''ŞİFA TANECİKLERİ'' ÜZERİNE

Alihan Demir kullanıcısının resmi
Edebiyatta özgünlük kadar sadelik de tartışılan ve önemsenen bir detaydır. Sayfalar dolusu cümleler yerine belki de okur için tek sözcük yetebilmektedir. Sadelik yoğunlukla birleştiği zaman eser, sıkıştırılmış hap gibi etkili olabilmektedir. Böyle bir durum, yani az ama öz olma durumu, nadir olarak bazı kitaplarda karşımıza çıkmaktadır. ABD’li psikiyatrist Wilhelm Reich, 1948 yılında yayımladığı Dinle Küçük Adam adlı eseri ve logoterapinin öncüsü Viktor E. Frankl’in ‘’Duyulmayan Anlam Çığlığı’’ adlı eserleri az sayfasına rağmen içerdiği yoğunluk itibarıyla onlarca yıldır dünyada herkesçe okunan eserlerdir. Şimdi size bu özelliklerde bir kitaptan bahsedeceğim.

                    Şifa Tanecikleri, kısa denemeler gibi görünen ama ilerledikçe yaşama dair birçok konuda bir kişisel gelişim kitabı olarak yol gösteren bir eser. Yazar Esra Kurtuluş, öğütler ve yol göstermelerle okuru adeta yeniden yaratıyor. Çağın körelmiş, yenilmiş ya da ötekileştirmiş bireylerine kendilerini bulma şansı ve yolu açıyor. Kitap içerik olarak özetle insanın nasıl ayakta duracağını ve kendini yeniden nasıl var edeceğini örneklerle sıcacık cümlelerle anlatıyor. Yazarın okura seslendiği sayfalar boyunca süren samimi dil, okuru adeta psikolog koltuğunda oturuyormuşçasına ve kendindeki tüm kötülükleri siliyormuşçasına bir rahatlatmayla baş başa bırakıyor. Bu terapi seansları her sayfada başka bir dozda başka bir başlıkta tekrarlanıyor. Kirli ve kötü olarak oturduğunuz bu koltuktan temiz ve iyi olarak kalkıyorsunuz. Ayrı ayrı başlıklarda okura verilen öğüt ve yol göstermeler okuru kuru bir dünyaya değil samimi ve değerlere dönük bir karakter olmaya zorluyor. İyi ki de zorluyor. Zorlama dediysem de yazar emrivaki bir dil kullanmıyor. Kendinden emin bir edayla bunu yapmalısın diyor ve sizi ikna edebiliyor. Okurunu ikna edebilen yazar olmak başlı başına bir yetenek gerektiriyor. Esra Kurtuluş bunu başarabiliyor.
              Son dönemlerde sıkça sitem ettiğim bir durum var. Herkesi yazmaya güdülendirirken herkesin her şeyi yazma cesareti göstermesi ve bir kitap kirliliği oluştuğunu gördükçe de üzülüyorum. Bu yüzden eserlere de ‘’acaba’’ diye yaklaşmaktan kendimi alamıyorum. Esra Kurtuluş, bu anlamda acaba ile başladığım ve ilerledikçe zararda değil karda olduğumu fark ettiğim sayılı eserlerden birisi oldu.  Özellikle bazı tanımlamalar ve tespitler var ki sizi durduğunuz yere kilitliyor. Durup biraz düşünüp sindirmeden hareket edemiyorsunuz. Altını çizsenizde bazen altından kalkamıyorsunuz. İşte size birkaç örnek: ‘’Her insan kendi azabını yaratır ve ona tutkuyla sarılır.’’ ‘’Kimseler bu denli esir alamaz yüreğini senden başka ve kimseler vuramaz seni zincire.’’ Bunun gibi örnekler çokça tekrar edilebilir. Bu anlamda eser, defalarca altı çizilebilecek cümlelerle adeta bir kişisel gelişim manifestosuna dönüşmüştür. Nietzschevari bir söylem kendini dobra dobra konuşturmaktadır. Bu söylem, özellikle etkilendiğim ilk nokta oldu. Çünkü binlerce yıldır kadına çizilen sınırlar, engeller ve kadına biçilen rollerin yargılanması deşifre edilmesi gerekiyor. Yazar, burada bu karanlık zihniyetin üstüne de gitmeyi ihmal etmiyor. Özellikle kadınların kahkaha atmasına karışan bir zihniyeti sorgulayıp muhatabına dönerek daha da çok gülmesini öneriyor. Daha da derinlere inerek insanın kendine karşı uyguladığı otosansürün yıkıcılığını işaret ederek artık susulmaması gerektiğini belirtiyor. Öncellikle ataerkil sistemin sonra da kapitalizmin dayattığı ve kazandığı bir savaşı yeniden başlatıyor. İnsanın kendine korku imparatorluğu yaratarak kendinden korkmaması kendini susturmaması gerektiğini belirtiyor. İnsanın kendisiyle savaşını yeniden başlatarak kazanacağını söylüyor. Ne kadar haklı ve ne kadar geç kalmış bir çağrı bu. 
