Tarihselden Güncele İbrahim Kaypakkaya[1]

Temel Demirer kullanıcısının resmi
“Yolu,

yürüyen bilmez;
açan bilir...[2]
 
Dersimiz; “Ben proletaryanın ideolojisini benimsemiş, halkın kurtuluşunu savunan bir Komünistim!” vurgusuyla, “Komünistler tarihin devrimci mücadelede silah hâline getirilmesini çok iyi bilirler,” diyen İbrahim Kaypakkaya’ya.
Ondan; “Yalanı yenen ölümsüz,”[3] diye söz edip, “övmek”ten “ceza”landırılan[4] birisi olarak onur duyduğumu, bir kez daha burada, Dersim’de ifade ederek belirteyim: İbrahim Kaypakkaya hâlâ hepimize ders veren öğretici(miz) olması yanında, sevilmesi “suç” ilan edilmiş yoldaşımızdır.
Kolay mı?
“Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!
Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zindanlarıyla tanışıyor!
Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay hâline!
Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var”[5] ki Onun gibi?
Çok az! Bunda da şaşırtıcı bir şey yok: İbrahim Kaypakkaya’nın, Friedrich Engels’in, “Ne akıl meşalesiydi ki bu sönen, ne yürekti, o artık çarpmayan,” sözlerini anımsatan bir komünist olması yanında; resmî ideolojiye karşı dik duruşu, baş eğmezliğiyle düzen içine çekilemeyip, ehlileştirilememesi sevilmesini, sahiplenilmesini “dava” konusu kılmaktadır…
Özetle V. İ. Lenin’in ifadesiyle, “Tarihte hiçbir sınıf, hareketi örgütleme ve yönetme yeteneğine sahip siyasal önderlerini, ileri temsilcilerini yaratmadan egemen olamamıştır,” dediklerindendir İbrahim Kaypakkaya…
Devrimci hareketin büyük kesimi için önemli bir başkaldırı olarak değerlendirilen İbrahim Kaypakkaya’nın anlaşılmasının “olmazsa olmaz” önkoşulu, Onun yapıtları ile devrimci praksisinin içinde varolduğu, siyasallaşıp, devrimcileştiği dünyayı ve coğrafyamızı ana çizgileriyle Marksist açıdan kavramaktır.
Bu böyle olduğunda da herkesin malumu olduğu üzere: Diyarbakır’daki işkence tezgâhlarında dökülen kanı Kürtlerin kanına karışan İbrahim Kaypakkaya’yı; “Sana en çok benzeyen yazdıklarındır,” diyen bir Arap özdeyişi anımsatırken; Onun gerçeği, inceleme ve araştırması, insan(lık)a dayatılanı “11. Tez”deki üzere aşmak; dünyayı değiştirmek içindir. Tam da bunun için Recaizade Ekrem’in deyişiyle, “Şêwaza beyanê, eyneya însan e/ Üslubu beyan, aynıyla insan”dır yazdıkları…
Ve de “Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor; belki biz olmayacağız ama bu çelik aldığı suyu unutmayacak,” diyen İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci kişiliği, teori ve pratiği ile “müsemma”dır.[6]
 
I. AYRIM: KİMDİR?
 
İbrahim Kaypakkaya’dan söz etmek; Onu anlamak ve anlatmak kolay bir şey değil; hatta çok zor; öncelikle bunun altını çizerek başlayayım konuşmama...
Önce bir soru: İbrahim Kaypakkaya öldü mü? İçinizde buna “Evet” diyen var mı? Olduğunu zannetmiyorum; ama varsa ne yazık...
Antoine de Saint-Exupery’nin, “Anısına saygı gösterildi mi, ölen insan, yaşayan insandan daha çok aramızdadır,” sözlerine müthiş değer biçenlerden birisi olarak beni, İbrahim Kaypakkaya’nın “öldüğü”ne kimse inandıramaz!
İyi de nedir İbrahim Kaypakkaya’yı bu denli “ölümsüz” kılan?
Bir komünist; “Ser verip sır vermeyen” TKP-ML’li bir proletarya enternasyonalisti; bir halk savaşçısı; ya da özetle İbrahim Kaypakkaya olmasıydı...
Kimdir İbrahim Kaypakkaya?
Yanıtı bir mücadele arkadaşına bırakıyorum:
“1972’de tüm görüşlerini yazılı hâle getirdiğinde 23 yaşındaydı. O dönemde, kimsenin göremediği ya da açıktan söyleyemediği şeyleri söyledi...
Ateşli bir ruha sahipti. Hayal dünyası zengindi...
Düşünsel olgunluğa, tahlilci yönteme sahip[ti]...
Felsefe ve edebiyata teğet geçen bir politikanın kör olduğuna inanıyordu...
Şiir yazıyordu...
En sevdiği şair Nâzım Hikmet’ti...
Ruhi Su, en sevdiği ozandı. Mahsus mahâl türküsünü sık sık söylerdi...
Güreş tutmayı seviyordu...
İbo, kitle adamıydı. Kitle inisiyatifine, gerçek yaratıcıların tarih sahnesine çıkmasına tutkundu...”[7]
Bilindiği gibi, Onun da mensubu olduğu 68 kuşağında, “Normal değil de anormal, küçük değil de büyük bir iş yapmak eğilimi... güçlüydü. Devrilmeyecek hiçbir şey yoktu, yeter ki haksız bir konumda olsun. Özgürlük bir hayal değildi. Dünyanın koyu karanlığına yüklenmek gerekiyordu. Yüklenince özgürlük iklimi doğar ve bizi içine çeker, değiştirir, onu derinleştirecek insanlar hâline getirirdi.
İbo, bir 68’li olarak, oldukça iyimser, umutlu ve programlı bir insandı...”[8]
Yine Onu 70’lerden[9] tanıyan yakın bir arkadaşına göre İbrahim Kaypakkaya; “Bir şeye inandığı zaman onu çok sessiz ve sert bir şekilde savunurdu...”[10]
Bıkıp usanmayan mütevazı mücadeleciğiyle O; “Direnişin tarihini hayatıyla yazan bir kahraman”[11] olması yanında; taşı taş üstüne koyarak geleceği önünü açan bir son saat işçisiydi...
Ragıp Zarakolu’nun da dikkat çektiği gibi, “İbrahim kendi coğrafyasında gerçeği arayış içindedir. Soruyor, okuyor, araştırıyor, bilgi depoluyor, yorumluyor, bazı sonuçlara varıyor. Lenin’in deyişiyle ‘somut koşulların somut tahlili’. Gerçeği arayış yolculuğunun bu tarzı”ydı.[12]
Bu noktada ünlü “11 madde ya da ilke”sinde, “Silahlı mücadele esas, diğer mücadele biçimleri talidir...
“İllegal faaliyet esas, legal faaliyet talidir...
Ülke çapında düşman bizden güçlü olduğu müddetçe stratejik savunma esastır...
Stratejik savunma içinde taktik taarruzlar esas, taktik savunma talidir...
Örgütlenmede parti örgütlenmesi esas, diğer örgütlenmeler talidir...
Diğer örgütlenmeler içinde silahlı mücadele örgütleri esastır,”[13] diyen O; yani “TKP-(ML)’yi oluşturan İbrahim Kaypakkaya muhalefeti, silahlı mücadeleyi başlattı. Kısacası, PDA grubu, devlet ve devrim konusunda görüşler ileri sürmesine rağmen, fiilen reformcu hatta yer alıyor; 1975 sonrasında ise, teorik ve politik hattıyla, burjuvazi ve onun devletiyle ittifak çizgisine geçiyordu...
“TKP-(ML), devrimci siyasal mücadelesini mahkemede ve cezaevinde kararlı, mücadeleci tutumuyla sürdürmüştür. Siyasal eylemi yanında, ideolojik yönden burjuva düşüncesinin en az taşıyan örgüttür. Siyasal yönden, devletten ve sermayeden koptuğu gibi, Kemalizmi reddederek de burjuva ideolojisinden önemli bir kopuşu gerçekleştirmiştir.
Leninist teorik zemine yaslanan milli meselede, tespitlerinde eksik ve yetersizlikler bulunsa da, esas itibariyle doğru tavır almıştır. Ulusların kaderini tayin hakkının, ayrı devlet kurma anlamına geldiğinin altını çizmiş, bu konuda enternasyonalist bir tutum takınmıştır. Kürt sorununu Leninist çerçevede ele alarak, somut siyasi çizgisini oluşturmuştur...”[14]
 
I.1) NE YAPAR?
 
Nâzım Hikmet’in, “Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer/ ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak/ kabahat senin,/ -demeğe de dilim varmıyor ama-/ kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!” dizeleriyle de betimlenmesi mümkün olan çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u” tablosunda İbrahim Kaypakkaya’yı (ve elbette diğer devrimci değerleri) döne döne anımsatmak “olmazsa olmaz”dır…
Çünkü İbrahim Kaypakkaya herkesin öğrenmesi gereken bir devrimci etik, yani komünist ahlâkın felsefesidir.
Ahlâksal pratiğin kuramı olan etik, “Ne yapmalı, neye göre yaşamalı” sorularını soran ahlâk felsefesiyken; hareketlerimizi yönlendiren kurallara da etik denir.
O hâlde devrimci bir etikten söz ederken İbrahim Kaypakkaya asla görmezden gelinemez…
Tam da bu bağlamda eyleme geçmiş devrimci/ insanî bir vicdandır İbrahim Kaypakkaya…
Kolay mı? Etik ve ahlâk gibi kavramlarla ilintili adalet ölçüsüdür vicdan…
Vicdanın hakikât arayışı olması, eylemli bir süreçle mümkündür. Vicdan insan olmanın bir parçası, “olmazsa olmazı”dır…
Eleştirel tutumunun cisimleşmesi; öğrenilen, dolayısıyla da öğretilen bir kavram olarak “vicdan” çok önemli bir işe yarar: İnsanı insan yapar.
Sol memenin altındaki olarak da tarifi mümkün olan vicdan, bugüne “Hayır de!” diyendir…
Ya da Raskolnikov’u sürüm sürüm süründüren şeydir vicdan…
Yılmaz Güney’e, “Dünyada bu kadar mutsuzluk varken mutlu olmak elde mi sevgili” dedirtendir…
Veya Che Guevera’nın, “Hayatta daima gerçekleri savun! Takdir eden olmasa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun,” sözleriyle betimlenen bireyin “etken” bir hâle gelebilmiş bilincidir vicdan…
İbrahim Kaypakkaya’da somutlandığı üzere…[15]
Bunun yanında Muzaffer Oruçoğlu’nun, “Kaypakkaya, her şeyden önce, devletle devrimi ayırdı; devleti, devrimin karşısına dikti ve devrimin asli görevinin, bu cihazı parçalamak olduğunu savundu,”[16] diye betimlediği Onun düşünceleri, eylem içinde, dünyayı değiştirmeye yönelik praksiste oluşur.
Hatırlayın: Karl Marx, Alman filozoflarıyla dalga geçerken, onların “fikirlerin karşısına fikirleri koyma” ahmaklığını eleştirip, “gerçek hareket”ten, devrimci praksisten söz ediyordu, “Ortamın değiştirilmesi ile insan faaliyetinin ya da kendi kendini değiştirmenin çakışması, yalnız devrimci pratik olarak kavranabilir ve ussal biçimde anlaşılabilir,” diyerek!
O devrimci bir praksistir ve bu bağlamda “mişli” geçmiş zamandan değil; hemen şimdiden söz ediyorum!
William Faulkner’in ifadesiyle, “Geçmiş asla ölü değildir. Geçmiş, geçmiş bile değildir…”; İbrahim Kaypakkaya örneğindeki üzere…
Evet postmodern vazgeçişin dört yanımızı, çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”yla kuşattığı bir kesitten geçerken, anımsanması gereken, Adnan Yücel’in, “Ne kırlarda direnen çiçekler,/ Ne kentlerde devleşen öfkeler/ Henüz elveda demediler…” dizelerindeki vazgeçmeyen devrimci isyan, irade ve kahramanlık örneklerinden birisi olan İbrahim Kaypakkaya’dır…
Devrimci, sadece hayallerle yetinmeden, ütopyasını gerçekleştirebilmek için harekete geçendir; Spartaküs, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Che Guevara, İbrahim Kaypakkaya ve adını zikredemediklerim gibi…
Devrimci, karanlığa “Zamanın Ruh(suzluğu)u”na teslim olmadan bir ömür boyu mücadele eden Hikmet Kıvılcımlı’dır, V. İ. Lenin’dir, Marx ile Engels’tir…
Kolay mı? Köklü, radikal dönüşümler gerçekleştirmek için eski(yen) dünyayı topyekûn karşına alabilmektir devrimcilik…
Bu bağlamda devrimciyi devrimci kılan yaptıklarıdır; yaşamıdır…
Yani özenti, laflazanlık, demogogluk değildir devrimciliktir; tıpkı İbrahim Kaypakkaya gibi…
 1949’da Çorum’da doğup; 18 Mayıs 1973’de Diyarbakır’da, işkence tezgâhında katledilen İbrahim Kaypakkaya, devrimin insan bedenine girmiş hâlidir.
Dersimli Ali Haydar’ın yoldaşıydı ve dahi Deniz Gezmiş’in, Hüseyin İnan’ın, Yusuf Aslan’ın, Sinan Cemgil’in, Ömer Ayna’nın, Mahir Çayan’ın, Ulaş Bardakçı’nın, Hüseyin Cevahir’in ve ötekilerin de…
Ser verip sır vermeyendi. Sıkı devrimciydi; kızıl bir güldü…
Direncin, direnişin, umudun ve onurun simgesiydi…
TKP/ML’nin kurucularından olup, kasketin en çok yakıştığı bir dava insanıydı…
Cesaret, irade ve bilincin en olgun ve çarpıcı örneğiydi…
Kemalizm ve Kürt Sorunu’nunda örnek bir duruştu.
İbrahim Kaypakkaya’nın Kürt sorunundaki gelişkin çizgisi, Mustafa Suphi’lerin TKP’sine sahip çıkarken; Şefik Hüsnü TKP’sini, “Oportünist, Kemalizm kuyrukçusu” olarak mahkûm etmesi ve Kemalizm konusundaki kopuşu devrimci hareketin tarihinde özel, temel, yaşamsal bir değer taşımaktaydı.
Teorik ve pratik yanıyla devrimciliği iyi bilen, uygulayan bir önderdi.
İbrahim Kaypakkaya’nın da içinde yer aldığı 1971 pratiği, devrimci tarihin önemli bir kopuş momentidir; sistem dışı ve devlet karşıtlığına somutlanarak; devrim yolunu işaret eder.
Bu bağlamda da revizyonist, legalist, parlamentarist çizgiye devrimci bir itirazdır.[17]
Devleti karşısına, devrimin dikilmesidir.
Devrimin güncelliğini savunan İbrahim Kaypakkaya’nın en temel özelliklerinden biri de Bolşevikler gibi uzlaşmazlığıdır.
Bu özelliğiyle O, dövüşmeyi, ileri atılmayı, yenilenmeyi, yeni devrimci güzergâhlar açmayı, kavgada sonuna kadar gitmeyi anlatır.
Hayalleriyle dünyayı kucaklarken; sınıf mücadelesine sımsıkı sarılır.
Hayatın ve hayalin bilgisiyle devrimci teoriyi devrimci pratik için sürekli yenileyip, çoğaltarak geliştirir.
Teoriye hak ettiği evrensel önemi verirken de; yerel ve özgül olanı bulup çıkarmaya çalışır.
Bu bağlamda Onun görüşleri, kopuş ve oluş hâlindeyken; verili çerçeveleri yıkar ve aşar.
Devrimin imkânı noktasındaki net duruşuyla İbrahim Kaypakkaya’nın kendini ortaya koyuş tarzı, biz(ler)e düş görmeyi, düşlerin peşinden gitmeyi, düşünmeyi, yenilenmeyi ve önderleşmeyi öğretir.
Marksist olmanın ilk temel şartlarından biri -olanca politik anlamıyla- devrimci olmakken; devrimci teorinin atan yüreği, pratiğin işleyen beyni İbrahim Kaypakkaya’nın sınıf hareketine verdiği önem yaşamsaldır. Çünkü O; resmi ideolojinin iki “olmazsa olmaz”ı Kürt Sorunu ve Kemalizm konusundaki çıkışıyla geleneksel düşünceleri alt üst edip, eski ile bağlarını koparan bir devrimcidir. 
 
