
Çoğu da bunda başarılı oldu. Bu son derece doğal karşılanıyor, kimse böyle yapanları ayıplamıyor.
Fuarın Basmane girişinde iki sıra boyunca palmiye ağaçları uzanıyor. Bunlar ışıklandırılmış, masalsı bir hâle bürünmüşler. Her yer ışıl ışıl… Her şey öyle güzel ki: Ağaçlar, sergi salonları, satış yerleri... Tüm insanlar sakin, huzurlu, neşeli… Dertlerini evlerinde bırakmışlar. Burada gezecek, eğlenecek, yarınlarını düşünmeden para harcayacaklar. Öyle ya, senede sadece bir ay fuar açık ve bu süre içinde burayı ancak birkaç kez ziyaret edebilirler. Öyleyse eğlenmek haktır bu gece, bu harika yerde herkes mutlu olmalıdır. Biz de öyle düşünüyoruz. Sevinçle yürüyor, satış yerlerinde sergilenen ürünlere bakıyoruz.
Az ilerleyince Lunapark göründü. Heyecanla içeri girdik, mahşeri kalabalığa karıştık. Her şey burada çok fazla ışıklandırılmış. Her oyuncağın kendine özgü müziği var. Hepsi de bangır bangır. Ama bu atmosfer hoşumuza gidiyor, kendimizi masal âlemindeymiş gibi hissediyoruz. Burada herkes çocukluğuna dönüyor. Oyuncaklar binen insanların korku sınırlarını zorluyor, hepsi çığlık çığlığa bağırırken aynı zamanda büyük zevk de alıyorlar.
Çevreme bakınırken orta yaşlı bir köylü ilgimi çekti, onun yüzündeki şaşkınlık çok hoşuma gitti. Eminim ilk kez İzmir’e geldi, Lunapark’ı gördü ve eminim az sonra bu oyuncaklardan birine binecek. İşte işte, yanılmamışım! Adam bilet kuyruğuna giriyor. Aynı anda kız kardeşim de babamı dürttü, Atlı Karınca’ya binmek istediğini söyledi. İnsan denizinin içinde yavaşça ilerledik. Babam bilet aldı. Fulya atın üzerinde prensesler gibi dönerken biz neşeyle ona el salladık. Annemle babamın gözlerinde ise bizi okula gönderirken ya da okulda şiir okuduğumuzda bizi izledikleri zamankine benzer gururlu, hoş bir ışıltı gördüm. İkisinin de yüzünden mutluluk akıyor.
Ağabeyimle ben de her zaman olduğu gibi çarpışan arabalara bindik. O dümen kısmına geçti, ben yanına oturdum. Gaza bastık. Bir sürü kişiye çarptık. Başkalarının bize çarpmasını ani manevralar yaparak kimi zaman engelledik, kimi zaman tosladık. Her toslayışta kahkahalarla güldük.
Annemle babam da dönme dolaplara binmek istedi. Oraya yöneldik. Buradaki kuyruğun ucu bucağı görünmüyor. Beklerken biz bile dönme dolaba ilk kez görüyormuşuz gibi baktık. Onun yüksekliğine hayret ettik. Nihayet sıra bize geldi. Dönme dolap yükseldi, yükseldi, tam tepeye çıktı. Burada korkmadık desem yalan olur. Bir kaza olsa da aşağı düşsek paramparça oluruz. Ama manzara harika... Aşağıda insanlar karınca gibi görünüyor. Hatta diğer oyuncaklar bile küçücük; öyle ki paraşüt kulesi bile. Ah! Her yer ayaklar altında şimdi. Ve biz biraz hoşlanıp biraz korkarken birbirimize sokuluyor, bir sevgi yumağı oluşturuyoruz.
Neşeyle Lunapark’tan çıkıyoruz. Hemen karşımızdan tren geçiyor. Fuarın treni öyle sevimli ki… Küçük odacıkların içinde insanlar “Takur tukur, takur tukur…” sesleri eşliğinde pencereden dışarı gülümseyerek bakıyor, hiç tanımadıklarına el sallayarak çocukça bir heyecanla mutlu oluyorlar. Trenin “düüüt, düüüt” sesleri harikalar dünyasına gidişi çağrıştırıyor. Bu mutlu dünyaya biz de gitmek için bilet alıyoruz. Evet, Alis Harikalar Diyarına gidiyoruz.
Yeniden gezerken buradaki köylülerin çokluğu ilgimi çekiyor. İzmir’de şu anda pek çok ailenin konuğu bulunuyor, onları gezdiriyorlar. Bizim neredeyse hiç köylü akrabamız yok. Baba tarafım zaten İzmirli. Annemse çok küçükken Yugoslavya’dan göçmüş. Daha sonra gelen akrabaları da ya İzmir’e ya da Salihli’ye yerleşmişler. Dedem bazen Salihli’ye gidiyor ama onlardan bize yatılı gelen neredeyse hiç olmuyor.
Her neyse... Şu anda yakınımızdan iki tane baloncu geçiyor. İki tane, çünkü balonlar o kadar çok ki, bunları bir kişinin taşıması mümkün değil. Yolun kenarlarından ortasına yayılmış rengârenk balonlar, baloncuların arasında yarım yay çizerek gökkuşağına benzemiş. Bu gökkuşağının gerçeğinden tek farkı renklerinin sıralı olmaması… Fulya bu kez de balon istiyor. Babam hemen alıyor. Uçmaması için kız kardeşimin eline bağlıyoruz.
Ardından sergi salonlarını geziyoruz. Başka ülkelerin ürünlerine ilgiyle bakıyor, burada dağıtılan katalogları alıyoruz. En çok Hindistan Pavyonunu beğeniyoruz. Bu ülkenin çok renkli bir kültürü var. Kumaşları harika… İncik boncuk türünden süs eşyaları da ilginç.
Buradan çıkınca bir resim sergisine giriyoruz. İlgimi özellikle Kurtuluş Savaşını anlatan resimler çekiyor. Kadınları, en çok da savaşan kadınları seviyorum. Resimdeki bebeğini sırtına almış, yaralı askere su içiren anneyi içimden selâmlıyorum. Gözlerim pırıl pırıl. İçimin tüm heyecanı, saygısı gözlerime vurmuş şu anda; yüzümü aynada göremesem de hissediyorum.
Bu arada bir sürü kırtasiye malzemesi aldık. Hepsi de öyle güzel ki… Doğrusu babam bu gece çok para harcadı. Ama hiç de yakınmıyor. Babam öyle müşfik ki… Annem jarse elbisesinin içinde ne kadar alımlı… Kardeşim elinde balonuyla çok tatlı. Ağabeyim ise babam gibi müşfik ve mutlu.
Gecenin yıldızları üzerimize yağıyor.
PEMBEDEN BAŞKA RENKLER’DEN BİR BÖLÜM. (76 yılında İzmir fuarı)