              Kısacık bir kitaba bunları ve daha çokça atladığım davetleri , isyanları, uyanışları sıkıştırmayı başarabilmiş bir kalemle karşı karşıyayız bu anlamda. Her ne kadar bunları sıkıştırmışsa da bazı yerlerde okurun standardını da düşünerek bazı yerleri tekrar tekrar vurgulama gereği duymuş. Bazı örnekleri çoğaltması, benzer örnekler vermesi; bu sebeple olabileceği kanısındayım. ‘’Kalbimle’’ sözcüğünü tekrar tekrar kullanması, bu anlamda eserin tekrarlanan ifadeler bölümüne bir örnek olarak verilebilir. Eserin eksikliğine dair birkaç detayı açarsam daha nitelikli bir eleştiri olacağından hemen belirtmeliyim ki sayfa 53’te ‘’insanoğlu’’sözcüğünü kullanmak küçük de olsa beni şaşırttı. Çünkü eser insana hitap ediyor ve ‘’insansoyu’’ bu anlamda daha yerinde bir sözcük olabilirdi. Eserin evrenselleşmesi ve okurun aidiyeti açısından buna dikkat edilmesi gerekir. Zaman, dilin eril veya dişil olmasının ötesinde cinsiyetsiz olmasını gerektirmektedir.
Eser, iddia açısından adeta pandoranın kutusunu açıyor ve bizi bizle baş başa bırakıyor. Burada tam yerine denk gelen şiirler olabilirdi. Tarihsel olaylar veya hikayelerle desteklenebilirdi. Psikolog Leyla Navaro veya Freud benzer durumları açarken denekleri üzerinde nasıl örnekler verip konuyu detaylandırıyorsa Esra Kurtuluş da açtığı derin psikolojik noktalarda daha fazla örnek vererek konuyu pekiştirebilirdi. Ayrıca eserde anneliğin gereğinden fazla kutsallaştırılması politik olarak kadının içine sıkıştırıldığı bir kalıp olması açısından riskli geldi bana. Annelik ve devamındaki fedakarlık biraz önce bahsettiğim kapitalizm ve ataerkil sistem tarafından suiistimal edilip yine kadınların sıkıştırıldığı o dar boğazda kadının evde tutulma gerekçesi olarak kullanılmaktadır. İşte bu yüzden kadın, anne veya fedakar bir anne olmaktan öte kadındır. Kadın önce kadındır. Kendini gerçekleştirmeyen bir kadının anne olması veya fedakar olması önemsizdir.
21. yy insanın içine sıkıştığı ve anlamada da sorun yaşadığı bir ilişkiler ve çelişkiler yumağına dönüşmüşken yazarımız adeta bunu tek kelimeyle tasvir edebilmiştir: ‘’Velvele…’’  Bu kadar kısa ve yerinde bir tasvir daha önce görmemiştim. İçinde yaşadığımız bir velvele var ve iletişim kurmayı başaramadığımız için çırpınıp duruyoruz. Mevcut insan şu an bir çırpınış içindedir ve yazar bunu görerek bizlere bir dal uzatmaktadır. Bu dalı yakalamak zorundayız. Şurasını da açıklamak gerekiyor ki bu dalı tutmayan veya tutamayanlar yüzlerce sorunla boğuşmaktan kendini alamayacaktır. Günümüzdeki intihar, pes etme, kendini tanıyamama, vurdumduymazlık, boş vermecilik, umudunu yitirme, kendi kurtuluş savaşını başlatamama, ruhsal anlamda yenilmişlik, hoşgörüsüzlük, sinmişlik, düzensiz ilişkilerin yarattığı tahribat, iletişimsizlik, cesaretsizlik ve hayallerinden uzaklaşma gibi onlarca sorun kişinin kendisine uzatılan dalı görmemesi veya görememesinden kaynaklanmaktadır. İşte ‘’Şifa Tanecikleri’’ bu anlamda tutulması gereken bir daldır. Yazar beraber iyileşme olanağı açmışken ve bizi birlikte büyümeye davet ederken onunla yoldaş olmanın vaktidir. ‘’Zihnindeki kilidin anahtarı sende, aç ve kanatlan…. Köle olarak yaşamaktan vazgeç.’’ İfadeleri eseri özetlemesi açısından son derece çarpıcı ve psikolojik çözümlemelere kapı açmaktadır.
Bu velvele içinde köle olduğumuzu kabul edersek erken özgürleşebiliriz. Bu esaret, ancak adım atmakla başlayabilir. Yazarımız bu adımları nasıl atmamız gerektiğini bizlere göstermektedir. Bu anlamda yazarımızı bu eser için kutluyor ve yolunun açık olmasını umut ediyorum.
           

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...