I.2) PARAMAZ’LI, MUSTAFA SUPHİ’Lİ 1971
 
Coğrafyamızdaki devrimci hareket açısından 1971 silahlı çıkışı, uçurumun kenarında yürümenin cüret ve cesaretini simgeleyen bir momenttir.
1971 silahlı çıkışında Deniz’de, Mahir’de, Kaypakkaya’da somutlanan pratik-politik duruş devrimcidir.
1971 isyancıları, TİP’in parlamenter çizgisini reddederek devrimi seçmişlerdi. Onlar kurtuluşun reformlarda değil, devrimde olduğunu fark edip, gerçekleştirdikleri sıçrama ile devrimci akımların kurucuları olmuşlardır.
1971 ihtilalcileri, samimi, bozulmamış, laçkalaşmamış, hile hurda bilmeyen militanlarken; İbrahim Kaypakkaya’nın arkadaşı Askar Yılmaz’ın ifadesiyle söyleyecek olursak, “1970 kuşağı, her şeyden önce, ilkeleri olan, safları belli kuşaklardı. Benimsedikleri ve karşı oldukları ilkeler, her türlü bireysel çıkarların çok ilerisinde ilkelerdi. ‘Ülkemizin bağımsızlığı’, ‘emekçilerin birliği’ ve devrim için emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele, 70’ler kuşağının temel ilkeleriydi.”[18]
Gerçekten de cesaret, kendine güven ile dünyayı değiştirme isteği onların evrensel özelliğiydi; 1971 çıkışı, başkaldırı ve kopuş devrimciliğidir. Başkaldırı devrimciliği, buzu kıran yeni bir yolu açan devrimciliktir. Reddetmekle başlar, kopuşla sürer, yeniyi inşayla varoluşunu gerçekleştirir.
Başkaldırı ve kopuş devrimciliği verili durumu, alışılageldik anlayışı ve tarzı yıkar. Yeni bir varoluş tarzı kurmaya girişir. Yıkıcı ve yapıcıdır. Öncü ve kurucudur. Sabırsız ve hesapsızdır. Ümitli ve cüretkârdır. Ütopyacı ve serüvencidir. İsyan, kopuş ve yeniyi var etmenin, ilk olmanın tüm hasletlerini doğasında taşır.
Eksikli doğar, hazırlıksız başlar, yanılgılar taşır, yanlışlar yapar ve ancak asi, duru, samimi devrimciliği yükseltir. Yeni böyle yaratılır. Devrimci irade, örgüt, siyaset ve önderlik ete kemiğe bürünür. 1971 sıçrayışının önderleri tam da böyle bir kopuş devrimciliğini temsil ederler. “Devrimde devrimi” yaparlar.
Mahir, Deniz, İbrahim’de simgelenen devrimci kopuşun arka planında her şeyden önce büyük düş gücü, devrimci romantizm, devrim isteği ve pratiği durur. 1971 devrimcileri büyük toplumsal devrimci uyanışın içinden gelirler. Yepyeni bir dünyanın düşüne uyanırlar. Umutla, aşkla sosyalizme bağlanırlar.[19]
1971’in bu özellikleri, Mustafa Suphi liderliğinde 10 Eylül 1920’de Bakû’de kurulan Türkiye Komünist Partisi (TKP)’sinin de ana çizgilerini taşır.
Vehbi Ersan’ın, Mustafa Suphi (ile yoldaşlarının) katledilişine ilişkin olarak,[20] “Alınyazısı gibi sürecek trajediyle başladı”[21] notunu düştüğü sosyalist harekete dair İbrahim Kaypakkaya, “Mustafa Suphi yoldaşın ölümünden sonra kesin sağcı ve revizyonist bir çizgi izlemiştir. Partinin önderliğini ele geçiren Şefik Hüsnü, Kemalistlerden, sosyalist devrim yapmalarını bekleyecek kadar Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmıştır,” demiştir.[22]
Ancak 1971’in taşıdığı paralellikler, sadece Mustafa Suphi TKP’siyle değil, Madteos Sarkisyan (Paramaz) ve 19 Ermeni yoldaşıyla ilişkilendirilmelidir.
Bilindiği gibi Ermeni Hınçak Partisi Üyesi Paramaz ve 19 yoldaşı 1915 Haziranı’nda idam edildiler. Adını SDHP olarak değiştiren partinin militanları Divan-ı Harp’te göstermelik bir yargılanmayla alelacele idama mahkûm edilip, bir şafak vakti Beyazıt’ta idam edildiklerinde henüz Mustafa Suphi’nin 1920’de kuruculuğunu yaptığı TKP yoktu. Ekim Devrimi gerçekleşmemişti.
Ermeni devrimcileri, 1915 Soykırım sürecinde bir askeri harekât çerçevesinde toplanıp katledilerek kadim topraklarından kazındılar. Bu operasyonun bir parçası olarak Sosyal Demokrat Hınçak parti militanları ve yöneticilerinden 20’si düzmece Divan-i Harp’te yargılayıp, 2-15 Haziran 1915 tarihinde Beyazıt Meydanı’nda idam edildiler. Paramaz son söz olarak arkadaşları adına: “Siz yalnız bizim vücudumuzu ortadan kaldırabilirsiniz, bizim ideallerimizi asla, bu ideallerimiz yakın gelecekte gerçekleşecek ve bütün dünya bunu görecek, ideallerimiz sosyalizmdir,” sözleriyle, idam sehpasında ideallerini tekrar eder.
“Müstakil ve muhtar bir Ermenistan teşkili için suikastlar tertip ettikleri tespit olunan Hınçak Komitesi azaları” Kafkasyalı Paramaz namıyla maruf Mateos Sarkisyan’la birlikte, doktor Bene Torosyan, emlakçı Aram Açıkbaşyan, hukuk mezunu muhabir Vanlı Keğam Vanigyan, Bahçecik Ermeni okulunda öğretmen ve yazar Yervant Topuzyan, tüccar Rupen Garabedyan, öğretmen Hovhannes Der Gazaryan, öğretmen Tovmas Tovmasyan, Singer firması çalışanı Hagop Basmacıyan, Murat Zakaryan, Mıgırdıç Yeretsyan, çadırcı Karekin Boğosyan, Armenak Hampartsumyan, kunduracı Yeremya Manukyan, kunduracı Apraham Muradyan, Giresunlu rençber Minas Keşişyan, terzi Sımpad Kılıçyan, kahveci Karnik Boyacıyan, tıp öğrencisi Hırant Yegavyan, kuyumcu Boğos Boğosyan eşitlikçi, özgür bir dünya özleyen Ermeni sosyalistleriydi… Asıldılar!
Söz konusu Ermeni komünistler, sadece Rusya’daki RSDİP örgütlenmesinden haberdar olmakla kalmamış, dünyadaki hemen her komünist hareketle ve siyasal gelişmeyle yakından ilgilenmişlerdi. II. Enternasyonal’le ilişki içinde olan Ermeni partilerinin varlığı da bilinmektedir. 
Yine Friedrich Engels, 1888’de Komünist Manifesto’nun İngilizce çevirisine ön söz yazarken bu gerçeği tarihin bilgisine sunmuştur. Manifesto’nun Türkiye’de Ermenice’ye çevrildiğini, ancak yayıncının Karl Marx’ın ismiyle basılmasına itiraz ettiğinden söz ettiği tarihte henüz Komünist Manifesto’nun Türkçe çevirisi için bir arayış ve çabanın olup olmadığı bilinmiyor. Komünist Manifesto’nun Ermenice baskısının hazırlıklarının yapıldığı, hatta çıkacağına ilişkin ilanların da çıktığı, fakat basılıp basılmadığının tam olarak bilinemediğini, bu bilginin de karanlıkta kaldığını bir not olarak düşelim.
Türkiyeli devrimciler, bu topraklarda ilk sosyalizm bilincinin oluşmasında ve hareketin başlatılmasında Rum ve Ermeni sosyalistlerin rolünü bilince çıkarıp, sindirmekte ve bunu tarihlerinin bir parçası yapmakta başarılı olamadılar. Oysa, Osmanlı imparatorluğunun sınırları içindeki Ermeni, Rum ve Müslüman olmayan halkların içinden çıkmış devrimcilerin, sosyalistlerin ve komünistlerin ilk aydınlanma bilinci edinmiş olmalarıyla övünebilirlerdi! İlk işçi direnişleri, ilk sosyalist örgütlenme çabalarında, yine Müslüman ve Türk aidiyeti olmayan önemli bir tarih vardır. Ancak ne yazık ki, Türkiye solunun ve komünist hareketinin yazımında, neredeyse resmi tarih anlatıcılığı ile paralel bir yaklaşım hâkim olmuştur. Sol hareket; komünist hareketin tarihi dayanaklarını yazarken, Ermeni komünistleri yok saymış, komünist hareketin tarihi Türk ve İslâm unsurlarıyla (Komünistlerin dinle ilgisi olmamasına rağmen, köken olarak İslâm) başlatılmıştır.
Bu da devrimci hareketin “ulusal” damarını güçlendirirken; enternasyonalist kimliğini zedelemiştir. Ancak Filistin ile kan kardeşliğiyle maruf 1971 kopuşu “Kürt Sorunu”na sırt dönmeyerek, zedelenen enternasyonalist kimliği yeniden ayaklandırmıştır.
“Topyekûn devrim(cilik)”le “suçlanan” bu duruş;[23] “goşist”(?!) ilan edilirken; Vladimir Mayakovski’nin, “susun artık konuşmacılar/ siz savdınız sıranızı/ söz sırası mavzer arkadaşta/ şimdi o konuşacak,” dizeleri ile Che Guevara’nın, “Şiddet, sömürücülerin ayrıcalığı değildir, sömürülenler de, onu uygulayabilirler ve dahası, uygun anda kullanmalıdırlar,”[24] satırlarındaki uyarıya sırt dönmüşlerdir.[25]
1971, sırt dönülen bu yaşamsal meseleyi yani V. İ. Lenin’in ‘Devlet ve Devrim’ tezlerini yeniden gündem maddesi ilen etmiştir ki, bu noktada İbrahim Kaypakkaya’nın rolü önemlidir.
Bu güzergâhta “İbrahim Kaypakkaya’nın Ak Aydınlık ya da ‘Şafak Revizyonizmi’nden kopuşması kesinlikle devrimci bir adımdı.”[26]
TİP’den kopan diğer gençlik hareketi Ak Aydınlık (TİİKP) oldu yani Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi. Bu grup Aydınlık Dergisi etrafında oluştuğu için bu adı aldı. 1971’de merkez komitesini Doğu Perinçek, Ömer Özerturgut ve Şahin Alpay oluştururken;[27] Cengiz Çandar’da o saflardaydı.[28] Ama kurulur kurulmaz içinden İbrahim Kaypakkaya önderliğinde bir grup koparak TKP(ML)’yi yani Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist’i kurdu. Kaypakkaya’nın Aydınlık çizgisinden ayrılışını resmileştiren ‘DABK (Doğu Anadolu Bölge Komitesi) Kararları’ adlı manifestoydu. Temel olarak kadrosu akademisyenlerden oluşan TİİKP’nin aksine dünyada ve Türkiye’de devrimin objektif şartlarının oluştuğunu ve silahlı mücadeleye başlaması gerektiği savunuluyordu.[29]
 
I.3) DURUŞU
 
Karl Marx’ın ‘18. Brumaire’deki şu çözümlemesi, İbrahim Kaypakkaya’nın duruşundaki öneme dair iddialarımızı beslemez mi?
“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Ama bunu sırf kendi keyiflerine göre yapamazlar. Kendileri tarafından seçilen durumlarda değil de, tamamen geçmişten gelen, geçmişin belirlediği koşullar altında yaparlar bunu. Tüm ölü kuşakların geleneği, yaşayanların beynine bir kâbus gibi çöker... Tıpkı yeni bir dil öğrenmeye başlayan birinin, öğrendiklerini her zaman ana diline tercüme ettiği, ama bu yeni dilin ruhuna tamamen vakıf olan birinin ancak eskisini hatırlamadığında ve bu yeni dili kullanacağı sırada kendi dilini unuttuğu taktirde düşüncelerini açıkça anlatabildiği gibi...”[30]
O hâlde diyebilirim ki, İbrahim Kaypakkaya 1971 silahlı kalkışması dilinin önemli bir lehçesi ve geleneğidir. Çünkü tarih, sahnesine çıkıp dünyayı değiştirmeye cüret edebilen insan(lar)a misyon(lar) yükler. Bunlardan biri de İbrahim Kaypakkaya’dır... Çünkü O’nun kararlı mücadelesi, -6 Temmuz 1535’te idam sehpasında- “Kellesi uçmakla insanın başına felaket gelmez,” diyen ‘Ütopya’nın yazarı Thomas More’nun son sözlerini kanıtlamıştır sanki...
Bir şeylerin altını öncelikle ve özellikle çizerek, devam edersek: İbrahim Kaypakkaya, sosyalist hareketin radikalleşip, kitleselleşmesinde önemli bir kilometre taşıdır... Ya da diğer bir deyişle 1971 silahlı kalkışmasında somutlanan kopuşun “ser verip sır vermeyen” simgesidir... Ve “Avrupa Marksizmi”nden veya “Kemalist ulusçuluk”tan malûl sosyalizm yorumlarına bir itiraz anlamı taşıyan söz konusu “kopuş” aynı zamanda bir “yenilenme”nin de ilanıdır...
Söz konusu “kopuş” ve “yenilenme” ile Türk(iye) sosyalist hareketinde “tabu” sayılan -Kemalizm, militarizm, resmi ideoloji, vb. gibi!- birçok soru(n) geniş kitleler nezdinde tartışılmaya açıldı ki, bu da bir “yol ayrımı”ydı...
1961-1971 kesitinde ipuçları belirginleşen yol ayrımı, 1971 silahlı direnişiyle somutluk kazanır. TİP’de ve TKP’de ifadesini bulan eğilimden ve ‘Devrim Gazetesi’ etrafında (‘Kadro’ ile ‘Yön’den arta kalanlarla) toplananlardan devrimcilik/reformizm ekseninde ayrışan radikaller, “Silahlı mücadelenin esas alınması” gerekliğinden hareketle silahı ve siyaseti örgütleyerek THKO, THKP-C ve TKP-ML’yi oluştururlar...
Devrimci eylemin içinde “Avrupa Marksizmi”nden veya “Kemalist ulusculuk”tan malûl sosyalizm yorumlarından kapsamlı bir politik kopuşu hayata geçirmeye çalışan bu üç örgüt, kendilerinden sonraki sol hareket üzerinde kalıcı etkiler bırakmışlardır.
Yeri gelmişken ekleyelim: “Avrupa Marksizmi” deyip geçmemek gerek! “Avrupa Marksizmi Bernstein ile başlatılabilir ve Kautsky, Avrupa Marksizmi’ni yerleştiren kimsedir. Avrupa Marksizmi özünde, Marx’ın iktisadına sahip çıkıyor ve ihtilal düşünce ve programını reddediyor. Avrupa Marksizmi, tedrici düşünceyi ve iyiliği evrim yoluyla bulmayı kabul ederek Avrupa’nın genel düşünce sistematiğine dönüş yapıyor. (...) Avrupa Marksizmi, tekelli düzenin Marksizmidir”![31]
Unutulmamalıdır ki, “Esasen bizde Marx’ın devrim için gerekli gördüğü şartlar da daha yerine gelmiş değildir,”[32] diyen Dr. Şefik Hüsnü’nün çözümlemesinde ifadesini bulan -ve Türk(iye) sosyalist hareketi tarihinde önemli bir ekol oluşturan- “Avrupa Marksizmi”ne “Hayır” diyen 1971 silahlı kalkışmasının devreye soktuğu kopuş müthiş bir hesaplaşmanın da -geçmişten geleceğe yönelik- başlangıcıdır![33]
Mayıs 2009’de düzenlenen “Kaypakkaya Sempozyumu”nda, Ertuğrul Kürkçü’nün devrimci hareketin en önemli simalarından olduğunu belirttiği İbrahim Kaypakkaya için, “Tarihi olarak Kaypakkaya’yı yıkıntı ve çöküntü ortamına meydan okuyan bir kişi olarak biliyorum. 1920’den sonra sosyalist hareket içerisinde biri Kemalizm’i eleştiriyor ve Kürt sorunu konusunda devasa önemli tespitte bulunuyor. İbrahim Kaypakkaya’nın sadece Doğu Perinçek ve ekibinden değil, Kemalizm ile akraba olan Türkiye Sosyalist Hareketi’nden de bir ayrışma yarattığını görmek gerekiyor. Bu benim açımdan son derece önemliydi,” deyip, O’nun birçok konuda değerli bir mihenk taşı olduğunu vurgulayarak ekler:
“İbrahim Kaypakkaya politik olarak sözünü esirgememiş, bunu hayata geçirmek için bir örgüt kurmuş ve devlet ile karşı karşıya gelmiştir. Kaypakkaya yaşıyor olsaydı, Türkiye siyasi hareketinin çehresi daha farklı olurdu. Bizim açımızdan iki manifesto vardır. Biri Deniz Gezmiş’in idam sehpasında sergilediği durum; diğeri ise Kaypakkaya’nın işkencede sergilediği durumdur. Devrimci mücadele, sınıf mücadelesi devam ettiği sürece İbrahim Kaypakkaya’nın anısı daha da belirginlik kazanacaktır.”
 
II. AYRIM: BUGÜNE UYARILARI
 
 “Güncel siyaset” ile İbrahim Kaypakkaya çizgisinin korelasyonu açısından, öncelikle anımsanması gereken, “İlkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur; doğaya ve insanların tarihine uygulanmazlar, bunlardan soyutlanırlar; doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve insan tarihine uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist anlayışı budur,” diyen Friedrich Engels’in uyarısıdır.
Karl Marx’ın, “Komünistlerin teorisi tek bir cümlede toplanabilir: Özel mülkiyetin lağvedilmesi,” formülasyonunda somutlanan İbrahim Kaypakkaya çizgisi, bizlere bir yol gösterir, reçete sunmaz; somut şartların somut tahlilinden hareket eder.
 
