Güneş batmaya doğru geleneksel Sadık Dede Şenliği’nin yapılacağı, Erdmannhausen köyüne doğru yola çıktık. Erdmanhausen, şehrin dışında, ekin ve çayırlarla kaplı, yemyeşil bir yerde. Etrafı ağaçlarla kaplı daracık köy yolları, tektük çiftlik evleri, öbek öbek köy benzeri yerleşim birimleri... Kampa yetiştiğimizde kuzenim Sinan’ın doğum gününü kutlamış olan küçük bir kalabalık dağılmak üzereydi.
Ertesi gün erkenden geldik. Kahvaltıyı hazırlamakla meşgul, Kuzenim Hüseyin’le Sinan'ı bırakıp, gençlik evinin önünden, ekinlere doğru köpeğini gezdiren bir ailenin peşi sıra yürüyüşe çıktım. Sağım ekin, solum çayır çimen... Yol boyu, tek sıra halinde uzayan, elma, vişne ve ceviz ağaçları... Vişneler, iri, olgun, siyah... Dayanamayıp ikisini yedim bile. Hımm hoş... Elma ve cevizler minnacık daha. Solda, sık, dolgun kellelerden oluşmuş bir buğday denizi... Kadının biri, poşetli eliyle köpeğinin kakasını topladı, bağladı, kenara bıraktı. Hem de o ıssız yerde...
Dokuza doğru Erdmannhausen Kampı'nın etrafı arabalarla doldu. Kahvaltımızı açık havada, önceden dizdiğimiz masalarda yaptık. Sadık Dede’nin, 3, 4 ve 5. kuşak torunlarından oluşan cıvıl cıvıl bir kalabalık... Sarılıp öpüşmeler, hal hatır sormalardan sonra kahvaltıya geçildi. Kahvaltı sonrası kitabımı (Kırmızı Fare) merak eden bir kitle tarafından kuşatıldım. Kendilerini anlatan, kendilerinden birinin yazmış olduğu bir roman... Nasıl merak edilmesin ki... Heyecanlı, mutlu yüzler, kitabı alındığı anı ölümsüzleştirmek için bir de fotoğraf çektiler.
Gençler gençlerle, çocuklar çocuklarla hızla kaynaştılar. Kimi langırt oynamaya, kimi program gereği futbol oynayıp seyretmeye, kimi de voleybol ve benzeri oyunlar oynamaya başladı. Sandalyesini kapan, öbek öbek oturan gruplardan birine karışıp sohbete daldı. Sohbetin konusu, iş, geçim, Türkiye, anılar, taşkala şaka, biraz da siyaset...
Derken öğlen yemeğine geçildi. Menü zengin... Kaynamış et, pirzola, pilav, makarna, mantı, salata... İçecekler masada, hangisini istersen...
İkindi, program gereği, toplantı salonuna geçildi. Çocukların gürültüsü işitilmesin diye de raylı, portatif kapılar sımsıkı kapandı. Sadık Dede Şenliği'nin hayata geçirilmesinde emeği geçen Seyit Aksın açış konuşmasını yaptı. Almanya ve İsviçre’ye dağılmış olan, bir yarısı Türkiye’de olan insanlarımızı kaynaştırmaya, dayanışmaya ve birbirini sevmeye iten yararlı bir konuşmaydı. İkinci konu, şenlik boyunca yapılan masrafların bölüşülmesi ve birliğe dâhil olanların gereksinmeleri (hastalık, ölüm, düğün) için oluşturulması düşünülen fondu. Her iki konu da kısa bir tartışmadan sonra karara bağlandı.
Masraflar: Aileler 50, kişiler 30 Euro,
Fon: Ayda 10, yılda 10x12=120 olarak karara bağlandı.
Birliğin en yaşlısı Sadık, içinde, Sadık Dede’nin mezarının da bulunduğu köyün en eski mezarlığını (Çivitxan) surla çevirdiğini, gittikçe belirsiz hale gelen ve Kadıoğlu’nun Bertizlere sattığı arazinin ortasında kalan bu mezarların onarılması için 600 Euro’ya yakın para topladı.
Akşam yemeğine, ızgarada pişirilmiş tavuk etiyle köfte de eklendi. İçkiler, bira, rakı, yer yer de viski... Kafalar gıcır... Kimi şakalaşıyor, kim askerlik, kimi gençlik anılarını anlatıyordu. Gençler yakınlaşıyor, halaylar çekiliyor, kimi de hareketli bir müziğin ritmiyle kendinden geçercesine oynuyordu... Sesi güzel olanlar, bağlamalarına yüklenip, özlem duyduğumuz deyişler okudular.
Şenlik gece yarısına kadar sürdü. Hiç bitsin istemedim. Korna sesleri ve bir ışık huzmesi altında vedalaşıp ayrıldık.
Arabamız, ekinlerin arasında yol alırken, Erdmannheusen Gençlik Kampı, fırtınalı bir denizde, dingin, şirin bir gemi gibi ışıldıyordu.
11.06.2014, Zürich