Düşüncenin Gelişim Aşamaları -1-

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Düşünce: İnsan beynini kurcalayıcı özel bir müdahale veya sinyaller gönderilmediği sürece, genelde pasif hareket eden bir alete benzer. Bu yüzden düşünce nöronları iki temel yapıya göre tepki verip hareketlilik gösterir.

İnsan ana rahminden itibaren düşünce denen biyolojik mekanizmaya sahip olduğu halde, bunun harekete geçip insan yaşamına bilinçli yön vermesi sosyal, kültürel zenginlik ve nitelikli olmasıyla mümkündür.  İnsanın çocukluk ve gençlik dönemlerinde yeterli düşünceye sahip olmayışından hatırlanacağı gibi.

İnsanın çocukluktan 18 yaşlarına kadar doğru sağlıklı düşünme, hareket etme yetisine sahip olmadığını, bilimsel tüm araştırmalar ortaya koymuştur. Bu şu anlama geliyor; insanın doğru ve yeterli düşünme yapısı yine almış olduğu eğitim, kültür ve bu kültürün niteliğine göre gerçekleşmekte. Düşünceyle ilgili tüm bu gelişmeler ya da gelişememeler, çocukların anne, baba ve çevresindeki varlıkların ses, koku, renk vb. etkilerin yanında, dikkatini çeken kişileri taklit ederek olgunluğa ulaşır. Bu durum hayvanlarda da aynı şekilde gerçekleşir. Hatta yeterli sosyal ortam, eğitim ve olanaklara sahip olmayan yetişkinlerin çoğunluğu, düşüncelerini tam kullanamadıklarından yarım veya güdük düşünce yapısıyla yaşarlar. İnsan belirli sosyal aşamaları tamamladıktan sonra ancak bilinçli varlık olabilirken bunu akıl süzgecinden geçirdikten sonra tam düşünce yapısına kavuşabilmektedir. İnsan beyin yapısı ve düşünce mekanizması, sorgulayıcı sinyallerle geliştikçe yaşamı, dünyayı ve evreni daha iyi kavrar.

Metafizik yaratılış masallarda anlatıldığı gibi insan günümüzdeki konumuna, tanrının ol demesiyle anında gerçekleşen bir olay değildir. İnsan yavrusu ana rahminde şekillenmeye başladığı andan itibaren, düşünce nöronları mevcuttur. Ancak bu nöronlar insanın doğup yaşını başını aldığı dönemlerde dahi, bilgi birikim sorgulama, cevap gibi sosyal, kültürel faaliyetlerin niteliğine göre gelişir ya da pasif kalır. Kişi tüm yaşamı boyunca sorgulayıcı nitelikte doğru, sosyal, kültürel faaliyetler göstermediği sürece, o kişinin düşünce nöronlarının büyük kısmı uyur vaziyettedir. Bu yüzden düşüncenin gelişim aşamalarından bahsediyoruz. Düşüncenin gelişim aşamaları doğru, objektif anlaşılabilirse, insanın var ettiği uygarlıklardan tutalım sosyal yaşamı, bilim ve sanatta ne kadar insani ne kadar vahşi bir düşünce şekliyle yaşadığını daha net öğreniyoruz.

Düşünce: İnsan beynini kurcalayıcı özel bir müdahale veya sinyaller gönderilmediği sürece, genelde pasif hareket eden bir alete benzer. Bu yüzden düşünce nöronları iki temel yapıya göre tepki verip hareketlilik gösterir.

Bunlardan birisi; insan doğru, yeterli eğitim, doğru bilgi, yüksek ahlak, yüksek adalet ve öz disiplin kültürüne sahip değilse, düşük sayıda aktif olan düşünce nöronları ile düşünür ve direkt ego, süperego doğrultusunda içgüdüsel tepki verir. İnsan düşüncesinin bu tepkiselliği, hayvanların tepkileriyle aynıdır.

İkinci nokta; kişi doğru, yeterli eğitim, yüksek ahlak, yüksek adalet, öz disipline sahipse, dışarından alınan sinyallerle birlikte, içgüdüsel tüm ego ve süperego tepkimelerini sorgulayıp belirli ölçülerde bunları frenler. Daha sonra akıl süzgecinden geçirerek yanıtsal karşılık verir. Bu da ego ve süperegoya fren koymaktır. Düşüncenin bu iki çalışma, gelişim aşamalarının hangi çağlarda nasıl gerçekleştiğini, tarihsel olarak incelendiğimizde, esas gerçekler daha net anlaşılıyor.