II.1) GÖRÜNEN KÖY
 
“Görünen köy kılavuz istemez”miş; Yunus Emre’nin, “Zulüm ile abad olanın akıbeti berbad olur,” dediği güzergâhta el hak, doğrudur bu!
BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad el Hüseyin’in, Cizre’de bodrum kata sığınmış 100 kişinin yakılarak öldürüldüğünü gündeme getirip, soruşturma isterken, “Elimizde 100'den fazla kişinin Cizre'de canlı canlı yakıldığına dair tanık raporları var,”[34] açıklamasını yaptığı…
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, “Nusaybin’de taş üstünde taş, baş üstünde baş koymayın. Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayın. Sur’u yeniden yapmak için kolları sıvamışken, Nusaybin’de tekrar inşa edilir, Şırnak, Yüksekova’da yeni baştan ve Türk-İslâm mimarisine uygun olarak hayat bulur,”[35] diye haykırdığı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “HDP, bırakın Türkiye partisi olmayı, benim Kürt kardeşlerimin temsilini, bu coğrafyanın tüm insanlarına ve değerlerine düşmanlık etmek üzere kurulmuş bir parti görünümündedir. Bayraktan, ezandan, camiden, İstiklal Marşı’ndan, vatandaşlarımızın sakalından, kıyafetinden rahatsız olan bir parti bu toprakların partisi olamaz. Bütün bunlar karşısında sabretme dönemini artık geride bıraktık. İnşallah dokunulmazlık meselesi bunun ilk adımı olacak. Arkasından bu tür ihanet şebekelerinin kökünü kazımak için ne gerekiyorsa hepsi de birer birer yapılacak,”[36] dediği…
Bağlar ve Şırnak’ta zırhlı araçtan küfür ve mehter marşlı operasyonların, yasaklarla sürdürüldüğü…[37]
Aydın’ın Nazilli ilçesinde, 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Pınar Çetinkaya’nın, Türkçe bilmeyen ailesiyle telefonda Kürtçe konuşup, “terör propagandası yaptığı iddiası”yla kaldığı İsabeyli Kredi Yurtlar Kurumu Kız Öğrenci Yurdu’ndan atılıp, bursunun kesilerek, jandarma tarafından gözaltına alındığı…[38]
Yalova’nın Çınarcık Meslek Yüksek Okulu’nda okuyan 6 kız öğrenci, 20 yaşındaki Diyarbakırlı R.E’nin evini basarak alnına rujla T.C. yazıp, eline Türk bayrağı tutuşturduğu fotoğraflarını çekerek WhatsApp’ta paylaştıkları…[39]
Zeytinburnu Çırpıcı mahallesinde bulunan Özel Sante Plus Hastanesi’nin iş müracaatında bulunan Kürt kökenli yurttaşlara ayrımcılık yaparak işe almayıp; iş başvurusunda bulunan Kürt kökenli yurttaşlara “Başhekimin hassas olduğu konu” denildiği…[40]
Kocaeli’nin Kartepe İlçesi’nde, Sakarya Valisi Hüseyin Avni Coş’un koruma polislerinin TEM’de yol verme konusunda TIR sürücüsüne doğru iki el ateş ettiği…[41]
ABD Savunma Bakanlığı’nın, internet sitesinden yayınladığı sözleşmeyle Washington Yönetimi’nin Türkiye’ye 682 milyon 900 bin dolarlık silah sattığını duyurduğu…[42]
Hükümetin, “Kamu düzeninin sağlanması, terörle mücadele” kapsamında asayiş, çevik kuvvet ve özel harekât birimlerine 15 bin polis daha aldığı…[43]
Kendisine “Faili meçhullerin sorumlusudur,” denildiğini hatırlatan MHP’nin genel başkan adayı Meral Akşener’in, “Ne derseniz deyin, hepsi kabulümdür. Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum,”[44] diyebildiği…
Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinde MHP İlçe Başkanı Orhan Kılınçsoy bonzai sattığını iddia ettiği kişiyi sahilde herkesin gözü önünde tekme tokat döverek, “Bu konu ile ilgili mücadeleye girdik. Devletimize polisimize yardımcı oluyoruz,”[45] dediği…
Maltepe Kaymakamı Necip Çakmak imzası ile İlçe Milli Eğitim’e gönderilen 17 Şubat 2016 tarihli yazıda, nöbetçi öğretmenlerin polis gibi çalışmasının istenip, öğretmenlerin okul bahçesine girenlerin kimliklerini alacağı, çanta açtıracağı ve üst araması yapacağının belirtildiği…[46]
İstiklal Caddesi’ndeki canlı bomba patlamasında hayatını kaybeden İsrail yurttaşları için AKP Eyüp Kadın Kolları Tanıtım ve Medya Birim Başkanı İrem Aktaş’ın, “Keşke yaralanmayıp hepsi ölseydi,”[47] diye haykırdığı…
Tekirdağ’ın Çerkezköy ilçesindeki 75. Yıl Ortaokulu Müdürü Metin Demirbağ’ın, kız öğrencileri spor salonuna toplayarak “Makyaj yapar kıvırtırsanız, yanınızdaki erkeklere sarılırsanız, sonunuz Özgecan gibi olur,”[48] diye azarladığı…
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yapılan harcamaları eleştiren eski CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, “Recep Tayyip” diye hitap edince, AKP’li Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı’nın TBMM’de mikrofonunu kapattığı…[49]
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) programından Fazıl Say’ın eserlerini çıkarttırdığı…[50]
16 Mayıs 2015 tarihinde Beyoğlu belediye binasının açılışına katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talebiyle polisin tören öncesi Tünel Meydanı’na bakan apartmanların yöneticilerinden pankart asmayacaklarına dair imzalı taahhüt aldığı…[51]
Ankara Büyükşehir Belediyesi ile Emniyet Müdürlüğü arasında imzalanan yeni protokolle, bütün EGO otobüslerinde ses kaydı yapabilen kamera uygulamasına geçildiği…[52]
Sakarya’da “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçlamasıyla hakkında soruşturma başlatılan ve “Gayrimenkul değerleme uzmanı” olarak çalışan Melike Kara’nın “halkın toplu hâlde bulunduğu” bazı alanlara gitmesinin “adli kontrol önlemi”yle yasaklandığı…[53]
Kürtçe yapmak istediği savunmasına izin verilmeyince, savunma yapmayan Abdurrahim Balur davasının Yargıtay aşaması bittiğinde, Anayasa Mahkemesi’ne başvurunca Adalet Bakanlığı’nın, Mahkeme nezdinde Kürtçe yasağını savunduğu…[54]
Zeytinburnu Belediyesi’nin düzenlediği ‘Öykü Festivali’nin kapanış gecesinde sergilenen oyunda, bir çocuğun babasını aldatan annesini vurmasının sahnelenirken; patlayan silahla çocuklar ağlayarak annelerine sığındığı…[55]
Karaman’da Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’ne (KAİMDER) yakın kişilerin kiraladığı evlerde kalan 9 ve 10 yaşlarındaki öğrencilere bir öğretmenin tarikat evlerinde 45 erkek çocuklara tecavüz ettiği…[56]
Sivas’ın Yıldızeli İlçesi’nde evli ve 2 çocuk babası 32 yaşındaki imam İ.A.’nın, 14 yaşındaki E.Y.’yi cinsel istismara maruz bıraktığı…[57]
‘Özgür Gazeteciler Cemiyeti’ Eş Başkanı Nevin Erdemir’in, AKP’nin medyanın yüzde 85’ine hâkim olduğunu, şimdi ise tek derdinin geri kalan yüzde 15’lik muhalifler olduğunu vurguladığı…[58] tabloyu “Türkiye giderek “Pakistanlaşıyor,”[59] biçiminde formüle etmek yanlış olmayacaktır ve bu totaliter güzergâhta iktidar çok güçlü görünse de, sistemin zayıf halkaları hızla artıyor.
Bu halkaların çözülmesi ve derinleşmesi bölgesel ve iç politik dengelere bağlı olarak gelişirken; savaş politikalarının tırmandırılması, sistemin çözülme sürecini hızlandırıyor.[60] Çünkü totaliterleşme güçlendirmez tersine zayıflatır.
 
II.2) TEK YOL MÜCADELE
 
Kapitalist toplumda bozulan dengenin yeniden kurulmasında ekonomide krizden, siyasette savaştan, mücadeleden başka bir yol yoktur. Dünya, kriz ve savaşı uzun bir dönemden beri yaşıyor.
Çünkü kapitalizm, emperyalist devletler arasında değişen güç dengeleri ile süreğenleşen bir krizin içindedir. Bu koşullarda yeni bir denge ancak yeni bir savaşla, mücadeleyle kurulabilir.
Bütün gelişmeler dünya çapında ve coğrafyamızda bu yeni hâle işaret ediyor. Dünya dengesiyle birlikte egemen ve sömürülen sınıflar arasındaki denge de değişiyor. Yönetilenlerin memnuniyetsizliği henüz kapitalizmden köklü bir kopuşu sağlayabilecek düzeye ulaşmamış olsa da yönetenler artık eskisi gibi yönetemiyor.
Egemenler bir yandan savaş hazırlıklarını sürdürülürken, öte yandan da iç dengeleri -sınıflar arasındaki dengeyi- korumak, işçi ve emekçi sınıflardan gelecek tepkileri, isyanları daha baştan kontrol altına alabilmek için baskı ve terörü artırıyor. Burjuva ideolojisinin dokunulmaz sayarak kutsadığı “hukukun üstünlüğü” ve “demokrasi” dokunulmazlıklarını yitirerek budanıyor. Emperyalist ülkelerde bile devlet örgütlenmesinde “atıl” duran iç savaş örgütlenmeleri aktifleştiriliyor.
Emperyalist paylaşımın bütün yoğunluğuyla sürdüğü bir coğrafyada yer alan Türkiye, dış ve iç dengelerin bozulduğu, egemen sınıfın yönetememezlik krizinin derinleştiği ülkeler arasında ilk sıradaki yerini koruyor. Bu durum Türkiye’de Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’yle birlikte sınıf mücadelesinin yeni bir döneme girdiğini gösteriyor. Bu mücadele artık “barış”, “diyalog” ve “demokrasi” kalıpları içerisine sığdırılamaz.
Konuyla bağıntılı olarak, “Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’ deyince hatırlatayım: ‘Proletaryanın ulusal sorundaki politikası burjuvaziyi [ezilen ulusun burjuvazisini-yn.] ancak belli bir doğrultuda destekler, ama bu destek asla burjuvazinin politikasıyla örtüşmez. İşçi sınıfı burjuvaziyi [ulusal sorunda-yn.] ancak ulusal barışı sağlamak için (ki burjuvazi bunu tamamen gerçekleştiremez ve ancak tam demokrasiyle gerçekleştirilebilir), eşit haklar sağlamak ve sınıf mücadelesi için en iyi koşulları yaratmak için destekler. Bu yüzden, proleterler ulusal sorunda burjuvazinin pratikliğine karşı kendi ilkelerini ileri sürerler; burjuvaziye her zaman yalnızca koşullu destek verirler. İstisnasız her burjuvazi ulusal sorunda ya kendi ulusu için ayrıcalıklar, ya da olağanüstü menfaatler peşindedir; buna ‘pratiklik’ denir. Proletarya ise her türlü ayrıcalığa, her türlü ayrımcılığa karşıdır. Proletaryadan ‘pratik’ olmasını talep etmek, burjuvazinin kuyruğuna takılmak, oportünizme kaymak demektir.”[61]
Yeri geldi “Savaş” deyince ekleyelim: “Sosyalistler, halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bizim savaşa karşı tutumumuz gene de aslında burjuva pasifistleri ile anarşistlerden farklıdır. Her şeyden önce, biz, bir yanda savaşlar ile öte yanda bir ülke içindeki sınıf savaşımları arasındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığını ve iç savaşların, örneğin, ezilen sınıfın ezene, kölenin köle sahiplerine, serflerin toprak beylerine, ücretli işçilerin burjuvaziye karşı verdikleri savaşların haklılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz”![62]
İbrahim Kaypakkaya, hepimize, tam da burada gerekmektedir.
Çünkü hepimize V. İ. Lenin’in, “Büyük bir kitle çarpışmasının yaklaştığını hatırlayalım. Silahlı bir ayaklanma olacak bu,”[63] uyarısını anımsatan verili tablo bir yanıyla kötümserlik duygusunu körüklerken; egemenlerce giderek yaygınlaşan umutsuzluk, tükenmişlik, bıkkınlık duyguları da AKP yönetimi beslemektedir.
“Öğretilmiş Çaresizlik” olarak betimleyebileceğimiz bu hâl; verili durumu “kabul etmişlik sendromu”yla bütünleşirken; AKP’nin bütün gücü bu açmaz üzerinde yükselmektedir.
“Kabul etmişlik sendromu” karşısında yapılması gereken ilk şey boyun eğmemektir; alışmaya karşı çıkmaktır; kötülüğün sıradanlaşmasına itirazdır; “Ben sorumluyum,” diyerek boyun eğen sessizliğe ortak olmamaktır.
Doğrudur: Karanlık zamanlardan geçiyoruz… Tam da böyle zamanlarda karanlığa bir mum yakmak ve o mumun sönmesini engellemek için rüzgâra karşı durmak gerekir. Soluduğumuz havaya sinen egemen şiddetten, umutsuzluk ve kederden sıyrılmanın tek çaresi, cesaretle, incelikle, sabır ve merhametle, imkânsız gibi görünen her şeye inatla sarılmaya devam etmektir. Çünkü asla unutmamalıdır ki, karanlık zamanlar, bir dönem kapanıyorsa yaşanır; doğan her güneş, yeni bir güneştir, karanlıksa her zaman eski…
Bu ülkede zorlu, hattâ korkunç zamanlar bitmez! Bu kadar kurban verildiği ve bu kadar acı çekildiği içindir ki, her koşulda doğrulup uğraşmaya devam etmek vicdan borcudur. İnsanlık borcudur…
Bildiğimiz şeyi yapacak ve mücadele devam edeceğiz. Hem de “Demokrasi halkın iktidarı olmalıdır; iktidarın halka bahşettikleri, hak gördükleri değil!” anlayışıyla…
V. İ. Lenin’in, “Genel olarak kapitalizm ve özel olarak emperyalizm, demokrasiyi bir hayal hâline getirir-ama aynı zamanda kapitalizm, yığınlarda demokratik esinler uyandırır, demokratik kurumlar yaratır, emperyalizmin demokrasiyi yadsıyışıyla demokrasi için yığınsal savaşım arasındaki çatışmayı şiddetlendirir. Kapitalizm ve emperyalizm ancak iktisadi devrimle devrilebilir; demokratik dönüşümlerle, en ‘ideal’ demokratik dönüşümlerle bile devrilemez. Ne var ki, demokrasi savaşımı okulunda okumamış olan proletarya, iktisadi bir devrim yapma yetisine sahip değildir. Bankalara el koymaksızın, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırmaksızın kapitalizm yenik düşürülemez. Ne var ki, tüm halkı, burjuvazinin elinden alınan üretim araçlarının demokratik yönetimi için örgütlemedikçe, tüm emekçi halk yığınlarını, proleterleri, yarı-proleterleri ve küçük köylüleri, saflarını ve güçlerini demokratik bir biçimde örgütlemeleri ve devlet işlerine katılmaları için seferber etmedikçe, bu devrimci önlemler uygulanamaz,”[64] uyarısının gereklerini yerine getirerek…
Evet kapitalist uygarlık, derin bir kültürel ve ekonomik kriz yaşıyorken; radikal sosyalistler, bu dünyada kurtuluş umudu sunacak bir seçeneği biçimlendirmekle mükelleftirler.
Radikal sosyalist hareketin, eşitlik, özgürlük, kardeşlik hatta barış ve adalet isteyenlerin, karanlıkta mücadele etmesi “olmazsa olmaz”ken; tarihin “maddesi”nin, olmadık zamanlarda, hiç akla gelmeyen olaylara yol açtığı ve toplumun durgun, “sağlam” yüzeyini delebildiği asla göz ardı edilmemeli. (Mesela Gezi’de, Tahrir’de olduğu gibi...)
Özetle “Yeni Türkiye” denilen şeyin ne olduğu biliniyorsa, yeni Türkiye’nin inşa sürecinin hızlanmasının ne anlama geldiği de anlaşılırken; Prof. Dr. Korkut Boratav’ın, “Kriz Gelir, AKP gider kolaycılığına kimse kaçmasın,”[65] uyarısını kulağımıza küpe etmek gerekiyor.
 
II.3) “NASIL”?
 
