Doyumsuzluk Nedir, İnsanda Nasıl Oluşur?

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
İnsanda mevcut olan açlık duygusu ve doyumsuzluklar, her kişide farklı şekillerde değişik amaçlarla kullanılır. Birisi yeterince bir şeylere sahip olmadığı için aç gözlülük gösterirken, diğeri en çoğu benim olsun en büyük ben olmalıyım mantığıyla doyumsuzca hareket eder.

 
Yiyecek, içecek, para vb. maddi varlıklara ihtiyacın dışında sahip olma duygusunu gösterip, sınırsız hareket etmek doyumsuz ve aç gözlülük demektir. Bu güdünün insanda oluşum şeklini özetleyerek şu şekilde ifade edebiliriz.
İnsanın bilinç havuzundaki doğal açlık güdüsü maddi, görsel ve işitsel araçlarla gereğinden fazla uyandırılıp etkinleştirilmesiyle, doyumsuzluğa giden yol açılmaktadır.
Aslında açlık duygusu doğal haliyle sürdürüldüğü sürece, özellikle insanda hiçbir anormalliğe yol açmadan sorunsuz şekilde yaşanabilir. Tüm canlılar ister hareket etsin ister de etmesin, üç veya dört saat sonra doğal olarak açlık duygusunu hisseder.
Her canlı yaşamını sürdürülebilmesi için bir şeyler yemek içmek zorundadır. Genelde hayvanlar yemlerini yedikten sonra doyuma ulaşır ulaşmaz, kenara çekilip çoğunlukla yatış pozisyonu alır.
Bu his ve duygu insanda da mevcut olmasına rağmen, insan düşüncesi sayesinde yarınını tasarlayıp üzerinde fikir yürütmesiyle, büyük bir korku ve kaygı hissine de kapılmakta.
Yeterli eğitim, kültür ve adaletin olmadığı ülkelerde, gelecek korkusu insanı büyük bir doyumsuzluk endişesine sürükler. İnsan katmanları içerisinde alt ve orta sınıfta olanlar, maddi yetersizlik endişesini, korkuyla bütünleştirmeleri neticesinde, derin bir kaygı psikolojisine yakalanırlar.
Böylece her fırsatı değerlendirmeyi tek çözüm olarak görüp yerli yersiz, zamanlı zamansız hareket etmekten çekinilmez. Fırsat eşitliğinin nasıl oluşacağını düşünemeyen veya düşünmek istemeyen kişiler, sürekli doyumsuzluğun zirvesinde yaşarlar. Doyumsuzluk mantığının görüldüğü diğer bir toplumsal katmansa, birçok imkan ve varlıklıklara sahip zengin sınıftan olanlardır.
Zengin sınıfta yer alan veya bu sınıfa çıkmak için can atan burjuva özentili kişiler, istisnaların dışında hiçbir şeye ihtiyaçları olmadığı halde, sürekli sınırsız maddiyata sahip olmak en büyük amaç, kariyer ve tek varoluştur.
Halbuki yeterli maddi imkanlara rağmen daha fazlasını düşünmek, insani özelliği öldüren psikolojik hastalıkların başında gelir. Bunu aklı başında olan her insan bilmelidir. Diğer taraftan devlete egemen olan güçler ve bunlarla birlikte hareket eden egoist çıkarcı oluşumlar, aç gözlülüğü desteklemekten hiçbir sakınca görmezler.
Aslında psikoloji bilimi; ister zengin olsun ister fakir veya akademik bilgiye sahip kişiler, doğal koşulların dışında bir şeylere gereğinden fazla ihtiyaç doyuyorsa, bunun hastalıklı kişilik olduğunu belirtir. Onun içindir ki, zengin sınıftan olanların büyük bir çoğunluğu, parasal hastalığa yakalanmış kitleyi oluştururlar.
Yemek içmek başta olmak üzere, her şeyin sınırı olduğu dünyada, sınırsız varlık sahibi olmayı düşünmek, rahatsızlıkların en tehlikelisidir. Bir devlet, bir kişi ya da bazıları, mevcut imkanların dışında anormal şekilde zenginliğe sahipse, orada resmi ve gayri resmi yalan, talan, hırsızılık gibi el koymalar var demektir.
Şunu hatırlamakta büyük fayda var; her ülke ve bölgenin imkanları dahilinde, kişinin iki ev, bir araç ve küçük bir iş yerinin varlığı zengin olmak değildir. Devletlerin sermayesine denk gelecek her varlık, modern ya da kaba güce dayanan hırsızlıklar sonucunda elde edilir. Dünyanın her yerinde beyin ve beden gücüyle çalışan insanlar, servete sahip olamamıştırlar.
Çoğu devlet yönetimleri bunu bildikleri halde, bilinçli olarak astronomik zengin kişiler yaratırlar. Çünkü insanlar arasında maddi ve kültürel uçurumlar doğurup toplumu kendisine kul ederek, daha kolay yönetmek temel politik yöntemleridir.
İnsanda mevcut olan açlık duygusu ve doyumsuzluklar, her kişide farklı şekillerde değişik amaçlarla kullanılır. Birisi yeterince bir şeylere sahip olmadığı için aç gözlülük gösterirken, diğeri en çoğu benim olsun en büyük ben olmalıyım mantığıyla doyumsuzca hareket eder.
Bu düşünceleri doğurup, dolaylı ve direkt destekleyen devlet yöneticileri, doyumsuzluk ve arsızlığı meşru bir davranış gibi, adeta temel ahlak kuralına dönüştürmüşlerdir. Her zaman belirtildiği gibi insan, ilk doğuşundan itibaren açgözlü ve doyumsuz karaktere sahip değildir.
