun buruna getiren yazarın alt okumalarında Freud okuduğunu düşünmek gerekir. Ne mutlu bize ki psikolojiye ve felsefeye hakim bir yazarla karşı karşıyayız. Bu da eseri kuru, yavan, ucuz ve bas bas bağıran sloganvari metinlerden kurtarıyor. Bu tarz, Dostoyevski tarzıdır ki Freud birçok teşhisinde Dostoyevski karakterlerini örneklemiştir. Freud, bir teşhis koyacağı zaman Dsotoyevski karakterinden nasıl faydalanıyorsa Baran Arslan da çizdiği karakterlere saplantıdan travmaya kadar zaaflardan ruhsal gerilimlere kadar teşhisi yüklüyor. Suç ve Ceza’da Raskolnikov’u haklı gören okur, Fotograğ Hırsızı’nda da hırsızla empati kurarak fotoğrafı çalan olmak istiyor. İki karakter de bu dünyada yaşamak için fazla hassastır. Bu dünya hassas kalpler için bu kadar cehennemken karakterlerin acı çekmesi de doğaldır.
             Kahramanlarımız Barış ile Hayal cennetten çıkıp bu solgun dünyada bir süre daha kalacaklar mı? Kararı romanı bitiren okura bırakıyorum. Unutma sevgili okur! Yerel olmayan evrensel olamaz ve  eseri evresele de taşıyacak olan sensin.
 
Eser künyesi: Fotoğraf Hırsızı, Baran Arslan , Eylül 2020,  KDY.

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...