“Ama nasıl” mı? Bunun yanıtı İbrahim Kaypakkaya’da vardır… Söz konusu yanıt; asla, parlamentarist ve liberal değildir!
Örneğin legaliteye sırt dönmemesi yanında onu asla fetişleştirmeden; “Legal eylemi bir saat olsun durdurmayalım. Ama anayasaya dayanan ve ‘barışçı’ hayallerle, gözlerimizin kamaşmasına izin vermeyelim,”[66] uyarısını atlamayan söz konusu tarz-ı siyaset; özgürlüğü zorunlusu olduğu eşitliksiz ele almaz.[67]
Çünkü, “Bu istem [eşitlik-y.n.], ya -özellikle ilk başta, örneğin köylüler savaşında durum budur- apaçık toplumsal eşitsizliklere karşı zengin ile yoksul, efendi ile köle, har vurup harman savuranlar ile açlık çekenler arasındaki karşıtlığa karşı kendiliğinden bir tepkidir; böyle bir tepki olarak o, yalnızca devrimci içgüdünün dışavurumudur ve doğrulanmasını da burada -yalnızca burada- bulur. Ya da burjuva eşitlik istemine karşı, bu istemden az çok doğru ve daha ileri giden istemler çıkaran tepkiden doğmuş bulunan bu istem, işçileri kapitalistlere karşı, kapitalistlerin kendi savları yardımıyla ayaklandırmak için bir ajitasyon aracı hizmeti görür ve bu durumda bu istem, burjuva eşitliğin kendisiyle ayakta durur ve onunla birlikte yıkılır. Her iki durumda da proleter eşitlik isteminin gerçek içeriği, sınıfların kaldırılmasıdır. Bundan öte bir eşitlik istemi, zorunlu olarak saçmadır.”[68]
Kaldı ki seçimler[69]/ parlamentarizm konusunda Friedrich Engels’in, “Mülk sahibi sınıf, doğrudan genel oy hakkı sayesinde hüküm sürer. Ezilen sınıf, yani bizim durumumuzda proletarya, kendi kendini kurtaracak kadar olgunlaşmadığı müddetçe, çoğunluğu itibariyle, mevcut toplumsal düzeni biricik olanaklı düzen olarak görecek ve siyasi olarak kapitalist sınıfın kuyruğunu, onun aşırı sol kanadını oluşturacaktır,”[70] ya da V. İ. Lenin’in, “Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’dan İngiltere’ye, Norveç’e vb. dek, herhangi bir parlamenter ülkeyi düşününüz; asıl ‘devlet’ işleri hep kulislerde görülür; bu işler devlet daireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafından yürütülür. Parlamentolarda, yalnızca ‘saf halk’ı aldatma ereğiyle gevezelikten başka bir şey yapılmaz,”[71] saptamalarını mücadelelerinin merkezine yerleştiren radikal sosyalistler; liberalizm(ve liberaller)le aralarına net bir mesafe koymalıdırlar/ koyarlar.
Kolay mı? Ufuk Uras’ın “Bizim politik kültürümüzde liberalizmi küfür gibi kullanmak yaygındır,”[72] vurgusuyla olumlarken; Mao Zedung’un, “Liberalizm, oportünizmin bir ifadesidir ve Marksizme tamamen aykırıdır. Olumsuzdur ve nesnel olarak düşmana hizmet eder; içimizde sürüp gitmesinden düşmanın hoşnut olması bundandır. Bu niteliğinden dolayı liberalizmin devrim saflarında yeri olmamalıdır,” notunu düştüğü meselede V. İ. Lenin de ekler:
“Bir liberal kendisine kötü muamele edildiği zaman, tanrıya şükür dayak atmadılar diye düşünür. Dayak yediği zaman ise, öldürülmediği için tanrıya şükreder. Ve iş ölüme gelecek olursa, bu defa ölümsüz ruhu fani vücudundan kurtarıldığı için tanrıya şükredecektir.”[73]
İktidara geldiğinden bu yana AKP destekçiliği yapan ve tüm muhalifleri “darbeci” olarak damgalamaktan kaçınmayan ve Hopa’da gaz bombaları ile öldürülen öğretmen Metin Lokumcu için “Metin Lokumcu’nun çevresi Ergenekoncu’ydu”[74] diyen yazması yanında; “çözüm süreci” kapsamında oluşturulan ‘Âkil İnsanlar Heyeti’nde de yer alan ‘Taraf’ yazarı Murat Belge, “Âkil İnsanlar ‘konu mankeni’ gibiydi, aklımızı kullanmıyorduk,” vurgusuyla, “Gezi ile birlikte Tayyip Erdoğan’ın tavırları nedeniyle liberal ve aydınlarda kopmalar, desteği geri çekmeler başladı. Daha önce bizim desteklediğimiz, doğru işler yapan adam uydurma bir Tayyip Erdoğan’mış”[75] ifadesini kullanan Murat Belge’de somutlanan liberalizm (ve liberaller) AKP’nin de tarihsel payandasını oluşturmuştur.
Dilek Kurban’ın, “Uluslararası kamuoyu açısından ne devlet 90’lardaki kadar zalim ne Kürtler o dönemdeki kadar mağdur”…[76]
Orhan Miroğlu’nun, “Kürt meselesi bir demokrasi meselesi değil midir?”[77]
Oral Çalışlar’ın, “Türkiye ciddi adımlarla sivilleşmeye gidiyor. Kürt hareketi bunu ne ölçüde analiz edebiliyor? Değişime büyük ölçüde kayıtsız kaldıkları söylenebilir.”[78] “Sivil alanın güçlenmesine ve silahın etkisini yitirmesine paralel olarak çoğulculuk gelişecektir.”[79] “Parmaklar tetikten çekilmeden çözüme yönelik daha kalıcı adımlar atmanın mümkün olmadığı ayrı bir gerçek”…[80]
Ahmet İnsel’in, Egemenin zincirlerinden boşanan yasal şiddetinin derecesi ve yöntemlerinin meşruiyetini sorgulamak kadar, başkaldıranın sinizmle nihilizm arasında salınan şiddet politikalarını sorgulamanın da boşluğa konuşmaktan farkı yok,”[81] türünden hezeyanlarında somutlan teslimiyet -ezilenler için- başkaldıran her şeye düşmandır.
“Nasıl” mı?
Mesela Hikmet Çetinkaya’nın, “Silahlı mücadele barışın ve demokrasinin önünde en büyük engeldir... Silahlar yok olmadıkça barışa giden yol açılmaz...”[82]
Orhan Miroğlu’nun, “Şiddet her şeyin dokusunu bozuyor…”[83]
Kemal Burkay’ın, “Silahlar var oldukça Kürt toplumunun demokratikleşmesi güçtür…”[84]
Ahmet İnsel’in, “Bugün Kürt sorununda salt iktidar partisine değil, Kürt siyasal hareketine de toplumsal barış konusunu hatırlatmak, solun tarihsel sorumluluğudur…”[85]
Oral Çalışlar’ın, “Evet, silahlara veda zamanı geldi. Ancak daha farklı bir ‘akıl’ın şekillenmesi gerekiyor,”[86] “söylenceleri”ndeki üzere!
“Neden” mi?
Burjuva ideologlarının devrimci hareketi ehlileştirme aracı olarak “şiddet karşıtlığı”na sarıldığı kesitte; her türlü şiddeti kınayıp, hepsine eşit mesafede durmanın ve şiddete “sıfır tolerans” göstermenin kazandırdığı biçimsel “ahlâkiliğin” arka planda son derece derin bir gayri ahlâkiliği yatar.
Çünkü böylesi bir tutum burjuva devletin bir şiddet tekeli olduğunu gölgeleyip, unuttururken, liberaller de bu uğursuz oyunun baş aktörlüğüne soyunurlar!
Bunu böyle olduğunu en net biçimde “diyalog” denilip, “çözüm süreci” için de uluslararası gözlemci istenirken Cemil Bayık’ın,[87] “Bu ABD de olabilir, uluslararası bir heyet de,” sözleriyle;[88] içine ABD’nin[89] de katıldığı liberal patentli yalanda gördük!
“… ‘Biz istiyoruz, onlar istemiyor’, ‘Onlar istiyor, bunlar istemiyor’, ‘Şu odaklar tuzak kuruyor, bunlar bozuyor’ mazeretlerine sığınmanın anlamı yok. Yeterince çok insan, yeterince samimi olarak bir sorunu çözmek, gerçekten barış yapmak isterse onun önünde kimse duramaz,”[90] biçiminde ambalajlanıp; dönemin BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder tarafından da, “Atılan adımlar geçmişteki gibi olmayan bir müzakere sürecine evrilme imkânını barındırıyor”[91] veya AKP ile diyalog kurabilecekleri vurgusuyla HDP milletvekili Mithat Sancar’ın, “Diyaloglar savaşın en kızıştığı noktada başlar,”[92] biçiminde formüle ettiği nafile “barış süreci” olsa olsa açık olabilirdi; ama asla sahtekârca beklentilerle olamazdı, olmamalıydı ancak oldu!
Siz bakmayın Rıdvan Turan’ın, “… ‘Çözüm süreci’nin mütemmim cüzü ‘iç güvenlik’ reformu.”[93] “Çözüm denilen şey bir devlet politikası hâline dönüştü,”[94] demesine; “çözüm denilen şey”(!) başından beri T.“C” politikasıydı.
Bilal Samur’un, “Çözüm süreci, dayatma süreci mi?”[95] sorusu da bunu muştulamıyor muydu?
Kaldı ki ‘Âkîl İnsanlar Heyeti’nden ayrıldığını açıklayıp, heyetin çözüm süreci için hazırladığı raporların Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından bile okunmadığını belirten Kürşat Bumin’in, “Âkîller sonrası seyri hatırladığımızda ‘kullanılmışız’ diyebilirim,”[96] sözleri de “süreç”in ne olduğunu anlatmıyor muydu?
Bu noktada sürecin (Erdoğan’a rağmen) kesintiye uğramamasını istediklerini söyleyen HDP Muş Milletvekili Demir Çelik’in, “Erdoğan’ın hesapçı anlayışla geleceğimizi çalmasına izin vermemeliyiz,”[97] tutumu yanlıştı; tıpkı Cemil Bayık’ın, çözüm sürecine ilişkin “Barış süreci öldü, ama biz ona yeniden can vermek istiyoruz. Maalesef Türkiye sorunun çözümü için yaptığımız tüm önerilere hayır diyor,”[98] demesi gibi…
Kaldı ki Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’ın, “Bir pazarlık teranesidir tutturuyorlar. Ne pazarlığı? Biz duruşumuzu net ortaya koymuşuz. Tek bayrak, tek millet, tek devlet, tek vatan diyoruz,”[99] sözleri de AKP’nin “süreç”ten ne anladığının özetiydi…
 
II.4) VERİLİ HÂL
 
Liberal patentli “diyalog”, “çözüm süreci” zırvalarından ulaşılan bugündeki verili hâlle devam edersek:
AKP Zonguldak Milletvekili Faruk Çaturoğlu’nun, PKK ile sonuna kadar mücadele edeceklerini belirterek, “Ya adamlar silah bırakıp teslim olacak, ya da Sri Lanka’daki gibi[100] kökü kazınıp bitecek bu iş. Başka yolu yok”…[101]
HDP yöneticilerinden “terör”le arasına mesafe koymasını isteyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in, “Teröre destek verirseniz, terör yolunu tercih etmeye devam ederseniz sizin siyasi parti olma vasfınız kendiliğinden ortadan kalkar. Terörle aranıza mesafe koyun. Aksi hâlde Türkiye’deki ne kadar güçlü olursa olsun demokratik düzen sizi daha fazla sırtında taşıyamayabilir”…[102]
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, “AKP iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz toroslar dolaşacak”…[103]
AKP’nin “çözüm süreci” için Türkiye’nin tek şansı olduğunu belirtip, HDP ile tekrar diyalog için iki öncelikleri olduğunu dile getiren AKP milletvekili Orhan Miroğlu’nun, “Bu hareketin parlamentodaki kanadı dışında başka kurulları itibariyle muhatap alınması söz konusu değil. Dolayısıyla bu hareketin yasal temsilcisi olan grupla, yani HDP ile tekrar diyaloga geçebilmemiz için iki şartımız. Silahlı gruplar Türkiye’yi terk edecek ve KCK fesih edilecek. Ayrıca KCK, Türkiye’deki siyasi faaliyetlerini durdurduğunu ve kadrolarının ülkeyi terk ettiğini deklere edecek,”[104] dediği tabloda Cemal Şerik’in ifadesiyle, “AKP 12 Eylül’ün güncellenmesidir…”[105]
Bu(nlar) böyleyken; A. Hicri İzgören’in sözleriyle, “Artık bir kopuştur yaşanan…”[106]
DBP Eş Genel Başkanı Emine Ayna’nin, siyasetten çekildiğini duyururken; “Bugün Cizre’de bodrum katında mahsur kalan yaralı ve cenazeler ile yaşadığımız vahşetle birlikte Cumhurbaşkanının ‘mevzuata uymayın’ diyerek, açık açık hukuksuzluk çağrısı sonucunda; siyaset kurumlarının barışçıl çözüm geliştirebileceğine dair hiçbir umudum kalmamıştır. Her gün tek dil-tek millet söylemiyle, Kürt halkının dilini ve kimliğini inkâr eden, Cumhuriyet tarihi boyunca mücadele ederek yarattığı kültürel ve siyasi değerlerine her fırsatta hakaret eden, insani anlamda hiç kimsenin kabul edemeyeceği şekilde ölüsüne de dirisini de işkence yapan, mezarını da evini de yakıp yıkan bir anlayışla siyasi çözüm gelişebileceğine inanmıyorum. Bu temelde siyasetten çekildiğimi ilgili kamuoyuna duyuruyorum. Aldığım bu karar partimle ortaklaştığım, örgütsel bir karar değildir,”[107] demesi verili hâlin özeti gibidir!
Evet, “Türkiye yakın tarihin en karanlık siyasi atmosferini yaşıyor ve tünelin ucunda da ışık görünmüyor,”[108] HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ifadesindeki üzere!
 
II.5) ANCAK!
 
Evet Sabri Ok’un, “AKP’nin katıksız faşist bir zihniyet ve uygulamaya sahip olduğu tartışmasızdır,” deyip, iktidar partisinin Kürt sorununa ilişkin önüne koyduğu tek politikanın tasfiye ve imha politikası olduğunu ve daha önceki yıllarda da Sri Lanka örneğini çok dillendirdiklerini ve şimdi yapmaya çalıştıklarının da bu olduğunu belirttiği…[109]
Duran Kalkan’ın, “Artık ‘Bin yıllık kardeşlik’ söylemi de safsata hâline gelmektedir. Katliama karşı sessiz kalanlar da suç ortağıdır… Barikat da kazacağız, hendek de. Sokak başında direneceğiz, vadide direneceğiz, dağda direneceğiz. Halk direnecek, gerilla direnecek, yurtdışındaki insanlarımız direnecek.”[110] “Hiç kimse bize teslimiyeti, ihaneti, yenilgiyi, boyun eğmeyi bir çare olarak gösteremez. Özgür olmaktan başka bir yaşama yolu yoktur, bunun da yolu faşizmi yıkana kadar direnmektir. Bu bir slogan değil, günlük olarak yaşanan özgür insan duruşudur.”[111] “Erdoğan için son göründü... Düşen Davutoğlu değil, Erdoğan’dır. Davutoğlu 7 Haziran’ı göremeyecek dedik öyle oldu. Erdoğan ise 1 Kasım’ı göremeyecek. AKP, PKK karşısında başarısız olmuştur, içi kaynıyor ve dağılacaktır,”[112] diye konuştuğu…[113]
Cemil Bayık’ın, ‘Bild am Sonntag’a röportajında,[114] “Durum yıllardır olmadığı kadar kötü. Türk hükümeti Tüm Kürt savaşçılar teslim olana veya öldürülene kadar bu savaş sürecek diyor. Bu yüzden ben de Evet, biz Kürtler Türkiye ile yeniden bir iç savaş yürütüyoruz diyorum.”[115] “Erdoğan’ı ve AKP’yi devirmek istiyoruz. Erdoğan ve AKP devrilmedikçe, Türkiye asla demokratik bir ülke olamaz.”[116] “Müzakerenin yolu; özgürleşmeden geçiyor, direnişten geçiyor. Kimse kendini aldatmadan, beklenti içerisinde olmadan örgütlenmelidir,”[117] dediği…
Murat Karayılan’ın, “Eğer özerkliği tümden reddeder ve bunu isteyenleri yok etmeye kalkışırlarsa biz de ayrılmayı düşünürüz.” “Tarih hiçbir döneminde bu kadar imkân elimize geçmemiştir. Halkımız ve dostlarımızın bu gerçeği bilmeleri gerekiyor. Her türlü örgütsel, siyasi ve toplumsal imkânlarımız ile her dönemden daha da güçlüyüz. Erdoğan’dan öncekiler bize diz çöktüremedi, kendisi nasıl diz çöktürecek? Kendisinin de bu gerçekliğin farkında olduğu görülüyor,”[118] görüşünü ifade ettiği[119] verili hâlin bir öncesi vardır ve unutulmamalıdır![120]
O konuda çok önceleri sosyalistler[121] gibi, Leyla Halid de şunları demişti: “Barış sürecine, müzakerelerle barışa ulaşmak son derece önemli. Destekliyoruz. Yakından takip ediyoruz. Ancak sorun şu; kimin barışı, ne için barış? Barış özgürlük, demokrasi demektir. Barış kavramıyla yönetimler her zaman parlatıcı laflar söyler. Halkı aldatmaya dönük kavramlar kullanmakta. Halkımız aldanmamalı. Kanı durduracak, çatışmaları engelleyecek, demokrasiyi geliştirecek barışa elbette varız. Ama biz bunu yaparken yaşadık. Bu barış sürecinin bizi nereye götürdüğünü dünya âlem gördü. Aynı şeyi Kürt halkının yaşamasını istemeyiz. Kendi geleceğinin kararını bir yönetimin eline vermesine ve o yönetimin karar vermesini istemeyiz.”[122]
Bugündeki verili hâlin bir öncesinde BBC Türkçe’ye konuşan BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “Siyaset kaprisle, küskünlükle yapılmaz. Müzakere, diyalog kanallarının açılmasını istiyoruz,”[123] deyip, PKK’nin Abdullah Öcalan’ın açıklamalarına karşı silahsız çözüm düşüncesinden saptığına işaret edip,[124] silah ve demokratik siyasetin bir arada olmayacağını vurgularken, HDP’nin sırtını ne silaha, ne de PKK’ya dayadığını söyledi.[125]
Berlin’deki bir toplantıda Selahattin Demirtaş, “Türkiye’de barış masasının bir an önce tekrar kurulmasını” isteyip, “Barış Süreci”nde kendilerinin de hatalar yaptıklarını belirterek, “Şiddet başlı başına siyasetin hareket alanını daraltır. Bizler şiddet olaylarının durmasını talep ediyoruz. Şiddet ister doğuda ister batıda nerede olursa olsun kabul edilemez,” dedi ve bazı yerlerde özyönetim ilan edilmesinin partileriyle ilgili olmadığını ve özerklik ilan edilerek bir sonuç elde edilemeyeceğini vurguladı.[126]
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek da, “PKK’ye söyleyecek çok sözümüz var,”[127] derken; HDP Urfa milletvekili Osman Baydemir de,[128] PKK’nin Suruç saldırısının ardından “nefsi müdafaa” pozisyonundan çıkmaması gerektiği vurgusuyla, “AKP’nin savaşı başlatmasına rağmen PKK-KCK eylemsizlik pozisyonundan çıkmamalıydı,” demişti.[129]
Bu kadar da değil; 1 Kasım 2015 seçimlerinde, oy hedeflerinin yüzde 20 olduğunu[130] açıklayan[131] HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş 7 Haziran seçimlerinden sonra şunları da demişti:[132]
 

26 Haziran 2015

“Türkiye’de artık silahların patlamayacağı kalıcı bir barışa ulaşmamız gerekir. KCK yönetimi de buna destek vermelidir. Yüzde 13 oy almış bir HDP’nin önü açıktır. KCK yöneticileri akıllı insanlardır. HDP’yi zayıflatacak her adımın Türkiye’deki çözümü ve demokrasiyi zayıflatacağını görürler, bilirler.”

14 Temmuz 2015

“KCK bu gibi durumlarda daha sabırlı davranmalı. PKK’yı tehdit olmaktan çıkarmanın yolu müzakeredir. Bizim çağrımıza kalmış olsa sabah kalkar akşama kadar çağrı yaparım. Çağrıyla olacak iş değil. Buradan çağrı yapıyorum PKK kesinlikte Türkiye’ye karşı silah bırakmalıdır.”

