***
Bu kitap, birçok devrimci kadın ve erkeğin özgürlük mücadelesini verirken, Türkiye’de yaşamları/hayatları zindanların karanlığına gömülmek istenenlerindir…Ancak ONLAR o karanlık, kalın Zindan duvarlarını delerek, dışarıya ışık tutmaya devam ediyor. Bu muhteşem insanlarla yaklaşık 16 yıldan beri Mektup yazabilme diyaloğu ile buluşmak, her kesin yapabileceği onurlu bir davranıştan çok öte, gurur, heyecan, mutluluk veren bir olgudur.
Neden ve ne zaman mektup yazmak istedim?
Mektup yazmak bir sanattır!
Bir insan neden mektup yazar diye daha önce kendime sorular sormuştum. Daha önce dediğim, çocukluk yıllarıma dair bir süreçti. Daha sonra mektup yazmaya başladım. Hatta bu mektup yazmalarım zamanla zaruri bir ihtiyaç oldu. Çünkü, Türkiye cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü arkadaşlarımla haberleşebilmemin hala tek aracı. Mektup yazmak beni hem çok mutlu hem de zaman zaman çok üzüyor. Çünkü Mektup yazdığım şahıs benden binlerce kilometre uzakta ve hakketmediği şartlar altında yaşıyor. O yüzden bazen sevinç bazen de hasret, üzüntü ve isyan duygularım kabarıyor. Bu durum resim çizmeye başlayan birinin, hayalinde oluşturduğu duyguyu tablasına fırçasıyla sürdüğü renkler vasıtasıyla yansıtmasına benziyor. Zaten mektup yazmak da, bence bir sanattır. Bazı yüreklerde fısıldaşıp, semaya dönen duyguların kağıt üzerinde kelimelere farklı şekil ve renklerde dökülmesidir MEKTUP dediğimiz yazışma şekli.
Yurt dışına gelen işçiler gibi siyasi tutsakalrın da bilhassa 1960-80’li yılları böyle yıllardı. Ama 2009 yılları da o sürece taş çıkarırcasına bütün hızıyla hala devam ediyor. Hasretlikler, ayrılıklar yürekleri yakarken,mektup bu duyguları ülkeler arası taşıyan tek elçidir hala. Posta kutularına heyecanla uzanan eller titrer, yürekler göğüs kafeslerine sığmazdı, alınan mektupla. Bazen sitem, bazen hasret, bazen aşk-sevgi bazende üzüntüler dile getiren, günlerce defalarca okunup, cevaplandırılan mektuplar… Kullanılan dolmakalemlerin yazdığı harfler çoğunlukla gözyaşı damlalrına karışıp, kağıda yansırdı. Onun için benim jenerasyonumun hala mektup algısı çok farklıdır. Telefonla görüşmeler yaşadığımız süreçte çok kullanılsa da, gönderilen ve alınan mektuplar çok farklı anlamla yüklüdür. Hele bu mektuplar isteseniz de ulaşıp, göremiyeceğiniz, sevdikleriniz, arkadaş, heval ve dostlarınıza yazılıyorsa…
Sabırsızlıkla çift taraflı yazılıp, beklenen MEKTUPLAR!…
Asıl ciddi şekilde mektup yazmam 2003 yılı, 23 Ağustos tarihli İstanbul tutuklanma sürecimle gelişti. Tutukluluk sürecinde beraber olduğumuz Kürt siyasi tutuklu, hükümlü arkadaşlarımla, serbest bıralkılmamdan sonra başlayan yazışmalar, ara-sıra kopuk aralıklara uğrasa da hala kısmen devam ediyor. Tabii o süreçte tanıdığım hükümlü olanlardan çoğu kadın arkadaşlar hala cezaevlerinde. Bunların dışında 2009, 14 Nisan’da KCK operasyonları adı altında başlayan tutuklamalardan dolayı yazıştığım arkadaşlar… İçerde tutuklu veya hükümlü bu arkadaşların, kendi kimlik ve özgürlük arayışından başka hiç bir suçları yok. Bu kadar acımasız bir şekilde sistemin zulmüne maaruz kalan arkadaşlara yolladığım mektuplarla onları sevindirmek isterken, diğer taraftan bu tutuklamalara insan olarak mani olamamak vicdanımı çok acıtıyor. Her gelen veya giden mektuba ne kadar seviniyorsam; o kadar da üzülüyorum.
