Masalsı Ayetlere Dayanan İslam'ın Sosyolojisi -2-

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
Masalsı Ayetlerin Yayılmasındaki Sorumluluğumuz

Eğitim ve yazının olmadığı cahilliğin hüküm sürdüğü çağlarda olduğu gibi, düzenli eğitim ve yazının olduğu günümüz modern insanı da, yine tanrı din adını kullanarak her türlü çirkefliği yapıp hep iktidar oluyor? Ve akıl (US) yoksunu bu anlayış her toplumda nicel olarak hâlâ yüksek bir sayıyı oluşturuyorsa ki öyledir, onur ve tam akıl hangi insanda nasıl, ne şekilde ne zaman var edilecektir? Veya aklın tüm insan topluluklarında neden tam oluşturulamadığı üzerine düşünülüp, insan karakteriyle ilgili daha gerçekçi yeni bir sıfatlandırma gerekiyor. Üstelik bunlara demokrat, devrimci, eşitlikten yana olduğunu söyleyen sahtekârlarda eklendiğinde, gerçek insani düşünen kişiler yok denecek kadar azdır. Bu durum insanca yaşamak isteyenleri korkutuyor. Çünkü yaşanan haksızlık, çatışma, ölümcül katliamları sözde kınayanların çoğunluğu, direkt ya da dolaylı yalancı düzenbazların arkasından gitmeye devam ediyor. Böyle olmasaydı yalancı tanrısal masalsı ayetlere sarılanlar sürekli iktidar olup düzenlerini sürdürmezlerdi. Yine de tüm olumsuzluklara rağmen sayıları sınırlı olan felsefeci, bilim insanı, entelektüel ve hümanistlerin tek doğru tezleri, gerçek düşüncenin demokrasilerle kavranabildiğini kanıtlamış olmaları. Ancak bunu herkes kendi egoist çıkarlarına uygun düşecek şekilde yorumlayıp uyguladıklarından, istenilen sonuca ulaşılamıyor bir türlü.
Diğer bir önemli nokta; hümanist, sosyalist, komünist ve demokrat düşünceden olanlar, bazı ülkelerde uzun süre iktidar oldukları halde, yönettikleri toplumları dönüştürememiş olmalarının özeleştirisini vermiş değiller. O zaman ya kendileri yetişmiş akıllı insan olamamışlar veya mevcut toplulukların çoğunluğu, henüz yarım akıllı insan aşamasında bile değiller. Tanrısal dini ırkçı anlayışa sahip cambazlar ise, en ufak çekinceye meydan vermeden, mevcut insan topluluklarının hayvandan daha geri olduğunu belirterek, dünyada kullanılacak en iyi araç şeklinde değerlendirip, kendileri açısından doğru sonuç almışlar ve alamaya da devam ediyorlar. Çünkü insanlarda şekillenmiş zeka ve düşünce seviyesi; sorgulayanı, araştırıp düşüneni değil, içeriği tamamen boşta olsa, direkt sahip olmak istediği duygularına hitap eden yalancı, soyut kavramlara daha büyük önem verip arkasından gidiyor. Buna neden olan temel kaynaksa, sorgulayıp düşünerek tartışıp yaşamak istisna kişilerin dışında, büyük çoğunluk için yorucu, can sıkıcı ve zaman alıcı olduğundan, sürekli basit ve hazır olana yöneltmektedir. İnsan karakteriyle ilgili bu vb. noktalar neden daha derin incelenip çözümler bulunmuyor?
Hümanist uzaman ve teorisyenler; insanlarda mevcut olan psikolojik her noktayla ilgili derin incelemeler yaparak, insanın daha gerçekçi yapısına ulaşıp, kişi ve devlet yaşamının değiştirilmesini zorlamalılar. Bu konuda birinci derecede görev ve sorumluluk alacak uzmanlardan psikolog, sosyolog, antropolog ve pedagoglar çalışmalarını daha yüksek seviyelere çıkarmaları gerekiyor. Böylece insanlığa hitap eden etmeyen tüm edimler ve alışkanlıklar net çizgilerle ayrıştırılmalıdır. Aynı şekilde kutsal olan olmayan her düşüncenin üst düzeyden altına kadar basit kişilikler belirlenip tecrite alınmalı. Örneğin demokrasi, insan hakkı, özgürlük gibi insani yaşam hak edene tanınmalıdır, hak etmeyenler maddi manevi belirli yaptırımlara tabi tutulmalı. Bu düşünceyi bazıları Hitler'in esir kampları gibi anlamamalı. Bizim bahsettiğimiz kesinlikle esir ya da zorunlu çalışma kampları değildir. Yerel ve ulusal yönetimler namuslu, gerçek adalete sahip olurlarsa, kötülerle iyiler çok rahat bir şekilde birbirlerinden ayrışırlar. İnsanlık kurallarına uymayanlar belirli bölgelerde tecrit edilerek sürgün veya zorunlu ikamete tutulmalıdır. Diğer toplulukların içerisine girmeleri sınırlı olmalı. İnsani yaşamın ne olduğunu o zaman daha net anlayacaklardır. Tecrit ve zorunlu ikamet yapısına gerek geçmişten gerekse günümüzden bazı örnekler şu şekildedir.