Düşünce temel üç tarihsel dönemi yaşadıktan sonra ancak çeşitlenmeye başlamıştır. Bu tarihsel aşama dikkate alınmadan, metafizik doğrultuda belirtildiği gibi insan doğar doğmaz, her konuda düşünebildiği anlayışı hem yanlış hem de birçok gerçeği bilerek çarpıtmaktır. Çünkü insanlık tarihi doğru, gerçekçi şekilde incelediğinde, insan düşünme yeteneğine sahip olduğu halde, milyon yıllarca düşünemeden hayvanlar gibi yaşadı. Hatta günümüzde modern düşünme gücümüz olduğu halde, savaş vb. insanlık dışı olaylardan görüyoruz ki süperegoya dayalı hayvani bir düşünmedir bu. Düşüncenin tarihine girdiğimizde şu noktadan başlanmadığı sürece, düşünce tam olarak ifade edilemez.

Primitf Düşünsel Aşama: İnsansı türe evrimleşmeye başlayan Hominidlerle M.Ö.15 milyon yıllarından, M.Ö.65 bin yıllara kadar zekice hareketlerin dışında, içgüdüsel egoya dayalı hayvanlarla aynı his ve güdülere göre yaşadı. Paleolitik dönem olarak ifadelendirilen bu çağdan sonra, ara dönem olan Mezolitik Çağ’da ise insanlar ilk defa paganist inançlar olarak bilinen tapınmacı primitif düşünce şeklini ancak geliştirdi. Mezolitik dönem insanının paganist primitif düşüncesi, normal bir insanın düşündüğü aşamada kesinlikle değildi. Günlük yaşamlarının büyük bir bölümü yine içgüdüsel duygu ve hislere göre şekillenmekteydi. Mezolitik ara dönem yaklaşık 20 binyıl sürmüştür. Ve bunun devamından sonra M.Ö.12 binlerde Neolitik Çağ ve Ana Tanrıça düşünce şekli ortaya çıkmıştı.

İkinci Düşünsel Aşama: Doğal olarak her çağ ve dönem bir öncekinden biraz daha ileri özellikler taşır. Fakat bu şu demek değildir. Neolitik insan düşünceyi belirli ölçülerde geliştirmiş olmasına rağmen, her şeyi doğru, yeterlidir anlamına gelmiyor. Neolitik insanlar; kadınların (Ana Tanrıçalar) öncülüğünde tarım başta olmak üzere sözel ilkel eğitmenlik, ilkel adalet, ilkel Lokman Hekimlik gibi birçok alanda sorgulama yeteneğini harekete geçirmiş olsa da henüz, hiyeroglif yazıyı geliştiremediği için sorgu, duygu ve hisleri hep yarım kalıyordu. Ev denen kaba saba barınak şeklindeki yatıp kalkma mekanlarını ancak planlıyorlardı.

Üçüncü Düşünsel Aşama: Mezolitik ve Neolitik Çağ’da insanlar ilkel komünal düşünme, sorgulama yapılarıyla M.Ö.5000’lerden itibaren Kral Tanrılar dönemi olarak bilinen, köleci insan yaşamına adım attılar. Kral Tanrıların uygulamalarına baktığımızda, Neolitik insanın belirli kalıpların dışında yeterli gelişmediğini kanıtlıyor. Neolitik Çağ’da kadınlar belirleyiciyken, Sümerlerden itibaren bu defa erkek kral tanrılar belirleyici olmuşlardır. Kral tanrılar dönemini her ne kadar yaptıkları kötü işlerle ansak da düşünce konusunda mimarlık, ticaret, savaş, hukuk, teknik, yazı, okuma gibi birçok alanda düşünceye önemli katkıları görmezlikten gelinemez. Kral Tanrılar düşünce ve yaşama yaptıkları katkılar kadar, daha fazlasını kölecilik gibi birçok insanlık dışı uygulamaları da gerçekleştirdiler. Bu düşünce şekli yaklaşık M.Ö.1500 yıllarındaki Tek ve Gök Tanrıcı döneme kadar kesintisiz devam etti. 1500’lerden itibaren Tek ve Gök Tanrıcılığa dayanarak icat edilen dinler, yine M.Ö.7.Yüzyıla kadar adeta insanları düşünme ve sorgulamadan uzak, tamamen karanlık bir dünyada yaşattılar. Sorgulama ve düşünceden uzak insan toplulukların büyük çoğunluğu, yalnızca ego, süperego temelli düşündüklerinden, dünyada din ve ırk milliyetçiliğini beraberinde geliştirdi.