22 Temmuz 2015

[Suruç Katliamı’ndan sonra] “Kan kanla yıkanmaz, bunu biliyoruz. Bütün bu zorluklara rağmen, demokratik, barışçıl bir yöntemi benimsemeye devam edeceğiz. Çok öldük, çok üzüldük. Bunu gidermenin yolu yeniden çatışma, kan, gözyaşı değildir. Ezilen halklar olarak birlikte olmak zorundayız… Adıyaman’da hayatını yitiren asker de, bugün katledilen polisler de bu halkın evladı. Ceylanpınar’da katledilen polisler, ezilen halkın, emekçilerin çocuklarıdır. Ben onlara da Allah’tan rahmet diliyorum, ailesinin acılarını paylaşıyorum… Gençlerin bedeni üzerinden siyasi rant devşirdiğimizi söyleyenler, içimizde bulunduğumuz durumun siyasi rant kavramını ağza almayacak kadar vahim olduğunu görmeli. Keşke 32 yurttaşımız, asker, polis yaşamını yitirmemiş olsaydı. Biz bunun için hayatlarımızdan vazgeçmeye hazırız.”

30 Temmuz 2015

[Erdoğan’ın “Kendisi de fırsatı bulduğu zaman oraya koşar” sözlerine cevap olarak] “Dağın çözüm olduğuna inansaydım ben de dağa gitmiş olurdum. Merak etmesin, gidiş hiç zor değil. Burada kalmak zor… Burada seninle yüz yüze mücadele etmek daha zor ve biz zor olanı seçtik.”

2 Ağustos 2015

“Ben çağrımı tek taraflı yapmıyorum. PKK silahları susturmalı elini tetikten çekmelidir. Hükümet de operasyonların durduğunu ifade etmelidir. Birileri çarpıtacak ama ben devlet silah bıraksın demiyorum. Devlet tabi ki kendini koruyacak. Ama elini tetikten çekmek başka bir şeydir.”

4 Ağustos 2015

“PKK, Ceylanpınar infazlarını kendi içinde soruşturmalı, sonuçlarını kamuoyuna açıklamalıdır… Biz çözüm süreci bitti diyerek ortamı silaha, savaşa teslim edemeyiz. Türkiye toplumu barış istiyor ve kesinlikle PKK’nın silahlı eylemlerini sona erdirmesini, hükümetin de artık askeri operasyonlarına son vermesini ve müzakereye dönmesini istiyoruz.”

22 Ağustos 2015

“Ölümlerin durması lazım. PKK’nın amasız olarak silahlı eylemlerini, durdurması lazım. Silahın demokrasi mücadelesi açısından mazereti yoktur. AKP’nin hataları suçları, askeri ve polisi öldürerek sorulmaz.”

23 Ağustos 2015

“HDP’nin işi silahların konuştuğu yerde silahları durduracak siyaset yapmaktır. Bütün gücümüzle silahların susması için uğraşıyoruz… İki polis öldü, AKP savaş başlattı, demek meseleyi anlamamaktır. Ama ulusal ve uluslararası kamuoyunda Ceylanpınar’da iki polisin katledilmesine dayandırıyorlar. O nedenle PKK’nin Ceylanpınar konusunda bir soruşturması, araştırması varsa bunu çok hızlı yapıp kamuoyuna açıklama yapmasında fayda görüyorum.”

30 Ağustos 2015

“Özerklik talebi, baskılara karşı sivil bir isyandır… Silah yoluyla özerklik ilanını doğru bulmam.”

13 Eylül 2015

“Bu zor günlerde, bu katliam ve linç günlerinde, duygusu barıştan, kardeşlikten yana eli tutmazsanız yarın bir gün bizim arkamızdan gelecek olan genç nesilde tutacak el bulamayacaksınız. Bu neslin öfkesini büyütmek Türkiye’ye, kinini büyütmek Türkiye’ye hiçbir fayda getirmez. Aklı başında bir devlet yönetimi, aklı başında bir devlet siyaseti bugün Kürt’ün elini tutmak dışında hiçbir seçeneğe sahip değildir. Kürtlerin elini tutmak Türkiye’ye sadece kazandırır, kaybettirmez.”
“Tek bir gencimizin silah tutmasına, canını ortaya koymasına gerek yok. Siz gereğinden fazla öldünüz. Gereğinden fazla acı, zulüm çektiniz. Burada demokrasi ve özgürlük mücadelesinde görev bizimdir, görev seçilmişlerindir. Biz sizin hakkınız, hukukunuzu her yerde korkusuzca savunacağız. ‘Silahlar sussun’ derken ‘ateşkes olsun’ derken ‘halk teslim olsun’ demiyoruz. Özgürlük arayışı, demokrasi mücadelesi bitsin demiyoruz. Bizler burada sizlerle özgürlük mücadelesini siyasette yürüteceğiz. Karşımızdakiler zalim olabilir, hukuk tanımıyor olabilir, vicdansız olabilir ama mazlumun onurlu duruşu ve direnişi karşısında hiçbir zulüm sonsuzluğa kadar kalamaz.”

29 Eylül 2015

“Ne HDP’yi desteklemek ne de ona zarar vermek PKK’nın hedefi değil. PKK’nın kendi ajandası var… Biz rakip değiliz. Bizim PKK ile ortaklığımız da yok. Ama ona düşmanlık da beslemiyoruz. PKK; İran, Suriye ve Irak’ta da örgütlü. Hedef kitlesi farklı. Biz Türkiye Anayasası çerçevesinde hareket eden bir partiyiz… Biz PKK’yı temsil etmiyoruz, PKK da bizi temsil etmiyor. Bu, hükümetin propagandası, PKK’nın eylemlerini bizim üzerimize yıkmak için. Biz PKK’yı AKP’nin yaptığı gibi sınıflandırmıyoruz. Seçmenlerimiz de PKK’yı AKP gibi görmüyor.”

10 Ekim 2015

[Ankara Katliamı’ndan hemen sonra] “Bizim bu şeklide an ve an, gün ve gün katilimiz olmana izin vermeyeceğiz. Bizi bu şekilde tehdit etmenize boyun eğdirmenize asla izin vermeyeceğiz. Ortada bir çocuk oyunu oynanmıyor. Her gün ölüyoruz. Ölen biziz, asker de biziz, polis de biziz. Kürt de biziz, Türk de biziz.”

17 Ekim 2015

“Türkiye’yi bir iç savaşa doğru götürmek hedefleniyor. Ancak biz AKP’liler gibi davranmayıp iç savaşa izin vermiyoruz.”

18 Ekim 2015

“Silah ve demokratik siyasetin bir arada olamaz… HDP sırtını ne silaha, ne de PKK’ya dayıyor… Devletin de siyaseti silahla baskı altına alma, zor altına alma politikasını asla kabul etmiyoruz. PKK’nin de silahlı şiddet eylemlerini kabul etmiyoruz. Dolayısıyla bizi zorlayan şey, savaşın kendisidir. Yoksa biz, PKK, Ankara ve İmralı arasında sıkışmış falan değiliz.”

24 Ekim 2015

“Kürtler de şunu görmeli artık. Demokratik siyasetimiz artık dünyada etki yaratabilecek kendi gücüyle sonuca gidebilecek bir duruma geldi. Halkımızın partimize verdiği desteğin anlamı budur. Kürt hareketinin bütün bileşenleri bunu iyi değerlendirmelidir. Bizler ateşkes ve silah dışı yöntemlerde ısrarcıysak bir bildiğimiz var. Bu fırsatları değerlendirmeden başka yol ve yöntemler zarar verebilir.” 

26 Ekim 2015

[“Diktatörün devrildiği filmi izlediniz mi?” sorusuna cevap olarak] “Bizatihi çekiyoruz o filmi.”

17 Ekim 2015

Osman Baydemir: “HDP olarak Kürt sorununun çözümünde şiddet araçlarının tamamen bırakılması gerektiğine inanıyoruz. Bu inancımızı çatışan her iki tarafa da ifade eden bir partiyiz. İnadına barış tezimiz, duruşumuz; hem hükümete hem de muhalefetedir, (muhalefet derken) Kandil’i kastediyorum…”

 
Tüm bunların ardından;[133] “Direniş kahramanca bir tarih yazıyor”[134] vurgusuyla Selahattin Demirtaş, “Bu direniş zaferle sonuçlanacak, herkes halkın iradesine saygı duyacak. Kürtler artık kendi coğrafyasında siyasi irade olacaktır. “Ne yaşacağınıza bir kişinin karar vermesine herkes isyan eder, kimse kabul etmez. Köleler bunlara isyan etmiştir. Bir kişi bile bunu kabul etmezse Ortadoğu’nun en kadim halkı bunu nasıl kabul edecek? Bir tek genç bile bunu kabul etmez. Kürtçe Ortadoğu’da en çok kullanılan dillerden biri. Tek bir birey bile başkasının kendini yönetmesine izin vermezken böyle bir halk niye kabul etsin? Bugün yaşadığımız bu tarihsel kırılmanın sonuçlarıdır. Özyönetim insanın onuruyla ilgili bir konudur. Köle gibi mi, yoksa insan onuruyla mı yaşayacaksınız? Öz yönetim küçümsenemez, katliama karşı hendekteki, barikattaki duruş ve kavrayıştır…”[135]
“AKP artık dikiş tutmaz, çözülme başlamıştır. Erdoğan gidişini hızlandırmıştır”…[136] “Bölgesel ve yerel parlamentolarda kendi idaresini ortaya koyabilir. TBMM’nin kapısı bize kapalı ise ve halkımız bize başka bir kapı açmak istiyorsa ‘başka bir parlamentoda çalışmalarınızı yapın’ derse bu yapmaktan çekinmeyiz”…[137] “Halk isterse birden fazla parlamento kurar”…[138] “Sokak meşrudur, yasaldır, legaldir, haktır, demokrasi sokakta kazanılmıştır,”[139] diyordu demesine de; her denilenin bir dünü/ geç(me)mişi vardı!
Mesela 9 Şubat 2013’te Selahattin Demirtaş’ın, “Yakın olduğumuz AKP’dir. Bire bir örtüşmüyor, ancak yakınlaştığımız parti AKP’dir,”[140] demesi (vb’leri…) gibi!
 
II.6) TOPARLARSAK…
 
“Her denilenin bir dünü/ geç(me)mişi var”dır dedim ve eklemeliyim: Dünsüz bir bugün/ şimdi yokken, bugün de yarının nasıl biçimleneceğinin yanıtıdır!
Mesela bugünde Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı Kamuran Yüksek’in, “İnsanların bir başka endişesi de Suriye ve Türkiye Kürtleri’nin birleşme fikri. Kuzey Suriye’de kurulan bir federasyonla Türkiye’deki Kürtleri birleştirmek gibi bir düşünce asla bulunmuyor. Türk halkı bu konudan emin olsun. Böyle bir plan uzun vadede de yok. Aksine Suriye’nin kuzeyindeki federasyonla Türkiye ve Suriye arasındaki ticaret artar, ekonomi gelişir,”[141] demesinden; Kendisine “Hacce Pervin” denmesini isteyen Pervin Buldan, hacca gitmek için TBMM Başkanı Kahraman’dan yardım istemesine uzanan[142] reel-politiker pragmatizm asla ilerletici olmadı; olmayacak da…[143]
Bu noktada “Kürt hareketinin yanlışlarının temel suçlusu, Türk sosyalistleridir,”[144] türünden ucuzlukları bir kenara bırakıp; doğruda durmak; ısrar etmek; net ve anlaşılır olmak gerekiyor!
Mücahit Bilici’nin, “Özyönetim demokrasiden başka bir şey değildir”;[145] Aydın Engin’in, “Özyönetim katılımcı demokrasinin ete kemiğe bürünmesinde atlanamaz bir eşiktir”;[146] Ezel Akay’ın, “Özyönetim can simidimiz… Gezi de bir özyönetimdi”;[147] Metin Yeğin’in, “Özyönetim Türkiye’de egemenlerin iddiasının tam aksine ‘Bölücü’ değil birleştiricidir, daha doğrusu radikal katılımcı demokrasi zaten ‘Örgütlenmektir.’ Burada ‘Bir olmak’ ile ‘Örgütlenmek’ arasındaki fark bir kelime oyunu değildir.”[148] “Özyönetimin gerçek demokrasidir. Devletin özyönetime gösterdiği reaksiyon gerçek demokrasiden korkudur. Zalimin zulmü varsa halkın da özyönetimleri vardır”;[149] Cemal Şerik’in, “Özyönetim bir 15 Ağustos hamlesidir,”[150] biçiminde tanımladıkları kavramlara; bir de Besê Hozat’ın, “Demokratik özerklik Türkiye’nin demokratikleşme çözümüdür,”[151] saptamasını eklersek; birçok şeyin -öznel niyetlere göre- çarpıtıldığını görürüz…
Kaldı ki söz konusu kavramların kullanılmasında da bir tuhaflık söz konusudur yaşadığımız günlerde…
Özerklik veya öz yönetim, her ne ise, bugün Kürtlerin objektif olarak savaşını verdiği şey bu kavramlarla açıklanamaz; aşmıştır da. Bu yoksulların anti-sömürgeci özgürlük mücadelesidir. Herkes bunu biliyor, görüyor, ama çoğunluk söylemiyor!
“Good morning after supper/ Akşam yemeğinden sonra günaydın!” dedirten bu tür açmazlara anımsatalım: Özerklik/ özyönetim, her ne ise, bugün bir geçiş formudur. Özerkliğin/ özyönetimin tesisi için iki taraflı bir irade gerekir: yani özerkliği/ özyönetimi ilan eden kendilik ve devlet… Eğer bu yoksa muhatabı olan devletin tanımadığı bir “özerklik” bir “statü” değil, ne kadar süreceği taraflar arasındaki güç dengesine bağlı, muğlak bir “fiili durum”, kararsız bir “denge”dir. Ya o, ya bu biçiminde karara bağlanacak bir çatışma hâlidir.
Bu durumda soru(n), Kürt özerkliği/ özyönetiminin geçerli olup olmadığından çok, halkın haklarını kendi gücüyle koruma altına alması zorunluluğunu hayata geçirmesidir ki, bu konum sınırsız bir dayanışmayı hak ederken, sonuna kadar meşrudur da.
Burada aslî mesele söz konusu meşruluğun, İbrahim Kaypakaya’ca adının konarak, siyasetin toplumsallaştırılmasıdır.
Buraya kadar belirttiklerimize, İbrahim Kaypakka’nın güncel siyasetteki önemi açısından; Onun sınıflar mücadelesi açısından vazgeçilemezliği yanında; Kürt Hareketi’ne Murray Bookchin’de ya da “radikal demokrasi”de aranan “çareler”den daha ne net bir yanıt olduğunu eklemek gerekiyor![152]
Hele hele III. Büyük Bunalımı’nda debelenen sürdürülemez kapitalizmde, değişmeden büyüme, asalaklaşma belirtileri hızla artıyor. Bu durum, Hegel’in “canavarlaşma” ile ilişkilendirdiği “kötü sonsuz” kavramına uyuyorken; ‘The New York Times’dan Roger Cohen’in, ‘Liberalizmin Ölümü’ başlıklı yazısında, “liberal demokrasinin yenik düştüğü”nü itiraf ettiği[153] tabloda![154]
Bir zamanların AKP epigonlarından Ergun Özbudun’un, “Adım adım otoriterizme gidişte kritik kavşaktayız”;[155] Levent Gültekin’in, “Kısa vadede bir çıkış yolu ne yazık ki görünmüyor”;[156] Vahap Coşkun’un, “Şiddetin dozu yükselecek demokrasinin alanı daha da daralacak”;[157] Ahmet Kasım Han’ıun, “İşler kötüleşmeden iyileşmeyecek gibi”;[158] Metin Gürcan’ın, “Şu an yaşadıklarımız sadece öncü sarsıntılar,”[159] demek durumunda kaldıkları koordinatlarda “Mevcut otoriter siyaset savrulması, artık totaliter bir rejimin inşası aşamasına gelmiş durumda. Totaliter rejimin inşası, ‘FETÖ ve PKK’ye karşı terörle mücadele’ çerçevesinde yürüyor. Kartlar sonuna kadar açıldı; ‘Ya iktidardan yanasınız, ya da terörden’ dendikten sonra iktidarı desteklemeyen her kim olursa olsun, ‘terörist’ veya ‘terör destekçisi’ damgası yemenin gölgesinde ve korkusu ile yaşayacak… ‘Totaliter bir rejim inşasının neresindeyiz’ sorusuna cevap vermek zor, ama seyir hızımızın gittikçe arttığını görmek zor değil…”[160]
Tüm verileri işaret ettiği üzere bu bir geçiş dönemidir. Tüm geçiş süreçlerinde olduğu gibi, sancılı bir karmaşanın içinden geçiyoruz. Çözemediği soru(n)larıyla eski çürüdü, çöktü ve ölüyor. Şimdi, yeniye yönelen doğum sancılarını yaşamaktayız.
 