Örneğin Kızılbaş Alevilikte; düşkün, arsız, yolsuz ve Aleviliğin (İnsanlığın) kurallarını ihlal eden kişilere (Düşkün) en büyük ceza olarak tecrit uygulanmıştır. Kızılbaş Alevilikte kesinlikle ölümcül ceza yoktur. Ve bu tecrit, o kişi kendisini yeniden insanlığa uygun hale getirene kadar devam eder. İkinci ancak çirkin bir örnek; Hindistan'da uygulanan Kast sistemidir. Bu devletin uyguladığı Kast ya da diğer ifadeyle tecrit sistemi, sadece zengin fakir (Sınıf) ayrımına dayandığından en büyük ahlaksızlıktır. Zengin olanlar hem kendi içlerinde hem de devletle birlikte her alçaklığı çevirdiklerinden, Ahlakla ilgili hiçbir duygu ve düşünce hukukları bulunmuyor. Hitler'i eleştiren bazı sözde demokrat geçinenler, Hindistan vb. ülkelerde uygulanan bu kast tecritini neden gündem yapmıyorlar? Üçüncü örnekse; bazı Avrupa ve Batı ülkelerinde uyuşturucu vb. alışkanlıkları olanların kendilerine göre ikamet ettikleri yer ve takıldıkları mekanların varlığı. Bu insanların yaşam alışkanlıklarından uzak kişiler, oralara ne gider ne de muhatap olur. Herkes kendi dünyasında birbirini rahatsız etmeden yaşar. Benzer örnekler üzerinde genişçe tartışılıp incelendiğinde, caydırıcı ve yapıcı kuralları çoğaltmak mümkün. Çünkü arsız, hırsız, yalancı vb. dini cambazları başka türlü insan yapmak mümkün değil. Bugüne kadar bazı toplumların uyguladığı idam cezaları dahi caydırıcı olmamıştır. Dünyanın her toplumunda anormalliklerin arkasında en büyük olumsuz etkisi görülen yapı, direkt ve dolaylı tanrısal dini kutsallıklardan başkası değil. Bu masalsı yalancı ayetsel düşüncenin var oluşuna, bireylerden, toplum ve devlet düzenlerindeki uygulanmasına, insanların zayıf noktalarını nasıl kullanarak gerçekleştiğine derince bakılmalıdır. Söz konusu masalcı ayetsel yalancı anlayışlar içerisinde İslam, hepsinden daha fazla tahribat yaratmış olup bunda ısrarını sürdürmeye devam ediyor.
Düzenli toplu yaşamın tamamen yükseldiği dönemlerde ortaya tek tanrılı dini anlayışlar çıkmaya başlamıştı. Bu dinler Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam şeklinde her ne kadar farklı isimler almış olsalar da, üçü de tamamen aynı mantalite üzerine var olmuşlardır. İslam üzerinden ifade edilenlerin yüzde doksanı, diğer iki din içinde geçerlidir. Sadece ibadet şekilleri, etnik özellikler ve yaşadıkları coğrafyadan kaynaklı birtakım farklılıklar görülür.
Dikkat edilirse her üç tek tanrılı din, Orta Doğu gibi coğrafi, iklimsel, yaşam olanaklarının hem kolay hem de bir o kadar zor olduğu, korunma ve savunmanın birbirine tamamen zıt bir alanda çıkmışlardır. Benzer coğrafi, iklim ve yaşam zıtlıkları dünyanın diğer kıtalarında da mevcuttur. Ancak Orta Doğu'yu diğer kıtalardan farklı kılan özellik, büyük alanların “ÇÖL ve KIRSAL” olması. Aynı zamanda iklimsel ve toprak verimliliği açısından uygun bölgelerin sınırlı olması. Yine insan gücü ve diğer ilkel teknik şeylerden tutalım, birçok madenlerin buralarda daha kolay elde edilmesi. Dicle, Fırat, Nil nehirleriyle birlikte küçük ırmakların tarımsal sulamada kolayca kullanılması. Yaşanabilir alanlarda sürekli askeri gücü elinde bulunduranların rahatlıkla egemenlik kurup, çoğu yenilikle birlikte zıtlıkların da başlamasında ana kaynak olmuştur. Bunlara diğer birçok farklı etkenleri de eklemek mümkün.