Dördüncü Düşünsel Aşama: M.Ö.7. yüzyıldan itibaren Mezopotamya’nın yerli halklarından Kürt Filozof Zerdüşt, Kral Tanrıcılık ve Tek Gök Tanrı anlayışların tüm uygulamalarının, insanlıkla uzaktan yakından en ufak alakası olmadığını ileri sürerek felsefi bir karşı duruşu geliştirmiştir. Zerdüşt’ün bu felsefesi Dualizme dayanıp, insanın sahip olduğu iyilik ve kötülük karakterini psikolojik, hümanizm ve Ahlaki açıdan Ahuramazda ve Ahrimanizm şeklinde somutlaştırmıştır. İnsanlığa tanrı lazımsa Ahuramazda iyilik karakterine sahip her insan bir tanrıdır der. Aynı şekilde dünyadaki tüm kötülükler insanlar tarafından gerçekleştiğine göre, Ahrimanizm karakterliler de kötülük tanrısıdır. Dualist bu sentez, insanın maddiyata düşkünlük ve manevi çaresizlik sonucunda, neler yaptığının bilimsel bir tespitidir de. Böylece Zerdüşt, önce insanı ve kadını, canlıları, toprağı, suyu, güneşi, ateşi yücelterek bunları koruyup geliştirmek, iyilik tanrısının emridir diyerek, insanların bu yolda hareket etmesini istemiştir. Doğacı, hümanist ve mantık felsefesine dayanan bu inanç ve düşünce şekli Med, (Kürt) Pers ve Sasanilerce, M. S. 7. Yüzyıla kadar kesintisiz yaşatıldı. Bu düalist inanç ve yaşam felsefesi, her üç imparatorluğun resmi dini, düşüncesi, siyasal kültürü oldu. Dördüncü düşünsel gelişmeye diğer bir felsefi katkıysa, Asya toplumları içerisinden çıkan Buda, Konfüçyüs, Tao gibi filozofların katkılarını unutmamalıyız.

Beşinci Düşünsel Aşama: Asya ve Avrupa arasında kültürel büyük bir köprü görevi gören Helenli felsefeciler, kendilerinden önceki tüm dinsel ve düşünsel kültürleri inceleyerek, bunu bilimsel temelde geliştirip tüm dünyaya yayılmasında en büyük katkıyı yapanların başında gelirler. Bilindiği gibi birçok eleştirel yanı olmasına rağmen, ilk demokrasi uygulamasından tutalım, düşüncenin temel olarak iki şekilde geliştiği, bunlardan birisinin Metafizik diğerinin Materyalizm olduğunu bilimsel çalışmalarla kanıtladılar. Pozitif bu bilimsel düşünce yapısı, giderek önce Avrupa kıtasında daha sonra dünyanın diğer toplumları tarafından kabullenilerek, birçok alanda bilimsel icatların gelişmesini sağladı. Böylece Beşinci düşünce aşaması, modern demokratik yaşam ve bu yaşamı kimlerin, nasıl şekillendirdiğinin derin bilimsel eleştirisini yapan düşünce şeklini aldı.

Düşüncesi gelişmemiş ya da düşünce yapısında fiziksel, psikolojik sorun yaşayan her insan, yaşamın ve dünyanın nasıl bir şey olduğunu doğru şekilde asla anlayamaz. O zaman hangi yetişkin insanın doğru, gerçek, doğal, evrensel ölçülere yakın düşündüğünü anlayabilmek açısından, düşüncenin felsefi gelişim aşamalarıyla birlikte, Uygarlıklar ve öncesi insan yaşamını birçok yönüyle tanımak gerekir. Uygarlıklar ve gelişen düşünce şekilleri tüm yönleriyle incelenip bilinmeden, doğru bir değerlendirme yapılamayacağından uygarlıkların hak ettiği değer ve eleştiriler asla objektif olamazlar. (...)

