Kültür ve Sanatta İdeolojik Sorunsal Üzerine
kültür, sanatını kendi doğallığı içerisinde yaşatırken, ideolojik yaklaşım veya etkiler, genelde bazı toplumların kendilerini kanıtlayamama durumlarından kaynaklıdır.
kültür, sanatını kendi doğallığı içerisinde yaşatırken, ideolojik yaklaşım veya etkiler, genelde bazı toplumların kendilerini kanıtlayamama durumlarından kaynaklıdır.
Ne acıdır ki bazı bireylerin dışında resmi ideolojiye güvenmeyenler, alternatif tarih ve kültür çalışması yapmış değiller. Alternatifsiz bir devlette sonuç, kocaman bir yalancı, taklitçi, şovmen toplum demektir.
Demokrasi ve insan haklarından dem vuran batılı toplumlar, Aleviliği ekonomik ve siyasi çıkarlarında kullanacakları bir noktasını bulamadıklarından, hak ettiği desteği hiçbir zaman sunmadılar. Sürekli ikiyüzlü davrandılar.
Aleviler ise; farklı toplum ve dinsel anlayışların saldırılarından olumsuz etkilenmeleriyle birlikte, 1500 yıldan daha fazla dağınık, düzensiz ve otoritesiz yaşamayı, özgürlükmüş gibi görmeleri yüzünden, Aleviliği hak ettiği yere taşıyamadılar.
Ana rahmindeki bebeklikten altı yaşına kadar geçen zaman diliminde, çocuk karakteristik özünü birinci sırada anne ve babandan alır. Belirleyici etkenlerse ailenin sosyal, siyasal, dinsel, kültür, ekonomik yapısı, doğrudan çocuğun insani temelini oluşturduğu daha öncede belirtilmişti. Esasında insan gerçek özünü, bu dönemde aldığı kadardır. Bizdeki önemli bir öz deyişle “Bir insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur” ifadesi bu gerçeğe vurgu yapıyor. Halk icadı olan bu kavramı, kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür.
Sağcı, dinci, solcu, liberal tüm düşünceden olanlar, Türkiye tarihiyle ilgili şu gerçekleri kabul etmeden, asla geleceği demokratik şekilde biçimlendiremezler. Bugüne kadar ifade edildiği gibi cumhuriyet, Anadolu halklarının kendi öz bilgi ve gücüne dayanan örgütlü mücadele sonucunda var olmuş bir devlet değildir. Eskiden beri Anadolu’da yerleşik olarak yaşayan halkların varlığı ve kültürü inkâr edilerek, Türklerin gerçekliğine dahi uymayan İslami suni bir devlet ve toplum oluşturuldu. Bu da yine emperyalistlerin teorilerine dayanan bir kurmacaydı.
Türkiye’de istisnaların dışında, hangi siyasetçi, devlet görevlisi iş başına gelmişse Allah, din, devlet, millet adına resmi, gayri resmi, yaptıkları ahlaksızlıklar Afrika ülkelerinde dahi görülmez. Bu olaylardan mahkemeye verilenler %3’ü bile bulmuyor. Çoğu da beraat veya hafif cezalarla sonuçlandırılmıştır. Devletin bu kadar kirli oluşunun temeli, Osmanlı’nın Yeniçeri Ocağı Çete kültürüne dayanıyor. Cumhuriyet yönetimi bazı şekilciliğin dışında, Osmanlı zihniyetini bir milim aşmış değil.
Esasında devletlerin sivil toplum örgütlerine ihtiyaç duymasının tarihsel kaynağı, Helenistik Çağ’da felsefi düşüncenin gelişmesiyle, Yunan Şehir Devlerinden etkilenerek var edilmişlerdir. Günümüzde yüzlerce modern devlet, Helenlerin bu demokrasi düşüncesinden yararlanarak, federal veya konfederal yapılar şeklinde yerinden yönetimi uyguladıkları halde, sivil toplum örgütlerine büyük anlam yüklemişlerdir. Bu gerekliliği var edense, çağa uygun daha mantıklı yaşayabilmek için siyasal, kültürel, ekonomik, mesleki sorunlara özerk ve özgür şekilde destek sağlamaktır.
Dünyanın herhangi bir ülkesinde kaos, çatışma, savaş varsa, kim ne şekilde düşünürse düşünsün, mutlaka derin sorunların bir sonucudur. Özellikle Müslüman ülkelerin gerek geçmiş tarihlerini gerekse günümüzdeki yaşamlarına baktığımızda, insanın öldürülmediği bir gün dahi yoktur. Bunun en açık örneği, Türkiye'de günde en az iki kadının kocası, kardeşi, babası veya sevgilisi tarafından öldürülmesidir. Aynı şekilde çeşitli olaylar yüzünden her gün kavga ve bu kavgalarda insanların ölmesi.
Dili; bilimsel (Lingustik) sistematiğe sahip gelişkin, özgür olmayan toplum ve yönetimlerin, düşüncesi özgür olsa bile, tek başına kimlik kazandırmaya yetmez. Dil ile düşünce bütünlük taşımasına rağmen, çoğu toplumlar, bazen dili bazen de düşünceyi öne çıkarmalarıyla, ikisini de durağan (Statik) şekle sokmaktadırlar.
Gerçek siyaset; insan için en zor şartlarda bunu kendi yaşamında uygulama iradesini gösteren felsefi bir duruştur. Uygulanmayan siyasetle yaşamak, hayal deryasında boğulup yok olmaktır.