Bilindiği gibi Orta Doğu'nun avantaj ve dezavantajlarını zamana göre kullanan Sümerler, ilk yazı ve ticaret kültürünü burada icat ettiler. Buna olanak ve imkan sağlayan etkenlerin başında, ifade edildiği gibi iklim ve coğrafyanın hem kolaylıkları hem de zorluklarıdır. Orta Doğu'da görülen iklim ve coğrafi etkiler, diğer kıtalarda tamamen farklıdır. Örneğin Amerika, Afrika ve Avustralya 'da iklim ve coğrafi zorluklar nedeniyle, eskiden insanlar uzun süre kullanacağı ürünleri yetiştirip depolayamıyordu. Buğday ve arpa gibi tahıl ürünleri ilk defa Orta Doğu'nun Mezopotamya ve Anadolu Bölgesi'nde 15 bin yıl önce tarımsal çiftçiliğe dönüşürken, Amerika, Avustralya ve Afrika kıtasında insanlar yalnızca kendiliğinden yetişen depolamaya uygun olmayan bitkileri yiyerek yaşıyorlardı. Diğer canlı türlerin etkisi de eklendiğinde, doğal olarak Orta Doğu erkenden insan yaşamına olanak sağlarken, verimli alanların dışında kalan insanların yaşamı da bir o kadar ölüm demekti.
Sümer, Babil, Akad, Asur, Mısır, Nemrut, Hitit, Eti, Likya, Lidya, Urartu gibi krallıklar ticaret ve ordulaşmayla, Mezopotamya ve de Anadolu'nun verimli alanlarını kontrollerine alıp, buralarda ilkel tarımdan diğer sanatsal ürünleri rahatlıkla icat ettiler. Söz konusu alanlarda hakimiyetini sürdüren krallıkların yaşamları, kırsal ve çöllerde yaşayan insan toplulukları açısından en büyük tanrı olarak kavranabiliyordu. Tarım, ticaret ve sanatsal üretimden uzak, kaderiyle baş başa yaşayan insan toplulukları, krallıkların sahip olduğu yaşam olanaklarından iğne ucu kadar faydalanmak için, krallara kul köle olmak bir mükafattı adeta. Çünkü bir lokma ekmek hayatta kalmaktı onlar açısından.
Diyalektik olarak doğa, canlı, cansız ve insan üzerinde devam eden sürekli değişim ve dönüşümler, insanların yaşamlarında hem olumlu hem de olumsuzlukları beraberinde getirir. Krallar her geçen gün zenginleşip zalimleşirken, insan kitleleri de bu zalimane tutuma karşı kendilerince yollar aradılar. Arayışta olan topluluklar içerisinde tarihte ilk adı geçen kişi, Hz. İbrahim'di. Hz. İbrahim, Mısır'ın Tanrı Kralı Fravun'a karşıtlıkla ortaya çıkmasının birinci nedeni, karsı Sara'yı elinden alıp kendisine karı yapmasıdır. İkinci nedense İbrani etnik Aşiretinin hakim olmasını isterken, kendini kral (Peygamber) ilan etmekti amacı. Bunun için yeni bir tanrı bulmalıydı. O tanrının adını Gök ve Tek Tanrı koyup, İbrani etnik aşiretçi ırkçılıkla birleştirerek işe başlamıştır.
İbrani etnik, aşiret ve tanrısal milliyetçi düşünceyi sistemli şekilde Hz. Musa, Yahudilik din ırkçılığıyla geniş kitlelere benimsetmeyi başarmıştı. Yahudilik din ve etnik ırkçılık, kendine tabi olmayan her insanı öldürmekten en ufak sakınca görmüyordu. Çünkü bunu tanrıları emrediyor oda uyguluyordu. Hz. İbrahim'in ardılları 313 Yahudi peygamberi, bölgenin elverişli tüm topraklarını hakimiyetine alıp, ırkçı egemenliği kabul etmeyenlere yaşam hakkı vermediler. Çıkar, menfaat, içgüdüsel ego ve etnik aşiretçi milliyetçiliğin adını Gök Tanrı, (Yahova) dinleri Yahudilik ve Hıristiyanlık şeklinde bin yıldan daha fazla hakimiyet sürdürdüler. Yahudi din egemenliği altında ezilenler içerisinde Araplarda vardı. İbrani (Yahudi) Asuri, Akad, Keldani, Süryani, Nusayri, Nasturi (Bunların hepsinin ortak adı Aramiler) ve Araplar, Hami Sami dil kültürüyle aynı aileden olup, akraba olmalarına rağmen Aşiret ve din ırkçılığı yüzünden birbirlerine hiçbir zaman acımadılar....
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...