Müslüman Ülkelerde Kaos, Çatışma ve Savaşların Ana Kaynağı

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Doğal olarak sürekli egoya doğru hızlı hareket eden kanın önüne doğru, gerçek, bilimsel eğitimle set çekilmediği sürece, insan bencil, narsist, hedonist, ukala, yalancı, ırkçı ve saldırgandır. Bu da hayvanlarda görüldüğü gibi sürekli boğuşarak yaşamak demektir.

 
Dünyanın herhangi bir ülkesinde kaos, çatışma, savaş varsa, kim ne şekilde düşünürse düşünsün, mutlaka derin sorunların bir sonucudur. Özellikle Müslüman ülkelerin gerek geçmiş tarihlerini gerekse günümüzdeki yaşamlarına baktığımızda, insanın öldürülmediği bir gün dahi yoktur. Bunun en açık örneği, Türkiye'de günde en az iki kadının kocası, kardeşi, babası veya sevgilisi tarafından öldürülmesidir. Aynı şekilde çeşitli olaylar yüzünden her gün kavga ve bu kavgalarda insanların ölmesi.
                                                                                                                                             
Diğer örneklerse, İslam Şeriatı ve buna yakın yönetilen tüm ülkelerde, günlük olarak idamlardan tutalım, cinsiyetçilik, çıkar kavgası, mezhepçilik, siyasal, ekonomik çekişme ve savaşlar, adeta kanıksanmış. Böyle bir gerçekliğin varlığını kimse inkâr edemeyeceğine göre, bu durumun ana kaynağını sosyolojik ve psikolojik olarak incelemek gerekir. Bilindiği üzere Müslüman ülkelerin hepsi din ağırlıklı yasa, kanun ve geleneklerle yönetilmektedirler.
 
Özellikle tek tanrılı dinler iktidar oldukları günden bu zamana kadar, kendinden olmayan herkesi kötü, akılsız görüp, toplumu buna göre eğitmeleri, tüm çatışmaların temel başlatıcısıdır. Bu mantık temel kültür görüldüğü sürece, Müslümanlar ne kadar mütevazi, barışçıl laflar etseler de sadece, İslam’ın reklamından başka bir anlama gelmiyor. Dinlerin tarihlerinden görüleceği gibi hangi din maddi manevi iktidar imkanlarına kavuşmuşsa, sürekli ötekini kötüleyip öldürerek, kendi egemenlik alanlarını genişletmiştir. Tek tanrılı dinler bu yüzünden, insanların yaşamını cehenneme çevirmeye devam ediyor. Güçte olsa yaşanan olaylardan ders çıkaran Yahudi ve Hristiyanlar reform, rönesans gibi yeniliklerle, en azından kendi içlerinde barışçıl yaşamayı becerebilmekteler.
 
Hristiyan ülkelerin bu anlayışları her şeyden önce, kendi dinlerinin daha fazla zarar görmesini önlemiştir. Şu nokta akıldan çıkarılmamalı; bağnazlığa dayanan her düşünce, birçok değeri katlederken, en sonunda kendisini de dejenerasyona uğratır. Peki.! Müslüman ülkeler neden hâlâ “Demokrasi ve Barıştan” nefret ederler? Bu sorunun cevabını Sosyoloji ve Psikoloji bilimine dayanarak kısaca özetlemeye çalışalım.
 
Sosyolojik Açıdan Müslümanlar: Her birey ve toplum yaşadığı ülkenin iklim, coğrafi, ticari, ekonomik, din ve düşünce niteliğine göre karakter kazanır. Müslüman ülkelerde karakterin en üst ana belirleyicisi din olduğundan, dinlerin tanrı emri adıyla maddi manevi egoizmi yüceltmesi, homojen toplum olsalar dahi birbirlerini öldürmeyi, normal ve kader olarak görmektedirler.
 