Hapislere çokca yazmaya başladım. Kürdista’a seyahatlarım süresinde tanıdığım çoğu insanlar, 14 nisan 2009 tarihinden itibaren birer birer tutuklanıp, cezaevlerine atılmışlardı. Bunun yanında hapisteyken tanıştığım arkadaşlarım da dahil herkes demir parmaklıklar arkasındayken, yapabileceğim tek şey, Onlara yazmaktı. Bu şekilde biraz da olsa rahatlık ve huzur duyuyorum. Bir nevi vicdanını rahatlatmak da denilebilinir buna… Bazen gelen mektuplardan oluşturduğum bültenler oluyordu. Her mektuptan kısa bir kesit, bütün gerçekleri anlatmaya yetiyordu. Aşağıdaki metinde olduğu gibi…
HAPİSTEKİ BARIŞ VE ADALET ARAYIŞÇILARIN KALEMİNDEN BAZI KESİTLER
Gönüllerinde baskıların inadına barış, özgürlük ve adaletin olmazsa olmazına inananlar, yazdıkları satırlarda bu inançlarını pekiştiriyorlar.
‘’Kaç asır, kaç çağ geçti. Ve biz hala ateşin dansında semaha durmaktayız. Yüreğimizde ilk özgürlük kıvılcımının yaktığı ateşin aydınlattığı yolda yürüyoruz. Bahar geldi; her yer yemyeşildir. Ama bizler hala bu güzelliklerden mahrum kalıyoruz’’ diyor Hacire Özdemir yazdığı bir mektubunda.
Bütün suçları adaletli olmak ve mağdurlara yardım etmekten başka suçları olmayan tutuklulardan, avukat- insan hakları savunucusu, 29 Nisan 2010’da şöyle sesleniyor:
Hakikatin peşinde koşanların adaleti arayanların, mağdurları savunanların çok sevilmediği örnekler ile tarih bize fısıldar. Kapımızı çalan, yardım isteyen her kese yüreğimizi açtık. Yardıma koştuk. A-Y-I-R-I-M-S-I-Z her kese koştuk, el verdik. Kürt –Türk ayırımı yapmadan. İşte suçumuz bu. Her kese el uzatırken kapımızı çalanların çoğunun politik suç mağduru Kürtlerin olması bizim tercihimiz olmadı…halkların kardeşliğine olan inancımla…
Ve diğer bir mektubunda ise: ‘’geriye dönüp baktığımızda yaşadıklarımızın bize öğrettiği, yaptıklarımızın katkılarını, ömür denen 365 günden müteşşekül adı ‘YIL’ olan zamanda anlam bulan kaç davranış sayabiliriz. Aristo’yu yargılayan hakimlerin isimlerini kimse hatırlamaz. Fakat 2400 yıldır Aristo’nun Atina adaletini hergün lanetlediğine tanık oluyoruz.
İnsanca yaşam için, onurlu bir hayat için, çocuklarımızın yüzüne bakabilmemiz için eşitlikten, özgürlükten ve Adaletten vazgeçmedik. Yüreğimizi, herkesse açtık. Derneğimizde çalışan arkadaşlar, büyük bir özveri ile etnik kimlik-dinsel kimlik ve siyasal kimlik ayırımı yapmaksızın, mağdur kimliğiyle ayırımsız her kese el uzattı, yardımcı oldu. Temel evrensel ilkelerden ödün vermeden, karşılık beklemeden, ailemi, işimi aksatma pahasına önce İNSAN dediğim için, hükümeti eleştirdiğimiz için tutukluyuz. İnsanlık hep karanlığa, statükoya karşı mücadele etti…’’diyor Muharem Erbey 10 haziran 2010 tarihli yazdığı mektubunda.
Gönüllerinde baskıların inadına barış, özgürlük ve adaletin olmazsa olmazına inananlar, yazdıkları satırlarda bu inançlarını pekiştiriyorlar. Kitap sadece metinlerden ibaret olmayıp, cezaevlerindeki arkadaşların fotoğraf, resimleri ve benim kendilerime gönderdiğim fotoğraflarla da farklı bir kitap olma özelliğini taşıyor. Çünkü öyle resim ve fotoğraflar vardır ki, söze yer bırakmaz. O yüzden zaman zaman üzen, ağlatan ve de sevindiren, mutlu eden, güldüren özellikleri sayfalarında taşıyan(ZİNDADAN MEKTUP VAR- ERZÄHLT VON GEFANGENEN!) okunmayı bekleyen ve bir çok belgeyi de sayfalarında taşıyan muhteşem bir kitap.