III. AYRIM: ÖĞRETTİKLERİ
 
O hâlde bugünün aşılarak yarının kazanılması için hemen şimdi İbrahim Kaypakkaya çizgisinin öğrettiklerinin anımsanması gerekiyor.
Çünkü Onun devrimci çizgisi, değişen koşullara analitik yaklaşmaktır. Ne salt döneminden koparılabilir ne de salt dönemiyle anlaşılabilir. Dünden bugüne bugünden de yarına bir köprü misyonu üstlenmektedir.[161]
İbrahim Kayapakkaya’nın bu özelliği, sonraki mücadele yaşamında da devam etmiş ve toplumsal pratik içerisinde olayları ve olguları çözümleyerek, analize tabi tutarak, buradan bilimsel sentezlere, sonuçlara ulaşmıştır.
Örneğin Onun için, “Kurtuluş savaşını izleyen yıllarda devrimin baş düşmanı, Kemalist iktidardır.”[162] Bu yaklaşım temel niteliktedir. İktidardaki Kemalizm’le ilişkilenme yolunu açan, “ilericilik”, “devrimcilik” atıflarına karşı politik bir barikat oluşturup; “Kemalist iktidarla ittifak yapmayı düşünmek, karşı-devrim safına iltica etmek demektir. Çünkü Kemalist iktidarın kendisi bizzat karşı-devrimi temsil ediyordu,”[163] diye ekler.
İbrahim Kaypakkaya, Kürt sorununda ilk defa hâkim ulus şovenizmini kırmış ve Marksist-Leninist konum almış bir enternasyonalist devrimcidir.
“Birlik adına”(!?) [164] ne sınıf bakış açısı terk edip ne de kızıl bayrak elden düşürmemişken; Kürt ulusal hareketinin demokratik muhtevasını desteklemeyi de “es” geçmemiştir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkının, tavizsiz, ısrarlı savunucusu olmuştur.
Bu kapsamda İbrahim Kaypakkaya, bizlere, özgüvenli başkaldıran insan olmayı öğretir...
İbrahim Kaypakkaya, bizlere, Feuerbach’ın ifadesiyle, “Büyük düşünceler uğruna yaşayan kişi, kendini düşünmeyi unutur” diyerek yaşamayı; mücadeleye kendinden bir şeyler verebilen kişinin, layığınca insan olabileceğini öğretir...
İbrahim Kaypakkaya, bizlere, siyasette haklı olup, kaybettiğimiz anların olabileceğini; mücadeleden vazgeçmemeyi, militan kararlılığı öğretir...
İbrahim Kaypakkaya, bizlere, ezilenlerin tarihini yazarken soyutlamanın düşünsel önemi ve dogmatizm tehdidine karşı uyanık olmayı öğretir...
İbrahim Kaypakkaya, bizlere, geri dönüşler tehlikesi ve devrimin kesintisiz/sürekli olması gerektiğini öğretir...
İbrahim Kaypakkaya, bizlere, azmin ne demek olduğunu öğretir...
İbrahim Kaypakkaya, bizlere, hayal etmeyi ve harekete geçmeyi öğretir...
İbrahim Kaypakkaya, bizlere, sadece korkulardan korkan bir cesaretin ne demek olduğunu öğretir...
Ve nihayet İbrahim Kaypakkaya, bizlere, tahayyülsüz bir tasavvurun, hayalsiz bir hayatın anlamı olmadığını öğretir; öğretir; öğretir; öğretir...[165]
Özetle ‘Alman İdeolojisi’nde[166] de denildiği gibi: “Devrim de, bunalım kadar kaçınılmazdır!” Çünkü bu, kapitalizmin künyesine kayıtlıdır...
Ancak bu, kendiliğinden ya da “otomatik” değildir; devrimi gerçekleştiren, siyaseti toplumsallaştırarak başkaldıran insan(lık)dır. Ve bu da XXI. yüzyılın “Cinnet Kesiti”nde kolay değilse de; Immannuel Wallerstein’ın belirttiği üzere: “Ütopyacılığın bir sona ulaştığına inanamıyorum. Tam tersine. Belki de ancak bu saatten sonra ütopik ütopyalar üretebiliriz”!
Çünkü başka bir dünya mümkündür!
Bunun için 1971 kopuşunun mimarlarından İbrahim Kaypakkaya’yı; ve onun mücadelesini ve de Murathan Mungan’ın, “Karanfil” dizelerini anımsamak yeter de artar:
“Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
Atlanın gidiyoruz.
Buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara
Eski zamanlarda olduğu gibi
Dersimiz Tarih: Unutmayın kaldığımız yeri
ve yenilmedik daha...”
 