Cemal Zöngür

_________________

J.M. Roberts-Avrupa Tarihi

Levis Mumford- Tarih Boyunca Kent

Micea Eliade- Düşünsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 3 Cilt.

Samuel Noah Kramer- Tarih Sümer’de Başlar

Alaeddin Şenel- Siyasal Düşünceler Tarihi

Eugene Enriquez- Sürüden Devlete

https://evrimagaci.org/dusunmenin-temel-prensipleri-dusunceler-arasinda-yolumuzu-nasil-buluruz-7496

İnsanlar nasıl düşünürler? Beyin deyince aklımıza gelen en temel sorulardan biridir bu belki de. Buna rağmen insanlık olarak yakın zamana kadar cevaba yaklaşmaktan çok uzaktık. Fakat Almanya’daki Max Planck Institute for Human Cognitive and Brain Sciences (MPI CBS) araştırmacıları ve Norveç'te aralarında Nobel ödülü adayını da bulunduran Kavli Institute for Systems Neuroscience araştırmacıları bu sorunun yanıtına bir adım daha yaklaşmamızı sağladılar. Araştırmacılar beynin bilgileri saklama sisteminin onları belirli bilişsel alanlara yerleştirmek olduğunu, geri çağırmak istediğimizde ise haritada yönümüzü bulur gibi bu bilgileri boyutsal bir alanda arayıp bulduğumuzu düşünüyorlarBunu şöyle hayal edebilirsiniz: Sizden ailenizdeki insanları uzunluklarına göre sıralamanızı istesem bunun için beyninizdeki insana dair bilgiler apartmanının 2. katına çıkıp uzunluk bilgilerine ulaşıyorsunuz. Aile üyelerinizi cana yakınlıklarına göre sıralamanızı istesem bunun için aynı apartmanın 3. katına çıkıp cana yakınlık bilgilerine ulaşıyorsunuz. Oysa size aslanın mı, yoksa panterin mi daha uzun yaşadığını sorsam tamamen farklı bir binaya gittiğinizi öngörüyorum.

Farklı konulardaki bilgi kodlamaları için beynin farklı alanlarının kullanılması şaşırtıcı olmasa da araştırmacıların bu konudaki çarpıcı keşifleri, beynin farklı alanlarındaki bilgilere ulaşılırken gerçekten yer-yön bulmada kullandığımız hücrelerin kullanılmasıdır.

Bu hücreler yer belirleme hücreleri ve grid hücreleridir. Yer belirleme hücreleri daha önce hiç görmediğimiz bir yerle karşılaştığımızda aktif hale geçip bulunduğumuz yerin haritasını çıkarmamızı sağlar.  Grid hücreleri ise yine navigasyon ve başlıca bedenin uzaydaki yerini belirlememizde görev alır. Örnek vermek gerekirse bir fare bir odada dolaşıp yemek ararken odanın farklı köşelerinde bulunduğu her an için beyninde farklı grid hücreleri aktifitir ve bu birbirinden farklı olan aktiviteler odanın her köşesinde bulunduğunda yaşadıkları ile birlikte kaydedilir. Böylece odanın kuzeydoğusundaki köşesinde yemek bulduğunda o anda aktif grid hücreleri aklında yer eder ve bir daha karnı acıktığında yemeğe ulaşmak için kendi bedenini odanın o köşesinde olacak şekilde konumlandırır.

Kategori: 

Yorumlar

Aydın Can  kullanıcısının resmi

Aydın Can (doğrulanmadı) tarafından tarihinde gönderildi

Eline sağlık iyi bir çalışma olmuş.
İnsan bilinci hızla gelişiyor bilim ve teknoloji de.Dostuluk dayanşma mada ortak yaşamda Dünya başında kin, nefret dostluk adalette çöküş ler etkin.Bilinç insanlığa hizmet etmediği sürece Uygar düşünce olmaktan çıkar.Bilim insanları buna çözümler üretmelidir.
Saygılar.

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...