
"Kıymet arkadaşım, nedir bu halin böyle?"
Kıymet acı acı güldü.
“Sorma başıma gelenleri" diye hayıflandı. Başladı anlatmaya:
“Bir gün eşimle alışverişe çıktık. Mağaza mağaza dolaşmaktan sıkıldı benimkisi. ‘Sen dolaş ben bir saat sonra gelir seni alırım’ dedi. “Hayır Ahmet olmaz, dedimse de, laf dinletemedim. Beni bir mağazanın önünde bir başına sap gibi bırakıp gitti. Bu yaptığına içerlendim tabii. Ahmet’ten intikam alırcasına, kredi kartımın büyük bir kısmını olur olmaz şeylere harcadım. Haber de vermeden elimde poşetlerle taksi durağına kadar yürüdüm. Meğerse Ahmet beni uzaktan görmüş, yanıma yaklaşıyormuş. Son anda fark ettim onu, görmezden geldim.
“Arabaya bin” dedi
.“Hayır, binmiyorum” dedim.
“Bin!” diye ısrar ediyor.
“Binmeyeceğim! Çek git! Ben taksiyle gelirim.”
Ahmet ısrar ettikçe ben kendimi naza çekiyordum. Bu arada ikimizin de gözünden kaçan bir şey oldu. Aramızdaki tartışmayı takip eden orta yaşlı bir adam, koşarak yanımıza geldi, arabanın kapısını açar açmaz da Ahmet’in gözüne okkalı bir yumruk attı. "Sen utanmıyor musun bu kadıncağızı rahatsız etmeye, sizin gibilerin yüzünden kadınlar sokağa çıkamaz oldu!" diye bağırdı. Ahmet’in yakasından tutup arabanın dışına çekti. Bağrış, çağrış aralarında güreşmeye başladılar. "O benim kocam!”" desem de adamın bunu duyacak hali yoktu. Onları ayırayım derken arada ben de kaldım, dayaktan nasibimi aldım. Polis geldi. Üçümüzü alıp karakola götürdü. İfadelerimiz kahkahalar eşliğinde alındı. Adam kahrolmuştu. Defalarca Ahmet’ten özür diledi. Birbirimizin yüzüne bakıp bakıp, sinirden gülüyorduk. “
Kıymet olayı bana anlatırken hâlâ olayın etkisi altındaydı. Gülme krizine girdi bir ara. Ne diyelim, böyle neşeli kavgalar dostlar başına…