13 Mayıs 2016 20:33:49, Ankara.
 
N O T L A R
[1] 21 Mayıs 2016 tarihinde Ludwigshafen’da (Almanya) düzenlenen “İbrahim Kaypakkaya Şahsında Devrim Şehitlerini Anma Merkezi Gecesi”nde yapılan konuşma… Devrimci Halkın Birliği’nin 22 Mayıs 2016 tarihinde Nancy’de (Fransa) düzenlediği etkinlikte yapılan konuşma… 29 Mayıs 2016’de Dersim’de düzenlenen “Tarihsel Miras ve Kaypakkaya Sempozyumu”nun “Kaypakkaya Aynasında Güncel Siyaset” oturumuna sunulan tebliğ… Arasöz, Haziran 2016…
[2] Oruç Aruoba.
[3] Temel Demirer, “Yalanı Yenen ‘Ölümsüz’: Kaypakkaya”, Halkın Günlüğü, Yıl:2, No:38, 20-30 Mayıs 2012.
[4] Temel Demirer, Hak(sızlık), Hukuk(suzluk) mu? “Suçumuz İnsan Olmak”!, Kardelen Yay., Nisan 2009.
[5] Deniz Faruk Zeren, “Kaypakkaya’yı Sevmek”, 18 Mayıs 2015… http://gezite.org/kaypakkayayi-sevmek/
[6] Temel Demirer, “İbrahim Kaypakkaya (ve Yapıtları) Hakkında”, Gelecek Dergisi (Kıbrıs), Yıl:3, No:79, Nisan 2013.
[7] Muzaffer Oruçoğlu, “Kitle Adamı”, Devrimci Demokrasi, Yıl:5, No:107, 1-16 Mart 2007, s.12.
[8] Muzaffer Oruçoğlu, “İbo”, Saklanmaya Çalışılan Bir Meşale İbrahim Kaypakkaya, Umut Yay., 2003, s.66.
[9] Bu noktada “1971 silahlı ve silahsız devrimciliğin yol ayırımı”ydı diyen Yaşar Ayaşlı ekler: “71 devrimciliğinin asıl kazanımları, ileri adım olarak getirdikleri nelerdir? Buradaki ilk tarihsel kazanım Türkiye’de o zamana kadar pek akla gelmemiş, belirsiz bir geleceğin sorunu diye görülerek gündeme getirilmemiş silahlı devrim fikrinin pratiğe geçirilmesidir...
“Silahlı mücadele, aynı zamanda mevcut devlet aygıtının karşısında konumlanmış bir devrimci tipinin yeniden üretimi demektir. Bu devrimci tip, devletin elinin uzanamayacağını düşündüğü bilinmeyen bir alana konumlanarak, ölümüne bir mücadeleye girmektedir. Böyle olunca maddi ve manevi donanım, mücadelenin doğasının getirdiklerine göre yeniden biçimlenecektir…
“Burası öğrenci devrimciliğinin, dernekçiliğin ve yasal particiliğin bittiği, yeni bir yaşamın başladığı yerdir artık.” (Yaşar Ayaşlı, “71 Devrimciliğinin Başka Bir Portresi”, Teori ve Politika Dergisi, No:41, Bahar 2006, s.38-43-44.)
[10] Oral Çalışlar, “Bir Şeye İnandığı Zaman Onu Çok Sessiz ve Sert Bir Şekilde Savunurdu”, Saklanmaya Çalışılan Bir Meşale İbrahim Kaypakkaya, Umut Yay., 2003, s.80.
[11] Nihat Behram, “Direnişin de Bir Tarihi Var”, Saklanmaya Çalışılan Bir Meşale İbrahim Kaypakkaya, Umut Yay., 2003, s.8.
[12] Ragıp Zarakolu, “İbrahim Kayapakkaya Dünya Devrimcilerinin Pantheon’unda”, Saklanmaya Çalışılan Bir Meşale İbrahim Kaypakkaya, Umut Yay., 2003, s.27.
[13] İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Ocak Yay., 1979, s.302-303.
[14] Temel Demirer, “Şoven Gericilik Dalgasına Karşı Kaypakkaya’yı Anlamak ve Anlatmak”, Kaldıraç Dergisi, No:88, Nisan 2008.
[15] Temel Demirer, “… ‘Zamanın Ruh(suzluğ)u’na Karşı İbrahim Kaypakkaya”, Kaldıraç, No:144, Haziran 2013.
[16] Gülşen İşeri, “Muzaffer Oruçoğlu: O Yoklar Hanesinde Biri”, Birgün, 15 Mayıs 2011.
[17] Mesela bugün, bu konuda “Unutulmamalıdır, legal siyasetin görevi ‘parlamenterizm için uğraş vermek’ değil, parlamentoyu devrimci bir kürsü gibi kullanmak için mücadele etmektir. HDP’nin önünde duran bu mücadeleden başkası değildir,” (Ömer Ağın, “Savaşanlar Kaybedebilir, Ama Savaşmayanlar Baştan Kaybetmiştir”, Gündem, 12 Mayıs 2016, s.5.) diyor Ömer Ağın da…
[18] “İbrahim Kaypakkaya’yı Yakın Arkadaşı Askar Yılmaz Anlatıyor (I): Kaplumbağa Yemeyin!”, Açık Gazete, 8 Mayıs 2012… http://www.acikgazete.com/editorden/2012/05/08/ibrahim-kaypakkaya-yi-yak...
[19] “Mahir, Deniz ve İbo aynı saftaydı… Deniz, 68’in antiemperyalizmle ifadesini bulan mücadelesinin simge ismi oldu. Mahir, Türkiye’nin Marksizmini oluşturma yolunda önemli adımlar attı; ideolojik-politik netliği önemsedi ama bu alandaki farkları, dostlarını sahiplenmenin önünde bir engel görmedi. Bu duruşuyla Mahir, nasıl bir birlik, nasıl bir cephe sorusunun yanıtını Kızıldere’de verdi. İbrahim de Türkiye ve devrim gerçekliğini, TKP/ML ile ifadesini bulacak olan ideolojik politik çizgide somutladı; değerlerini ölümüne savunmanın, ser verip sır vermemenin, sistemle ve değerleriyle hiçbir biçimde uzlaşmamanın sembol isimlerinden biri olarak tarihe adını yazdırdı.
Aradaki farklar, ideolojik politik duruşlar, farklı yerlerde farklı biçimlerde katledilmeleri, ortak yanlarının görülmesinin önünde bir engel değildir. Uzlaşmayı değil savaşmayı seçmeleri, günü kurtaran solculuk yerine stratejik ufukla hareket etmeleri, duruşlarını ortaklaştırırken, egemen sınıfların onlara karşı tavrını da ortaklaştırmış, gerçekte ölümleri benzer olmuştur; işkencede, sehpada ve cephede teslim olmamanın, can bedeli direnmenin sembolleri olarak tarihe geçmişlerdir.” (Devrimci Hareket, “Kızıldere’nin Gerçek Dersleri”, 1 Nisan 2016… http://www.devrimcihareket.net/kizilderenin-gercek-dersleri/)
[20] Cemal Kutay’ın da yapıtında Mustafa Suphi’nin hareket ve faaliyetini, Mustafa Kemal’in son anına kadar adım adım takip ettiği anlaşılmaktadır. Yani her şey Mustafa Kemal’in kontrolündedir. Örneğin Yahya Kahya’nın öldürülmesinden sonra, bu konuyu irdeleyen Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey de Topal Osman tarafından öldürülecek, Topal Osman da benzer akıbet ile hayat sahnesinden çekilecektir. Yahya Kaptan da 1922 de öldürülürken; “Yahya Kaptan Sivas’ta muhakeme edilecek fakat aleyhinde hiç bir delil bulunamadığı için beraat edecektir. Yahya Kaptan Sivas dönüşünde Samsun’a uğrar. Oradaki arkadaşları ile bir hatıra fotoğrafı çektirir. Fotoğraf çektirenler arasında biri var ki İstiklal mahkemelerinde komünistlere karşı tavrıyla tanınan Servet Reis karşımıza çıkmaktadır.” (Cemal Kutay, Tarih Sohbetleri, Halk Matbaası, 1966, s.230-231.)
[21] Vehbi Ersan, 1970’lerde Türkiye Solu, İletişim Yay., 2013.
[22] “Mustafa Suphi’lerden sosyalistlere kalan en önemli ders burjuvaziye asla güven olamayacağı ve sosyalistlerin ne olursa olsun kendilerini burjuvazinin önderliğine tabi kılmayıp bağımsız çizgilerini oluşturmasının gerekliliğidir. Ancak ne yazık ki Mustafa Suphi sonrasındaki TKP kurmayları bu dersi almamış tam tersi Kemalistlerin ‘soldan’ destekleyicileri hâline gelmiştir.” (Bekir Sami Paydak, “Göğü Fethetmeye Çıkanlar: ‘71 Devrimci Hareketi”, 4 Nisan 2016… http://sendika10.org/2016/04/gogu-fethetmeye-cikanlar-71-devrimci-hareke...)
[23] “Türkiye sosyalizminin çeşitli çizgilerinin, sol partilerin, devrimci hareket ve örgütlerin ortak noktasının siyasal iktidara odaklanmış olmaları; devrimi, kapitalist düzenin topyekûn değişmesi süreci olarak değil iktidarın alınması anı olarak kavramaları ve ekonomik temellerin (alt yapının) ve mülkiyet ilişkilerinin değiştirilmesiyle sınırlamaları; devrimci dönüşüm için gerekli olan onlarca çelişkinin çözümünü emek-sermaye çelişkisine indirgemeleri olduğu söylenebilir”! (Oya Baydar, “Türkiye Solu Üzerine (Öz)eleştirel Notlar”, Doğu Batı, Yıl:15, No:59, Kasım-Aralık-Ocak 2011-12, s.12.)
[24] Che Guevara, ‘Gerilla Savaşı: Bir Yöntem’, Askeri Yazılar, Yar Yay., 1989.
[25] Oysa Kale Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Bodur Okyay dahi, “Vahşi kapitalizme dur demeden terör bitmez,” diyor. (Jale Özgentürk, “Zeynep Bodur’dan Ali Koç’a Destek: Vahşi Kapitalizme Dur Demeden Terör Bitmez”, Radikal, 21 Kasım 2015… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/jale_ozgenturk/zeynep-bodurdan-ali-ko...)
[26] Mehmet Yılmazer, “İbrahim Kaypakkaya ve Demokratik Devrim Sorununa Bakış”, Çağdaş Yol, Sayı 8, Ağustos 1989.
[27] Doğu Perinçek liderliğindeki ‘Aydınlık Hareketi’nde yer almış Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Halil Berktay, Oral Çalışlar, Gülay Göktürk, Büşra Ersanlı ve Ethem Sancak’ın dedikleri (Erkam Tufan Aytav, Aydınlıktan Kaçanlar, Ufuk Yay., 2013.) ibret-i alemlikti. Örneğin şimdilerde Hedef Alliance Holding Yönetim Kurulu başkanı olan Ethem Sancak, 1975-1985 arası Aydınlık Hareketi’nin önder kadrosunda yer alır. Serüvenini, “Devrim yapacağız diyorduk ama biz devrildik,” özeleştirisiyle anlatırken; Fethullah Gülen ile ABD’de ziyarete gittiğinde gerçekleşen ikili diyalogu şöyle aktarır: “Kendisine dedim ki, ‘Adalet ve özgürlük arayışı peşinde solcu oldum’ ve öyle düşünüyorduk. Bana enteresan bir şey dedi, ‘Beni 72’de hapse attılar, yanı başımda hücrede solcu gençler vardı, onları gözledim, bunların içinde sahabe hayatı yaşayanlar vardı’ dedi. Sahabe hayatı yaşamak çok zor bir... Yani dürüst olmak, kanaatkâr olmak. Mesela çok sempati duydum bu güzel değerlendirmeye. Biz Hocaefendi’nin dediği gibiydik, herkes bir değildi ama gerçekten bazılarımız öyleydi.”
[28] Cengiz Çandar’ın siyasi hayatında keskin dönemeçler var… “Proleter Devrimci Aydınlık” Maoculuğundan Filistin’de gerillalığa, oradan Talabani dostluğuna, Turgut Özal danışmanlığına, Erdoğan savunuculuğuna uzanan zikzaklarla...
[29] Haluk Kalafat, “Ve TKP, ve TİP, ve THKP-C, ve…”, Radikal Kitap, Yıl:2, No:655, 4 Ekim 2013, s.22-23.
[30] Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i, Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 4. Baskı, 2007.
[31] Yalçın Küçük, Sol Marksizm, Akış Yay., 1998, s.295-298.
[32] Şefik Hüsnü (26 Ağustos 1921), aktaran: Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, Anadolu Yay., 1970, s.6.
[33] Temel Demirer, “Kaypakkaya’nın Çağrısı”, Uzun Yürüyüş Dergisi, No:59, Temmuz-Ağustos-Eylül 2002.
[34] “BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri: 100 Kürt Yakıldı mı?” , Cumhuriyet, 11 Mayıs 2016, s.7.
[35] “Nusaybin’e Bahçeli Çözümü: Baş Üstünde Baş Koymayın”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2016, s.5.
[36] Erdinç Çelikkan, “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Çukur Siyaset Çöktü”, Hürriyet, 20 Nisan 2016, s.16.
[37] Mahmut Oral, “Zırhlı Araçtan Küfür ve Mehter Marşı”, Cumhuriyet, 16 Mart 2016, s.9.
[38] “Türkçe Bilmeyen Ailesiyle Kürtçe Konuştu; Bursu Kesildi, Yurttan Atıldı”, 13 Mayıs 2016… http://t24.com.tr/haber/turkce-bilmeyen-ailesiyle-kurtce-konustu-bursu-k...
[39] Faruk Kırtay, “Nefret Ektiler Şiddet Biçiyoruz”, Cumhuriyet, 12 Mart 2016, s.11.
[40] Zehra Özdilek, “Hastanede Kürt Ayrımcılığı İddiası”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2016, s.11.
[41] Faruk Kıyak, “Vali Korumaları, Sürücüsünün ‘Yol Vermediği’ TIR’a Ateş Açtı”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2016, s.3.
[42] “ABD’den Türkiye’ye Yaklaşık 683 Milyon Dolarlık Silah Satışı”, Hürriyet, 29 Şubat 2016… http://www.hurriyet.com.tr/abdden-turkiyeye-yaklasik-683-milyon-dolarlik...
[43] Emine Kaplan, “Terörle Mücadele İçin 15 Bin Polis Alınacak”, Cumhuriyet, 17 Mart 2016, s.10.
[44] “Meral Akşener ‘Faili Meçhul’ Cinayetleri İtiraf Etti: İçişleri Bakanı Olduğum Dönemde...”, 29 Nisan 2016… http://haber.sol.org.tr/toplum/meral-aksener-faili-mechul-cinayetleri-it...
[45] “MHP’li Başkan Polisimize Yardımcı Oluyoruz Dedi, Tekme Tokat Adam Dövdü”, Cumhuriyet, 12 Mart 2016, s.3.
[46] Deniz Sarı, “Öğretmenlere Polis Yetkisi: Cihazla Üst Araması, Çanta Kontrolü...”, Birgün, 10 Mart 2016, s.3.
[47] “AKP’li Kadın Yöneticiden ‘Keşke Hepsi Ölseydi’ Tweeti!”, 19 Mart 2016… http://haber.sol.org.tr/turkiye/akpli-kadin-yoneticiden-keske-hepsi-olse...
[48] “Okul Müdürü: Makyaj Yapar, Kıvırtırsanız...”, Cumhuriyet, 27 Mart 2015, s.15.
[49] “… ‘Recep Tayyip’ Deyince Mikrofon Kapandı”, Hürriyet, 12 Aralık 2014, s.20.
[50] “Bu Kez Yasak Fazıl Say’a”, Hürriyet, 21 Ekim 2014, s.5.
[51] Miyase İlknur, “Böyle Yasak Görülmedi”, Cumhuriyet, 26 Mayıs 2015, s.12.
[52] Ozan Çepni, “Başkentte Otobüslerde ‘Özel Dinleme’…”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2016, s.3.
[53] Uğur Koç, “… ‘Cumhurbaşkanı’na Hakaret’ Soruşturmasında Garip Karar: ‘Hakaret Etti’ Diyerek Meydanı Yasakladılar!”, Birgün, 10 Mart 2016, s.6.
[54] İsmail Saymaz, “Adalet Bakanlığı Kürtçe Savunma Yasağını Savundu”, Radikal, 11 Mayıs 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/adalet_bakanligi_kurtce_savunma_yasagi...
[55] Erk Acarer, “Böyle Olur AKP’nin Öykü Festivali: Sahneden Çocuklara ‘Annenizi Vurun’ Mesajı”, Birgün, 25 Şubat 2016, s.3.
[56] “Tarikat Evinde 45 Öğrenciye Tecavüz”, 13 Mart 2016… http://odatv.com/tarikat-evinde-45-ogrenciye-tecavuz-1303161200.html
[57] “Köy İmamı 14 Yaşındaki Kıza ‘Cinsel İstismar’ İddiasıyla Tutuklandı”, Hürriyet, 29 Mart 2016… http://www.hurriyet.com.tr/koy-imami-14-yasindaki-kiza-cinsel-istismar-i...
[58] “AKP Medyanın Yüzde 85’ine Sahip”, Evrensel, 12 Mayıs 2016, s.13.
[59] Ergin Yıldızoğlu, “Yol Hep Aynı Yere Çıkıyor”, Cumhuriyet, 31 Mart 2016, s.9.
[60] Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, “Anam, babam, eşim çocuklarım Erdoğan’a feda olsun” diyen (eski PDA’cı!) Ethem Sancak, Erdoğan’a duyduğu aşkın boyutlarını, “Erdoğan’ı gördükçe aşık oldum, böyle bir ilahi aşk iki erkek arasında olabiliyor,” diye anlatıp ekledi: “Erdoğan, 300 yılda bir Allah’ın nasip ettiği liderlerden biri. Allah Türkler’e yüz yılda bir böyle bir lider veriyor. Türkler peşinden gidince harikalar yaratıyorlar. Bazen harcıyorlar Menderes’i harcadıkları gibi. Romalılar Sezar’ı öldürdü, Roma çöküşe geçti. Bunlar oluyor.” (“Erdoğan’ı Gördükçe Aşık Oldum, Böyle Bir İlahi Aşk İki Erkek Arasında Olabiliyor”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2015, s.12.)
[61] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Çev: Muzaffer İlhan Erdost Sol Yay., 1998.
[62] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş-Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin Savaşa Karşı Tutumu, Çev: N. Solukçu, Sol Yay., 6. Baskı, 1992.
[63] V. İ. Lenin, “Moskova Ayaklanmasından Alınacak Dersler, 1906”, Seçme Yazılar, Cilt: II, Kuramsal Kitaplar-2, İlkeriş Yay., 2010.
[64] V. İ. Lenin, Emperyalist Ekonomizm-Marksizmin Bir Karikatürü, Çev: Ferit Burak Aydar, Agora Kitaplığı, 2014.
[65] Aslı Aydın-Yaşar Aydın, “Prof. Dr. Korkut Boratav: Kriz Gelir, AKP Gider Kolaycılığına Kimse Kaçmasın”, Birgün, 9 Kasım 2015, s.5.
[66] V. İ. Lenin, Proletarkoye Diyelo, No:6, 20 Temmuz 1917.
[67] Karl Marx’ın, “Soyut özgürlük sözcüğünün sizi aldatmasına izin vermeyin. Kimin özgürlüğü? Bu, bir kişinin bir başka kişi karşısındaki özgürlüğü değil, sermayenin işçiyi ezme özgürlüğüdür,” uyarısını daima hatırlamakta/ hatırlatmakta yarar var!
[68] Friedrich Engels, Anti-Dühring-Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor, Çev: Kenan Somer, , Sol Yay., 4. Baskı, 2003.
[69] “Seçimler özel bir siyasal işlem değildir, binbir vaatte bulunup sandalye kazanmaya çalışmak değildir, ama sınıf bilinci olan proletaryanın siyasal dünya görüşünün ilkelerini ve temel isteklerini savunmak için özel bir fırsattır.” (V. İ. Lenin, “Reformcuların ve Devrimci Sosyal-Demokratların Seçim Bildirgeleri”, Kasım 1912.)
[70] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Çev: Kenan Somer, Sol Yay., 2012, s.200.
[71] V. İ. Lenin, Devlet ve Devrim, Türkçesi: Ferit Burak Aydar, Agora Kitaplığı: 240, 2009.
[72] Ufuk Uras, “Liberalizm”, Yeni Yüzyıl, 9 Aralık 2015… http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/liberalizm-375
[73] V. İ. Lenin, Tüm Eserler, Cilt:11, s.385.
[74] “Günaydın Murat Belge!”, Birgün, 6 Ekim 2014, s.9.
[75] Murat Belge: 2010 Referandumunda ‘Evet’ Diyenler Kandırıldı; Bizim Desteklediğimiz Uydurma Bir Erdoğan’mış!”, T24, 25 Ekim 2015… http://t24.com.tr/haber/murat-belge-2010-referandumunda-evet-diyenler-ka...
[76] Dilek Kurban, “Kürt Hareketinin Göremediği”, Radikal, 21 Temmuz 2011, s.8.
[77] Orhan Miroğlu, “Öcalan’ın Mektupları: Bir Milat ve Bir Manifesto”, http://haber.stargazete.com/yazar/ocalanin-mektuplari-bir-milat-ve-bir-m...
[78] Oral Çalışlar, “Kürt Sorununda Akıl, İzan”, Radikal, 5 Ağustos 2011, s.17.
[79] Oral Çalışlar, “Kürt Siyasi Hareketi Nasıl Çoğulculaşır?”, Radikal, 22 Temmuz 2011, s.18.
[80] Oral Çalışlar, “… ‘Kürt Realitesi’nden ‘PKK Realitesi’ne...”, Radikal, 19 Ekim 2011, s.16.
[81] Ahmet İnsel, “Nihai Hesaplaşma Arzusu”, Radikal İki, 23 Ekim 2011, s.1-12.
[82] Hikmet Çetinkaya, “Şiddetle Bir Yere Varılmaz...”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 2011, s.8.
[83] Ayça Örer, “Şiddet Her Şeyin Dokusunu Bozuyor”, Radikal Kitap, Yıl:10, No:567, 27 Ocak 2012, s.14-15.
[84] Oral Çalışlar, “Silahlar Özgürleşmeye Engeldir”, Radikal, 30 Temmuz 2011, s.18-19.
[85] Ahmet İnsel, “Şiddeti Mazur Görme Sorunu”, Radikal, 13 Eylül 2011, s.10.
[86] Oral Çalışlar, “BDP ve Silahlara Veda...”, Radikal, 28 Kasım 2012, s.11.
[87] PKK yöneticisi Cemil Bayık’ın ABD ile dolaylı kanalları aracılığıyla çözüm sürecinde arabuluculuk yapması için görüşmeler yapıldığını açıklaması, çözüm sürecinde üçüncü göz tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Görüşme haberini yorumlayan HDP Eşbaşkan Yardımcısı Nazmi Gür, sürecin başından bu yana dile getirilen Türk tipi çözüm yönetiminin çöktüğünü belirterek, “Türkiye üçüncü tarafı gurur meselesi yapmamalı. Çözüm süreci başlayacaksa önşart olarak ellerin tetikten çekilmesi gerekiyor. Tahkim edilmiş bir ateşkese ihtiyaç var. Elbette Kürt sorunu bir iç sorundur. Ancak arabulucunun oluşması gerekiyor. ABD ya da başka ülke fark etmez” diye konuştu.
‘The Daily Telegraph’a röportaj veren Cemil Bayık, Washington’la dolaylı kanallardan gizli görüşmeler yürüttüklerini ve ABD garantörlüğünde sağlanacak bir ateşkesi kabul edeceklerini söyledi. “Mesajlar gidip geliyor, toplantılar yapılıyor, mektuplaşmalar var ve bu ilişkinin gelişmesi de olası” diyen Bayık, ABD’nin şiddeti durdurmak için iyi bir pozisyonda olduğunu ve buna olumlu baktıklarını belirterek, Washington’ın Kuzey İrlanda’daki barış sürecinde oynadığı rolü örnek gösterip ekledi: “Bize bir garanti verirlerse üzerimize düşen rolü yerine getiririz.” (Mahmut Lıcalı, “ABD, Çözüm Sürecinde Ateşkesi Denetleyecek”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2015, s.13.)
Cemil Bayık, ‘Bild am Sonntag’a verdiği röportajda da, “Silahlı mücadele amacına çoktan ulaştı. Amaç Kürt sorununu gündemde getirmekti ve biz bunu başardık… Biz artık savaşmak istemiyoruz. Biz, müzakere ve siyasi çözüm istiyoruz. Bunun için bir barış arabulucusuna, üçüncü bir tarafa ihtiyacımız var. Biz bu görevi ABD veya Avrupa Birliği’nin bir parçası olarak Almanya’nın üstlenmesini istiyoruz,” (Ahmet Yıldırım, “Cemil Bayık: ‘Savaşmak İstemiyoruz, Müzakere ve Çözüm İstiyoruz’…”, Radikal, 29 Kasım 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/cemil-bayik-savasmak-istemiyoruz-muzak...) dedi.
[88] “Cemil Bayık, Uluslararası Gözlemci İstedi”, Taraf, 4 Kasım 2014, s.9.
[89] Henri J. Barkey, “Meclis’e girerse AKP’ye asıl muhalefet BDP olacak,” (Şenay Yıldız, “Güneydoğuda İnisiyatif Sivilde”, Akşam, 11 Temmuz 2011, s.11.) derken; ABD gezisini ardından BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, ABD’li yetkililerin Türkiye’den “demokratikleşme beklentisi” olduğunu belirtip, “Kürt sorununu çok iyi anlamışlar. Anadil, yerelleşme gibi konuları ABD de dile getirdi,” (Rifat Başaran, “ABD Kürt Sorununu Çok İyi Anlamış”, Radikal, 3 Mayıs 2012, s.13.) demişti.
