
Kokladı, işte o anda kaç zamandır içinde bulunduğu amansız durumla yüzleşti. Kan kokuyordu, öğürdü, elleriyle bomboş midesini tuttu. Bir lokmacık bir şey yemiş olsaydı, hepsi dışarı çıkacaktı. Aç olmasına sevinsin mi üzülsün mü bilemedi.
Biraz ilerde kadınlar susuzluktan kurumuş dillerini, taşların üzerine uzanmış çocuklarını avutmak için döndürmeye çalışıyorlardı. Kafasındaki yaralar paçavralarla sarılmaya çalışılmış bir kız çocuğu, kanın kuruttuğu saçlarına dokunuyor; açık kalan tek gözüyle anlamsızca etrafına bakınıyor, dermansızca sargısının açık kalan ucunu çekiştiriyordu. Dedeler, nineler bitap düşmüş, yoksulluğun yüzlerinde bıraktığı izlere bir de bu zalim acıyı oturtmuş, kahırlarını çeken ellerindeki değneklerle bulabildikleri düzlüklere oturmuşlardı. Kendilerinden daha toy olanlara sakin olmaları gerektiğini anlatıyorlar ama yaşlılığın verdiği biçarelikle söylediklerini ancak kendileri duyabiliyorlardı. İçlerinden biri: "Allah canımızı alsa da aha bu yavrularımıza daha yük olmasak" dedi. Diğerleri bunu taa içten dileyen bakışlarla hüzünle başlarını salladılar. Günlerdir yavruları yemeyip kendilerine yediriyor, sırtlarında taşıyorlardı. Gerilerden silah sesleri geliyor, her sesten sonra dualar ediliyordu. Tozdan görünmeyen yüzlerde gözyaşları derin vadiler açarak aşağılara süzülürken:
" Oyy dağları taşları, kurtları kuzuları yaratan gör artık acımızı." dedi biri. ‘’Duy artık zalim dünya duy sesimiziii!’’
Elleriyle yaptıkları derme çatma sedyede yatan, o kara kaşlı kara gözlü yiğit kızı ‘’anaa’’ diye seslenince ok gibi fırladı, eğilip kan kokladığı yerden. Yaralısı durumu biliyor ne su ne ekmek istiyordu. Kurşun yemişti anasının ciğerini yakarak. Anası şimdi bu çocuk mu daha çok acı çekiyor kendisi mi bilmiyordu. Kızının bir tek yarası acıyorsa, anasının bütün bedeni acıyordu. Uzandı elini tuttu, kaybettiği kandan yüzü bembeyazdı yavrusunun. O iri kocaman gözleri yarı kapalıydı. Dudakları aha bu belalı topraklar gibi yarılmış, kırmızı ucunu yeni yeni gösteren goncalar misali patlamıştı. Biraz önce kana buladığı parmaklarını kirden, güneşten rengi solmuş eteğine iyice sildi; serçe parmağını kendi kurumuş diline sürdü, sonra yavrusunun dudaklarına.
‘’Ana’’ dedi kızı, "bu kadar kan aktı ya bundan sonra daha mı yeşil olacak buralar, daha mı çok gülecek insanlar? Dünya daha mı geniş olacak biz bitince, yağmur yağacak nehirleri mi taşıracak? Biz ölünce ne olacak? Kurtlar kuzularla dost olmayacaksa, dost düşmana sarılmayacaksa, cehennem denilen yer yıkılmayacaksa, kardeş kardeşi kırmaktan vazgeçmeyecekse biz neden ölüyoruz ana?"