BİR SÜRECİN ÖYKÜSÜ/ Handan Deniz

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Bu yazıya başlamadan önce asıl amacım bir öykü yazmaktı. Ama ne yazık ki bütün çabalamama karşın öykünün ö süne bile başlayamadım. Hikayesini eli kalem tutan herkeslerin yazıp boy boy da resmettiği olay ve de devamındaki olayların bir ucundan tutup ben de bir öykü yazabilirdim, neden yazamadım? Bilmiyorum demeyeceğim. Çünkü bilmiyorum dediğimiz bir çok sorunun yanıtının aslında bizde var olduğunu biliyoruz. Bunu bile bile bazen kendimize yalan söylediğimiz zamanlar da olmuyor değil. İçinden çıkamadığımız durumlara bahane uydurmak bize daha kolay geliyor galiba. Bazen de olayları ‘okuma’ zahmetine katlanmıyoruz. Duyduklarımızla , gördüklerimizle yetinmenin zahmetsizliği içinde biz de katılıyoruz kalabalıklara, bir yol bulup akıyoruz derenin sürüklediği çakıl taşları gibi. Bazen de kapıldığımız fırtınanın götürdüğü yerde buluyoruz kendimizi. Ama nehir olmak, fırtına olmak ayrıcalığını elde ettiğimizde iş değişiyor tabii ki de…

Takvim 27 Mayıs 2013 Pazartesi gününü gösterdiğinde gece on sıraları beklenmeyen bir şeyler oldu ülkemizde; her şeyin bir anda alabora olduğu bir deprem fırtınasıydı başlayan. Aslında hep beklenen ama gelişine hiç hazır olmadığımız ‘deprem ‘. Önce bir duvar yıkıldı. Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesine bakan yerde… Zincirin en zayıf halkası olmalıydı bu duvar. Ardından beş ulu ağaç köklerinden söküle söküle devrildiler; yıllardır dik durdukları parkın üstüne, yattılar boylu boyunca. Düşerken yer yarıldı, gök kubbe inim inim inledi. Yeditepe’de yankılandı sesleri. Yedi bölgenin sınırlarından taştı; dünya tanık oldu bu talihsiz bitişe.

Akın akın koştu insanlar Gezi Parkı’na; tanık olmak için ağaçların gözyaşlarına. Gözleri yaşarmasın yürekleri acı duymasın diye hemen bütün tabelalar toplandı asıldı parkın etrafına.

Lütfen Parka Girmeyiniz! Parka Girmek Çimlere Basmak Yasaktır! Dikkat Heyelan Bölgesidir Girilmez! İnşaata Girmek Tehlikelidir… No Parking! Dolaysıyla Gezi’de gezi yapmak da sakıncalıdır. Uymayanlar şiddetle cezalandırılacaklar…

Aykırılığı sevenler dinlemediler yasakları girdiler parka bir bir, on on, yüz yüz. Yüzlerinde V for Vandetta. Düşünceye kurşun işlemez şiarıyla. Kurşun geçirseler de yattılar ağaçlarla yan yana; ama çıkmadılar parktan; geri çekilseler de zaman zaman yeniden yeniden ses verdiler tüm parklara. Parklar özgürlüğün sesi oldu her fidan devrildiğinde. Deprem de nehir de fırtına da onlardı artık. Çoğaldıkça çoğaldılar yeryüzü sofralarında. Dost bildiler yan yana yürürken her canı. Ötekisi yoktu artık. Biz de varız dediler yok sayılanlar, biz de varız!

Bütün parklarda aynı cümbüş; Biz de varız!

Duymayanlar duysun bizi. Çadır kurdular gölgesiz kalan parklara. Zehir zıkkım yuttular; kızılcık şerbeti demediler artık. Yaksa da su bedenlerini yıkandılar çoluk çocuk, yağmur olmak adına önce yandılar. Savurdukça fırtına; öğrendiler esmeyi. Düştükçe yükseklerden uçmayı öğrendiler. Artık dostluk köprüsü hazır. Yürümek için bir sesleniş yeter. Barışın elleri ak kanatlı kuş. Barış ver ellerini öpeyim diyor bir dede. Parkta dolaşır gibi.

Parkta topladıklarını doldurmuş bir çuvala vurmuş sırtına bir yolcu. Düşmüş yollara bulmak için cennet gibi bir bahçe. Toprağa gömmek için dert çuvalını. Az gidip uz gitmiş tam da aradığı bir bahçenin önünde durmuş. Sorup sual etmiş. Burası demişler senin aradığın yer. Dalında meyvesi suyunda şifası bilgelerin mekânı... Oturmuş yolcu sırtında çuvalını indirip bir ağacın altına. Bakmış her ağacın altında bir filozof; Arınmadan söz eder her biri ayrı ayrı. Bedenin arınması, ruhun arınmasıyla bir olmalı diyorlar. Tüm kirlerden arınmış bir dünya için.

Yolcu hak verir hepsine de bıkıp usanmıştır kirlenen dünyadan. Öfkeden kinden. Hırstan acımasız savaşlardan güçlünün güçsüzü tüketmesinden… Hala ağır yükün vebali sırtında dolanırken bu bahçede. Ulu çınar gibi bir bilge almış gençten oğlunu, vasiyet eder ona. Bizim yolcu bu defa can kulağıyla misafir olur vasiyet dinlemeye. Bittiğinde vasiyet çuvalının boşalmaya başladığını görür sevinerek. Hafifleyen yüküne başını koyup dalar derin bir uykuya. Şeyh Edebali gülümser yolcuya; "Hoşuna gittiyse Oğul al sende kalsın vasiyetim, sen de sakla çocuklarına."

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...

Konuk Yazarlar

Feyza Eren’den Akdeniz’e Lirik Bir Güzel...
  Uzun yıllardır sanat yaşamını ABD’de sürdüren Feyza Eren, “Vedadır Belki” adlı, tekli çalışmasıyla yeniden...
80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER
Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu. Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın… Emeklilerin tercih...
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...