Daha çok doğal bir güdüyle gerekli ihtiyacını karşılayacak ölçüde edinim gösterir. Ne zaman ki bu doğal duygu ya da güdü çeşitli materyal ve gereksiz amaçlarla fazladan uyarılıp açlıkla terbiye edilmişse, normal özelliğini yitirip aç gözlülüğe dönüştürülmekte.
Ortaya çıkan doyumsuzluk güdüsü, genellikle hükmetmek isteyen diktatör, sadist, ukala, yalancı ya da çok ağır açlık çekmiş karaktere sahip kişilerde görülür. Bunlar her zaman maddi varlıkların en çoğuna kendilerinin faydalanacağı şekilde sahip olmak için çeşitli yasal ve gayri yasal uygulamalarda bulunmaktan asla utanma duymazlar.
Kendilerinin herkesten üstün ve özel oldukları düşüncesini uyandırıp topluma dikte ederek, varlık içerisinde savurgan ve de doyumsuzca yaşarlar. Belirtilen karakterdeki kişilere ne kadar servet verilirse asla yeter demezler.
Hep daha fazlasına sahip olmayı doğal bir şeymiş gibi düşünüp ona göre hareket edilmesi, diğer insanlarında aynı şekilde düşünüp davranış göstermelerine sebep olunmaktadır. Doyumsuzluk mantığına hem destek veren hem de daha fazla uygulanmasını sağlayan güçlerin başında, devlet ve birlikte hareket eden oligarşik oluşumlardan başkası değil.
Demokrasi kültürüne ve bilimsel eğitime geçmeyen her devlet, yönettiği halka sürekli tasarruflu olmak, kısıtlı harcama ve plan programlarını dikte ederler. Bunu da devletin geleceği ve toplumun birlik bütünlüğünü sağlamak amacı sayar.
Sürekli tasarruf politikasını dillendiren devletler, diğer taraftan kamu yararı açısından ve insanların geleceğiyle ilgili hiçbir faydası olmayan işlerdeki sınırsız harcama yapmaları, devlet yöneticilerinin ahlaksızlığını en iyi şekilde gösteriyor.
Bunun bir de bireylerde nasıl şekillendiğini düşündüğümüzde, o toplumu düzeltmek belki de hiçbir zaman mümkün değil. Neticede toplumun büyük bir kesimi insanca yaşama sahip olmadığı için doyumsuzluk gösterirken, diğer taraftan her şeye sahip zengin ve devlet bürokratları arasında suçsuzu bulmakta oldukça zorlaşıyor.
Ancak şunu da unutmamak gerekir. Yaşadığı devlet ve toplumda her türlü haksızlığa uğrayan alt ve orta katmandaki insanların hiçbir sınır tanımadan hareket etmeleri, bir noktaya kadar anlaşılabilir.
Her olanağa sahip zengin ve devlet bürokratlarının aç gözlülüğü ise asla affedilemez. Belirtilen olumsuzluklara diğer etkenlerde düşünüldüğünde, resmi, gayri resmi hısızlıklar adeta meşrulaştırılmıştır.
Toplumun bilincine doyumsuzluk hastalığını yerleştiren devlet ve de işbirlikçi oligarşik güçler, yavuz hırsız misali halka sürekli şu telkinlerde bulunurlar. Dinimiz her zaman sabırlı ve azla yetinmeyi emreder.
Bir lokma emeğini komşuyla paylaşmak imanlı ve inançlı insan olmaktır. Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz. Azla yetinmeyi bilmek büyük bir meziyettir gibi mantık ve bilim dışı ifadelerle, insanları düşünemez şekilde tam bir kapı kulu yaparlar.
Kendilerinin zenginlikte sınır tanımamalarıysa ahlaksılık değilse daha aşağı bir kişilik örneğidir. İfade edilenlerden anlaşılacağı gibi, toplumun bilincine yerleştirilen doyumsuzluk ve aç gözlülüğün en büyük sorumluları, devlet yöneticileri ve de bunlarla işbirliği içerisinde olan zenginlerden başkası değil.
Bu düşünceler psikoloji bilimimin tespit ettiği sonuçlardan sadece bazıları. Ancak şu da bir gerçek ki, varlıklar adaletli ve demokratik yapı içerisinde eşitçe paylaşıldığında değerli olur. Gerçek adaletin uygulanmadığı yapı ve düzende, ne devlet zenginliği ne de bireysel varlıkların en ufak bir anlam ve değeri bulunmamakta.
Birilerinin aç, diğerinin gereğinden fazla varlıklı olması, hem insan aklına hem de doğanın kanununa ters olduğu bilinmesi gerekir. Doyumsuzluğun kişi ve toplumda özet olarak bu şekilde hakim olduğunu belirtebiliriz. Ve insan kendi özelliğine yakışır şekilde şu soruyu sorarak empati yapması, insanlık adına en büyük adımdır.
Birilerinin çeşitli yalan ve hilelerle, diğerlerinin kazanımlarına el koyması nasıl ki, agresif ve kötü bir ruh hali yaratıyorsa, bu kişilerin başkalarının malına el koyma veya göz dikmesi de, aynı ruh halini yaratmaktadır.
Demek ki insan, gerçek insana yakışır ölçü ve düşünceyle ihtiyaçları tespit edip hareket ettiğinde, dünyadaki büyük çaplı her çatışma anında son bulacaktır. Ve böylece her çözümün insan ve devletlerin elinde olduğu bilinciyle, devlet yönetimlerini buna mecbur etmekten geçmektedir.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...