KCK’nın Avrupa sorumlularından ve kapatılan DEP eski Milletvekili Zübeyir Aydar, “ABD arabulucu olsun, bizi ve Türkiye’yi yeniden bir masada bir araya getirsin. Sorunlarımızı konuşalım, biz buna hazırız,” dedi. (“KCK’den ABD’ye Arabuluculuk Çağrısı”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2016, s.11.)
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 1 Aralık 2015’de ABD’ye gidecek ve burada çeşitli düşünce kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yapacak. Ziyareti kapsamında gerçekleştireceği temasların Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler üzerine olacağı belirtilirken, Demirtaş ve beraberindeki HDP heyetinin ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve ABD Hükümet temsilcileriyle bir araya gelmesi bekleniyor. (Mahmut Lıcalı, “Demirtaş ABD’ye Milletvekilleri Kampa”, Cumhuriyet, 26 Kasım 2015, s.5.)
Demirtaş, Washington’daki temaslarının ardından düzenlediği basın toplantısında, çözüm sürecinde görüşmelerin yeniden başlayacak olması durumunda masada gözlemcilerin bulunması gerektiğini belirtti. Ziyareti kapsamında ABD Başkanı Barack Obama’nın Ortadoğu danışmanı Robert Malley, ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Tony Blinken ve Kongre üyelerinden Adam Smith ile Beyaz Saray’da bir araya geldiğini söyleyen Demirtaş, Washington’da da partililerle de görüşme yaptığını ifade etti. ABD’nin dünyanın her yerinde faaliyet yürüten bir şirket gibi olduğunu belirten Demirtaş, Washington’ın Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu yakından takip ettiğinin altını çizdi. (“Selahattin Demirtaş Çözüm Süreci İçin Gözlemci İstedi”, 4 Aralık 2015… http://www.durus24.com/haber/1119/selahattin-demirtas-cozum-sureci-icin-...)
[90] Nuray Mert, “Gerçekçi Olalım, İmkânsızı İsteyelim!”, Milliyet, 19 Temmuz 2011, s.6.
[91] “Önder: Barıştan Yana Gelişme Beklenebilir”, Sol, 19 Kasım 2012, s.2.
[92] “HDP’li Sancar’dan AKP ile Diyalog Açıklaması”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/511355/HDP_li_Sancar_dan_AKP_...
[93] Rıdvan Turan, “… ‘Çözüm Süreci’nin Mütemmim Çüzü ‘İç Güvenlik’ Reformu”, Gelecek, No:122, 24 Ekim 2014, s.24.
[94] “Rıdvan Turan: Çözüm Denilen Şey Bir Devlet Politikası Hâline Dönüştü”, Gelecek, No:124, 7 Kasım 2014, s.13.
[95] Bilal Samur, “Çözüm Süreci, Dayatma Süreci mi?”, BasHaber, No:26, 3-9 Kasım 2014, s.15.
[96] Berkant Gültekin, “Kürşat Bumin: Davutoğlu Raporları Okumadı ‘Âkîller’ Kullanıldı Diyebilirim”, Birgün, 5 Kasım 2014, s.9.
[97] Sebahat Karakoyun, “Barış, AKP’nin İnsafına Bırakılamayacak Kadar Değerli”, Birgün, 12 Kasım 2014, s.13.
[98] “Biz Sürece Yeniden Can Vermek İstiyoruz”, Milliyet, 5 Kasım 2013… http://siyaset.milliyet.com.tr/-biz-surece-yeniden-can-vermek/siyaset/de...
[99] “Süreçte ‘15 Ekim’ Gerilimi”, ntvmsnbc, 27 Temmuz 2013… http://www.ntvmsnbc.com/id/25457336/
[100] “Ankara da PKK ile mücadelede Sri Lanka modelini seçti. Nerden biliyoruz? Cumhurbaşkanı söyledi: ‘Önce demokratik açılım dedik, milli birlik, kardeşlik dedik olmadı. Çözüm süreci dedik, yine olmadı. Çözüm sürecini de buzdolabın koyduk. Şimdi operasyonlar dönemi. Ne olacak bu operasyonlar döneminde? Bu iş bitecek’...” (Mehmet Tezkan, “PKK’ya Karşı Sri Lanka Yöntemi”, Milliyet, 20 Nisan 2016, s.6.)
[101] Durmuş Sevindik, “AKP Vekilden ‘Sri Lanka Modeli’ Açıklaması”, Hürriyet, 28 Ağustos 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29933557.asp
[102] Bülent Diktepe, “AKP’li Şahin’den HDP’ye: Demokratik Düzen Sizi Daha Fazla Sırtında Taşımayabilir”, Radikal, 25 Aralık 2015… http://www.radikal.com.tr/politika/akpli-sahinden-hdpye-demokratik-duzen...
[103] “Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan ‘Beyaz Toros’ Çıkışı’…”, Hürriyet, 20 Ekim 2015… http://www.hurriyet.com.tr/basbakan-ahmet-davutoglundan-beyaz-toros-ciki...
[104] “AKP’den HDP ile Diyalog İçin İki Şart!”, 9 Kasım 2015… http://haber.sol.org.tr/
[105] Cemal Şerik, “AKP 12 Eylül’ün Güncellenmesidir”, Demokratik Ulus, 21-28 Nisan 2015, s.1.
[106] A. Hicri İzgören, “Artık Bir Kopuştur Yaşanan”, Gündem, 31 Aralık 2015, s.19.
[107] “Emine Ayna Siyasetten Çekildi”, 30 Ocak 2016… http://www.bestanuce7.xyz/haberayrinti.php?id=241462
[108] Ayşe Yıldırım, “Demirtaş: Türkiye Otobanda Ters Gidiyor”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2016, s.4.
[109] “Sabri Ok: Sri Lanka Modeli Devrede”, Gündem, 16 Aralık 2015, s.10.
[110] “PKK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan: Hendekte de Sokakta da Direniş”, Gündem, 18 Kasım 2015, s.9.
[111] “PKK Yöneticilerinden Duran Kalkan’dan Çok Sert Açıklamalar!”, 17 Aralık 2015… http://www.ronahihaber.com/haber/260/pkk-yoneticilerinden-duran-kalkanda...
[112] “Duran Kalkan: Erdoğan İçin Son Göründü”, Gündem, 7 Mayıs 2016, s.1-11.
[113] “Bin Yıllık Kardeşlik Safsataya Döndü”, Gündem, 16 Aralık 2015, s.10.
[114] ‘Le Monde’a mülakatında da Cemil Bayık, “PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesi için hiçbir neden yok. Türk Devleti artık bir uzlaşı veya çözüm mantığı içerisinde değil,” diyordu. (“Bayık: PKK’nin Silahlı Mücadeleyi Bırakması İçin Hiçbir Neden Yok”, 25 Aralık 2015… http://www.demokrathaber.net/guncel/bayik-pkk-nin-silahli-mucadeleyi-bir...)
[115] “PKK’lı Bayık, Almanlardan Özür Diledi!”, Milliyet, 29 Kasım 2015… http://www.milliyet.com.tr/pkk-li-bayik-almanlardan-ozur-gundem-2155635/
[116] “Cemil Bayık: Erdoğan ve AKP’yi Devirmek İstiyoruz, Savaş Artık Her Yerde Olacak”, 15 Mart 2016… http://www.diken.com.tr/cemil-bayik-erdogan-ve-akpyi-devirmek-istiyoruz-...
[117] “Bayık: Bu Koşullarda Müzakere Olmaz”, Gündem, 30 Nisan 2016, s.5.
[118] “Karayılan: PKK Daha Şehir Savaşına Başlamadı”, http://www.ronahihaber.net/haber/1349/karayilan-pkk-daha-sehir-savasina-...
[119] “Karayılan: Yaşanan Bir İç Savaş; Kürt Özerkliği Tanınmalı”, 21 Aralık 2015… http://www.demokrathaber.net/siyaset/karayilan-yasanan-bir-ic-savas-kurt...
[120] PKK’nin savaş tarzını ‘hümanist’ bulduğunu vurgulayan ‘Kürdistan Özgürlük Şahinleri/ Teyrêbazên Azadiya Kurdistan’ (TAK), “PKK’nin savaş tarzı bizi bağlamaz” mesajını verip, topyekûn imha savaşına karşı yeni bir savaş hamlesi başlattığını duyurdu. (“PKK Bizi Bağlamaz, Savaşı Türkiye’nin Her Yerine Yayacağız”, 2 Ocak 2016… http://zernews.net/pkk-bizi-baglamaz-savasi-turkiye-nin-her-yerine-yayac...)
[121] “Herkes kendi durduğu noktadan PKK’nin seçim sonrasına kadar uzattığı eylemsizlik kararının yarattığı ‘fırsat’tan bahsediyor. Bu toprakların ezilenlerinin ve emekçilerinin birleşik mücadelesini ve ortak kurtuluşunu kendisine düstur edinmiş bizler için ise eylemsizlik kararı bir risktir. Her defasında karşı tarafın inkâr-imha siyasetinde ısrarını yaşamış olmasına rağmen, Kürt Hareketi bir kez daha bu riski almaktan imtina etmemiştir.” (Tuncay Yılmaz, “Eylemsizlik Riski ve 3. Cephe”, Günlük, 21 Kasım 2010, s.11.)
[122] Leyla Halid, “Kürtler Bizim Yaşadığımızı Yaşamamalı, Aldanmamalı”, İşçi Kardeşliği, No:59, Mayıs 2013, s.7.
[123] Ayşe Yıldırım, “HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş: Kürtler Özerkliği Alır Başkanlığı Verir mi?”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2015, s.6.
[124] “PKK Silahsız Çözümden Saptı”, Cumhuriyet, 9 Ağustos 2012, s.4.
[125] “Demirtaş: Silah ve Demokratik Siyaset Bir Arada Olamaz”, 18 Ekim 2015… http://www.turnusol.biz/public/haber.aspx?id=24758&pid=32&haber=Demirtayüzde EFyüzde BFyüzde BDyüzde 3A+Silah+ve+demokratik+siyaset+bir+arada+olamaz#
[126] “Demirtaş: Özerklik İlanıyla Sonuç Elde Edilemez”, 13 Nisan 2016… http://www.msn.com/tr-tr/haber/turkiye/demirta%C5%9F-%C3%B6zerklik-ilan%...
[127] “Yüksek: Kürtlerin Geri Atacağı Bir Adım Yoktur”, Cumhuriyet, 12 Nisan 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/513760/Yuksek__Kurtlerin_geri...
[128] Yine Osman Baydemir, “Biz Ankara’daki parlamentonun Kürtlerin, Türklerin, Arapların, Farsların ve ne kadar halk varsa hepsinin parlamentosu olmasını isterdik. Hepimizin çatısı olsaydı. İnsanlar bir evde birlikte yaşayamıyorsa komşu olsa daha iyidir. Şimdi durum komşuluğa doğru gidiyor,” (“Osman Baydemir: Aynı Evde Yaşamıyorsak Komşu Olalım Daha İyi”, Birgün, 10 Mayıs 2016, s.9.) da diyebiliyor farklı bir durumda!
[129] “HDP Ş. Urfa Milletvekili Osman Baydemir: PKK-KCK Eylemsizlik Pozisyonundan Çıkmamalıydı”, 18 Ekim 2015… http://www.xn--yenidenatlm-7zbb.com/hdp-sanliurfa-milletvekili-osman-bay...
[130] HDP milletvekili Altan Tan, HDP’nin 1 Kasım seçimleri öncesinde PKK’yı çatışmalara girmemesi konusunda ikna edemediğini söyledi. Tan, PKK’nın, “Bizim izlediğimiz stratejiyi izlese HDP’nin oyları yüzde 20’ye çıkabilirdi” açıklamasına da, “Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Mardin Büyükşehir Belediyesi, Van Büyükşehir Belediyesi ve Dersim-Tunceli Belediyesi’nde özerklik ilan etsinler o hâlde” yanıtını verdi. (“Altan Tan: Doğru Yapıldıysa Diyarbakır’da da Özerklik İlan Edilsin”, Radikal, 9 Kasım 2015… http://www.radikal.com.tr/politika/altan-tan-dogru-yapildiysa-diyarbakir...)
[131] “Demirtaş: Seçimlerde Hedefimiz Yüzde 20”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 2015, s.13.
[132] Murat Paker, “1 Kasım Seçimine Giderken Savaş-Barış İkileminde Ne İstiyoruz?”, 29 Ekim 2015… http://t24.com.tr/yazarlar/murat-paker/1-kasim-secimine-giderken-savas-b...
[133] TBMM Başkanı İsmail Kahraman ile görüşen HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü “Meclis Başkanı’na kaygılarımızı ilettik. Kaygılarımızı paylaşmadığını söyleyemem,” demişti! (“TBMM Başkanı ile Görüşen Kürkçü: Kaygılarımızı İlettik”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2016, s.5.)
Ayrıca Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nun duvarları da demokratikleşme isteyen sloganlarla donatılmıştı. “Demokratik siyaset, demokratik özerklik, demokratik cumhuriyet”, “Onurlu barış, birlikte yaşam”, “Katıl, harekete geç, değiştir”, “Ayrımcılığa hayır, nefret söylemine son” en göze çarpanlarıydı. Ama bir mesaj vardı ki, kongre boyunca kürsünün arkasındaki barkovizyondan ara ara gösteriliyordu. Abdullah Öcalan’ın İmralı’da çekilen fotoğrafının her iki yanında “Eşit yurttaşlık, ortak vatan” yazıyordu. Yazının sol tarafında ise Türk bayrağı... (Ayşe Yıldırım, “Tükür Yüzüne Celladın”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2016, s.5.)
[134] Sedat Yılmaz, “HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş: Direniş Kahramanca Bir Tarih Yazıyor”, Gündem, 30 Aralık 2015, s.11.
[135] “Demirtaş: Direniş Zaferle Sonuçlanacak, Kürtler Siyasi İrade Olacak”, 26 Aralık 2015… http://siyasihaber2.org/demirtas-direnis-zaferle-sonuclanacak-kurtler-si...
[136] Hayri Demir, “Demirtaş: Artık Dikiş Tutmaz, Gidecekler”, Gündem, 7 Mayıs 2016, s.11.
[137] “Selahattin Demirtaş: Halk Kapı Açarsa Çekinmeyiz”, Birgün, 9 Mayıs 2016, s.9.
[138] Mahmut Oral, “Dicle: Demirtaş’ın Sözleri Bir Uyarıydı”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2016, s.10.
[139] “Selahattin Demirtaş: Sokak Meşrudur, Yasaldır, Legaldir, Haktır, Demokrasi Sokakta Kazanılmıştır”, Politika, Yıl:2, No:31, 3 Mayıs 2016, s.2.
[140] www.milliyet.com.tr/yakin-oldugumuz-parti-ak-parti/siyaset/siyasetyazarde -tay/09.02.2013/1666506/default.htm
[141] Hüseyin Şimşek, “Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı Kamuran Yüksek: Tehlikede Olan Devletin Birliği Değil, Erdoğan’ın Hayalleri”, Birgün, 28 Mart 2016, s.6.
[142] HDP’li Meclis Başkanvekili Pervin Buldan hacca gitmek için TBMM Başkanı İsmail Kahraman’dan yardım istedi. Kahraman’ın devre girdi ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de, “Hayhay ben misafir edeceğim” dedi. Buldan, Kurban Bayramı’ndan sonra kendisine “Hacce Pervin” denilmesini istedi. Kahraman da hac farizasına hazırlanan Buldan’a, “Hacce hanımefendi hayırlı olsun” temennisinde bulundu. (“HDP’li Pervin Buldan Hacca Gidiyor”, 11 Mayıs 2016… http://www.durus24.net/haber/2358/hdp-li-pervin-8)
[143] HDP oluşumu sırasında Altan Tan, “Ama mesela şöyle bir cümle de kullanılmış ben yokken. HDP’nin lokomotifi sol ve sosyalistler olacak. Vallahi sol ve sosyalistler lokomotif olursa bizim gibi dindar demokratlar ne olacak, bizde yük katarı mı olacağız, yoksa bu trenin yemekli vagonu mu, yolcu vagonu mu olacağız bilmiyorum. Ben şunu öneriyorum. Bizde eşbaşkanlık var. İki lokomotif kullanalım diyeceğim. Hem sol, hem de dindar demokratlardan bir lokomotif olsun. Hiçbir trende iki lokomotif yok derlerse, bazı trenlerin bir başında, bir de arkasında lokomotif var. Serde bizde gericilik var, bari arkadaki lokomotif biz olalım, bazen geriye doğruda götürebiliriz diye düşünüyorum. Bu son söylediklerim biraz polemiğe giren şeyler. Aynen yazarsanız memnun olurum. İki lokomotif talebim var yani. Bir önde bir arkada. Fazla ileri giderse biraz geriye çekeriz,” (aktaran: Yıldırım Türker, “Altan Tan Meselesi”, Özgür Gündem, 21 Nisan 2016… http://www.ortakhaber.com/yildirim-turker-altan-tan-meselesi.html) demişti.
Yerel seçimlerin ardından 14 Nisan 2014’te Al Jazeera’ye verdiği röportajda, “HDP Türkiye’deki marjinal solun partisi hâline geldi. Zaten Türkiye’de bunların ciddi bir oy tabanı, halk tabiriyle müşterisi yoktu. HDP’ye yine BDP seçmeni oy verdi, aldığı oyun yüzde 99’u Kürt seçmenin. Tüm muhalefeti kucaklama iddiasında olan HDP, kuruluşundan itibaren Türkiye’deki marjinal solun örgütlenmeye çalıştığı, üzerine Kürtlerin ilave edilmek istendiği bir organizasyon şekliyle ortaya çıktı,” diyen Altan Tan, başka bir yerde de eklemişti: “Yakarak, yıkarak, halkın yarısını perişan ederek elde edeceğiniz sonuç barış değil. Pirus zaferi, o da zafer değildir. Burada hem PKK’ye hem devlete sözümüz var,” demişti. (“HDP’de Gündem Altan Tan”, Hürriyet, 15 Nisan 2016… http://www.hurriyet.com.tr/hdpde-gundem-altan-tan-40088929)
[144] Demir Küçükaydın, “Strateji Bağlamında ‘Hendek Siyaseti’ Nasıl Açıklanabilir?”, 15 Aralık 2015… http://blog.radikal.com.tr/politika/strateji-baglaminda-hendek-siyaseti-...
[145] Mücahit Bilici, “Roboskî ve Özyönetim”, Yeni Yüzyıl, 30 Aralık 2015… http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/Roboskî-ve-ozyonetim-707
[146] Aydın Engin, “Özyönetimi Anlamayanlara ve Özyönetimden Korkanlara…”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2015, s.12.
[147] “Ezel Akay: Özyönetim Can Simidimiz”, Gündem, 31 Aralık 2015, s.19.
[148] Metin Yeğin, “Özyönetim Bölücü mü?”, Gündem, 12 Kasım 2015, s.13.
[149] “Metin Yeğin: Özyönetim Gerçek Demokrasidir”, Gündem, 24 Ağustos 2015, s.8.
[150] Cemal Şerik, “Özyönetim Bir 15 Ağustos Hamlesidir”, Yeni Demokratik Ulus, 18-25 Ağustos 2015, s.16-17.
[151] Besê Hozat, “Demokratik Özerklik Türkiye’nin Demokratikleşme Çözümüdür”, Gündem, 2 Eylül 2015, s.8.
[152] “Radikal demokrasi liberalizmdir… Radikal demokrasi reformizmdir… Radikal demokrasi stratejisi popülizmdir,” vurgusuyla ekliyor Mahir Sayın: HDP’nin izleyeceği strateji için sıklıkla radikal demokrasi kavramı kullanılmaktadır. HDP bileşenlerinin bir kısmı sosyalist bireyler ve partilerden oluşurken bir kısmı da kimlik siyasetlerini izleyen birey, çevre ve partilerden oluşmaktadır. Bunların kimi radikal demokrasi kavramını kullanırken kimi devrimci demokrasi, kimi de demokratik devrim gibi değişik kavramlar kullanmaktadırlar. Bunların hiç birinin partinin niteliğini tek başına belirlediğini söylemek mümkün değildir. Bu nitelik mücadelenin kazanacağı biçimler ve ağırlıklar çerçevesinde süreç içinde belirginleşecektir. Partinin farklı talepleri birleştiren cephesel bir birlik olarak kurulduğu göz ardı edildiğinde, ona homojen bir parti nitelemesi yüklenilmeye kalkışıldığında içinden çıkılmaz çelişkilerle yüz yüze gelmek ve partinin ilerleyişini kesintiye uğratmak mümkün hâle gelir.” (Mahir Sayın, “Radikal Demokrasi Üzerine”, 17 Nisan 2016… http://www.sykp.org.tr/2016/04/17/radikal-demokrasi-uzerine/)
[153] “Liberal Demokrasi Faşizme Yenildi”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2016, s.13.
[154] “Bizim liberallerimiz ise yenilgiyi zinhar kabul etmiyorlar. Ünlü ‘yetmez ama evet’çi liberalimiz Baskın Oran’a göre, gidiş liberal demokrasi ırmağının akışına aykırı değilmiş.” (Güray Öz, “Liberalizm Öldü mü?”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2016, s.5.)
[155] Ergun Özbudun, “Adım Adım Otoriterizme Gidişte Kritik Kavşaktayız”, Cumhuriyet, 7 Mart 2016, s.13.
[156] Selin Ongun, “Levent Gültekin: Kısa Vadede Bir Çıkış Yolu Görünmüyor”, Cumhuriyet, 20 Mart 2016, s.5.
[157] Selin Ongun, “Doç. Dr. Vahap Coşkun: Çıkış İçin Üç Anahtar”, Cumhuriyet, 21 Mart 2016, s.8.
[158] Selin Ongun, “Doç. Dr. Ahmet Kasım Han: İşler Kötüleşmeden İyileşmeyecek Gibi”, Cumhuriyet, 20 Mart 2016, s.5.
[159] Selin Ongun Tuncer, “Güvenlik Uzmanı Metin Gürcan: Devlet 100 Metre Yarışıyor, PKK ve IŞİD Maraton”, Cumhuriyet, 23 Mart 2016, s.14.
[160] Nuray Mert, “Yıkımın Neresindeyiz?”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2016, s.5.
[161] “Kaypakkaya çizgisi… Sosyalizmde sınıfların var olduğunu, sınıf mücadelesinin ürünü olan devletin sınıflar var oldukça, baskı aracı olarak varlığını sürdüreceğini önemle açıklığa kavuşturdu. Proletaryanın sınıfları kaldırarak devletin işlevine ve kendi varlığına da son vereceğini, ‘inkârın inkârının’ ne anlama geldiğini bize kavrama yolunu açtı.” (Hasan Aksu, “Tarih Tanıktır: 24 Nisan’da Kaypakkaya Çizgisinin Doğuşuna”, 17 Nisan 2016… http://www.atik-online.net/blog/tarih-taniktir-24-nisanda-kaypakkaya-ciz...)
[162] İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yay., 1992, s.156.
[163] İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar, Umut Yay., 1992, s.143.
[164] “Bugünün temel meselesi nedir? Bana sorarsanız, derim ki, bugünün temel meselesi, Hasan Cemal’in sabahtan akşama sürekli yazdığı gibi, ‘Erdoğan’ meselesidir. Bu meseleyi çözmek için iki temel yöntem var: Birincisi, Erdoğan rejimine karşı mücadeleyi örgütlemek, derinleştirmek. İkincisi, ‘armudun sapı, üzümün çöpü’ falan demeden Erdoğan rejimine karşı olan herkesi birleştirmek.
Cemil Bayık’ın görüşlerini aktarayım: ‘Demokrasi güçleri parçalı durumdadır. Devlet, bundan yararlanarak sınırsız yöneliyor... Buna son verilmesi gerekiyor. Bunun zamanı çoktan gelmiş ve geçmiş durumdadır. (...) Büyük, küçük hesaplar yapmadan, örgüt hesapları, dar hesaplar yapmadan, bu rejime karşı güçler nasıl bir araya getirilir, mücadele edilir? Bunu esas almaları gerekiyor. Fazla ilkelere boğulmadan, temel bir kaç ilkeyi esas alarak, bunda asgari bir birlik sağlanmalı, yani antifaşist bir birlik sağlanmalıdır.’
Bugünkü aşamada ‘anti faşist birlik’ somut olarak nedir? ‘Anti-Erdoğanist birliktir.’ Bu birliğin hedef kitlesi istisnasız bir şekilde, AKP’ye karşı oy veren yüzde 50.5’luk kitledir.” (Veysi Sarısözen, “İlkelere Boğulmadan ‘Asgari Birlik’ İçin!”, Özgür Gündem, 15 Mayıs 2016… http://www.hocvanhabergazetesi.com/?Syf=26&Syz=503239&/) diyen bir “birlik” olsa olsa, liberallerin düşlediği şeydir!
[165] Temel Demirer, “Şoven Gericilik Dalgasına Karşı Kaypakkaya’yı Anlamak ve Anlatmak”, Kaldıraç Dergisi, No:88, Nisan 2008.
[166] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, (Feuerbach), Çev: Sevim Belli, 6. baskı, Sol Yay, 2008.
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...