Kitaba dair:
Yukarıda belirtildiği gibi ‘’Zindanlardan Mektup var’’ adlı mektup kitabı uzun süre ve bir çok engele rağmen ilk cildi ve baskısı Şubat 2019’da ‘’Fırat Basım Yayın’’da çıktı. Kitabın yazıldığı Türkçe dilinden başka, Dr. Michel Knapp’ın tercümesiyle Almanca dilinde de çıktı. Almancası ve orijinal hali 396 sayfa olan kitap, Türkçe düzenlemelerde çıkarılan bir kaç metinden kaynaklı olarak maalesef 332 sayfa halinde çıktıL( Türkçe dilindeki bu durum ikinci baskıda telafi edilecektir. Şu anda Kürtçe dilinde tercümesi yapılan Kürtçe cildi de yakında okuyucularıyla buluşacaktır.
DİP NOT: Bu kitabın okuyucusuyla buluşabilmesi için başta ‘’Bektaş Reisen’’ sahibi Mustafa Bektaş ve diğer dostlara verdikleri destekleri için teşşekür etmeyi de bu vesileyle belirtmek istiyorum. Kitapları(Türkçe ve Almanca) satın almak veya toptan satmak isteyenler, telefon(0049 171 21 21 449) numarası üzerinde bana ulaşabilirler.
Kaynak: Avrupa Forum
Gül Güzel kimdir?
Ben çok soğuk bir Mart ayının 26’sında Köçgeri’nin İmranlı beldesinde doğmuşum. Onun için Adar ayının o haşmetli deli-dolu ama yine de çok farklı olumlulukları ve özelliklerini de hep ruhumda hissederim. Doğduğum yerde maalesef kısa bir süre kalmışım. İstanbul’a geldiğimizi hayal-meyal hartırlıyorum. Ama, köydeki evi-barkı ve bütün konu-komşuyu da bırakıp, böyle bir şehirde gurbette yaşamak, annem ve bizlere hiç yaramamıştı. Çok şey anlamasam da, bir şeylerin bizi hepimizi mutsuz ettiğini anlıyordum.
Nisan 1972 de iş ve işçi bulma kurumu vasıtasıyla genç ve tahsilli birisi olarak Almanya’ya geldim. Hem evlilik, hem de Ailemden uzakta olmak beni çok üzüyor. Aile içi tartışmalar fiziki şiddetle son buluyordu. Böyle devam edemiyeceğini anladıktan sonra eşimden ayrılmak için Türkiye’ye geçici dönüş yaptım. Boşanma davası bittikten sonra tekrar Almanya’ya döndüm.
Almanya’ya ilk geldiğim süreden itibaren her kese, yabancılar dairesinde ve doktorlarda tercümanlık yapmaya ve Alevi derneklerinde aktif çalışmalar yürüttüm. Toplum ve aile içi kadına şiddeti içeren yoğunca seminerler verdim. Yeniden öğrenmek için kendime, bilimle geliştirme imkanları sağladım. Ama hep yazdım. Ya kısa hikayeler, şiirler veya toplumsal sosyal yaşama dair. 1999 yılı şubat ayı sonunda Kürt Özgürlük mücadelesi paralelinde çalışmalar yürütmekle kendimi mükellef hissettim. Bu mükelleflik beni içten kendimle bütünleştirdi. Kendimle barışık olan yapım yüzünden bir çok engeli aşarak, bir daha klasik erkek egemenliğini red eden bir yapı içinde hayatımı sürdürdüm.
Günün birinde hep muhafaza ettiğim ve kendi yazdıklarımı da bazen biriktirdiğim bu mektupları da bir dosya da toplamak istedim. İşte bu dosyalama isteği neticesinden böylesi muhteşem bir çalışma ortaya çıktı.
İnsan hakları savunucusu aktivisti olarak, çeştli sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarımın yanında, Almanca- Kürmanci/Zazaki/Türkçe dillerinde yeminli tercüman – çevirmen, yazar ve gazeteci olarak da, hala çalışmalarımı sürdürüyorum. Tabii Mektup yazmaya da…