Örneğin akraba, soy ve dine dayalı aile toplulukları büyüdükçe, din ve aşiret kurallarıyla öz severlik, (Narsist) hazalıcı (Hedonist) ukala bir kültürle şekillenirler. Dini aşiretçilikle geniş topraklara sahip olan bu yapı, aynı zamanda diğer aşiretleri kendilerine tabi yapmak için, sürekli çatışmayı tanrının bir emri görürler. Müslümanların bu düşüncesi, modern devlet ve araçlarla süslenerek devam ettirilmekte. Adaletsiz ekonomik dağılım, eğitimdeki gerilik ve yetersizliklerin eklenmesiyle, Müslümanlarda sorgulama mantığı tamamen devre dışıdır. Dünyanın en geri bu kişilik, karakter ve kültür anlayışının ortadan kalkması, dinin devlete, siyasete, ekonomi ve bilim üzerindeki hakimiyetinin yok edilmesiyle mümkündür. Türkiye gibi sözde laik, göstermelik sosyal devletlerde, ilkelliklerin modern süslemelerle sürdürüldüğü akıllardan çıkarılmamalı.
 
Din, mezhepçilik, akraba, aşiretçilik hemşehricilik, ekonomik, siyasi, askeri olarak öne çıkan güçlü kişilere, tanrı gibi tapınılması. Maddi manevi siyasal güce sahip olanlar, kutsallıkları kullanarak diğerlerine hükmetmeyi tanrının emri, alınyazısı göstererek doğallaştırırlar.
 
Psikolojik Açıdan Müslüman Karakteri: Psikolojinin temel konusu “İnsan Egosu” ile karakterler değerlendirilirken, öncü kişiler temel belirleyicidir. Dinin her şeye hâkim olduğu toplumlarda dini öncü, siyasi lider ve yöneticilerin kültür seviyeleri ve düşünce yapıları, toplumun büyük çoğunluğunu aynı yapıda şekillendirirler. Ve toplumun çoğunluğunun tek yaşam dayandığı peygamber, şeyh, siyasi lider ve askeri gücü olanlara tapınıp, öykünerek bağnaz, bencil kişilikle egolarını tatmin etmektir. Zengin fakir, eğitimli eğitimsiz her insanın karakterini ilk şekillendiren ana kaynak, insanın damarlarındaki kanın beyindeki hücrelere yüklenme hareketine bağlıdır. Konunun daha net anlaşılması için şu örneği verebiliriz.
 
Yeryüzünde birikmiş göl suyunun önü açılıp akıtılmak istediğinde, su doğal olarak daha eğimli alana doğru hızla akacağından, birçok olumsuzluğa yol açacağı bilinir. Suyun istenilen alana göre akıp daha kullanılışlı olması için, gerekli kanal vb. setler yapılarak en verimli şekle getirmek mümkündür.
 
İşte insan denen canlının hayat kaynağı, enerjisi olan kan, vücut içerisinde suyun eğimli alanlara doğru hızlı akmasındaki gibi, her zaman egoyu destekleyen hücrelere doğru hızlı ve kolayca hareket edendir. Doğal olarak sürekli egoya doğru hızlı hareket eden kanın önüne doğru, gerçek, bilimsel eğitimle set çekilmediği sürece, insan bencil, narsist, hedonist, ukala, yalancı, ırkçı ve saldırgandır. Bu da hayvanlarda görüldüğü gibi sürekli boğuşarak yaşamak demektir.
 
Müslüman ülkelerin dini öncü ve yöneticileri, damarlarındaki kanın egoya doğru hızlı akmasına hiçbir zaman engel olmazlar, olmakta istemiyorlar. Toplumu buna göre eğitip yönettikleri için savaş, çatışma, didişme, yalan, hile vb. insanlık dışı anlayışlar, temel kültür haline dönüşmekte. Böylece hareketlenen narsist, hedonist, bencil, ırkçı duygular, Müslüman ülkelerdeki dini öncü, yönetici ve liderlerin en büyük kutsal siyasal araçlarıdır. Çünkü toplulukları arkalarında daha kolayca sürükleyebiliyorlar.
 
Hâlbuki Müslüman ülkelerin lider ve yöneticileri, bu mantıkla yalnızca kendisini ve etrafındaki birkaç dalkavuğu ömür boyu zenginlik içerisinde yaşatıyorlar. Bu gerçekliği göremeyen ya da görmek istemeyen halk çoğunluğu, sözde üstün din, üstün ırk ve büyük devlet şovenizmiyle, birbirini yiyerek mutlu olduklarını düşünürler. Kısaca Müslüman ülkelerde çatışma, savaş vb. olayların ana kaynağı bu ifade edilenlerdir.
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...

Konuk Yazarlar

80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER
Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu. Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın… Emeklilerin tercih...
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...